Bugünün tarihini biliyor musunuz? Hangi zamandayız? 1397 yılının Cemaziyel’evvel ayının 12’inci gününde miyiz; 1393 yılının Nisan ayının 18’inci gününde miyiz; yoksa bugün1 Mayıs 1977 mi ?
Türkiye’de kafaların ne derece karışık olduğunu anlamak için takvime bakmak yeter. Bu ülkede hayat her üç takvime de uymak zorundadır. Bayramlar hicri takvim uyarınca yaşanır. Ramazan ve Kurban Bayramlarının açıkça kutlanmasını yasaklayan bir kanun çıkarılmadıkça ayın hareketi esasına dayanan bu takvim millet hayatında yer alacaktır.
Devlet bütçesini yürürlüğe koyarken de Rûmi takvimi kullanacaksınız. Çünkü Rumi takvimin yılbaşı Mart. Geriye kalan bütün resmi işlerinizi miladi takvime göre yani Vatikan’ın İsa Aleyhisselam’ın doğduğunu farz ettiği zamanı başlangıç kabul eden takvime göre ayarlamak mecburiyeti var. (Bir parantez açıp bir noktada daha Doğu- Batı farkını vurgulayalım: Hicret’i tarihin başlangıcı saymak ile Allah’ın bir peygamberinin doğum gününü tarihe başlangıç kabul etmek arasında çok esaslı bir kavrayış farkı var. Hicret Müslümanlar için Allah’ın emirleri doğrultusunda yeryüzünde aktif varoluş, Kur’an ile müşahhas uygunluğu olan bir yaşama imkânını genişletme, yeryüzünde İslamca bir hükümranlığa talep gibi unsurları bünyesinde barındıran bir belirti, insanın kendi varlığına anlam kazandırmasının ve şahsiyetini Allah’ın emirleri uyarınca aramasının bir belirtisidir. Buna karşılık Milad-ı İsa ruhaniyeti ne ölçüde olursa olsun cismani bir belirtidir. Milad-ı İsa’nın önemini azaltmak şöyle dursun onun değerini Hıristiyanlardan daha çok bilmemize rağmen, tarih başlangıcı olarak onun doğumunu –ki fevkalade indîdir- alan bir anlayışta, içindeki cismani unsurlar sebebiyle müşrik bir hava sezmemek kabil değil.) Bir Müslüman için Mevlit Kandili’nin taşıdığı mana ile bir Hıristiyan için Noel’in taşıdığı mana aynı ağırlıkta değil. Resmi takvimde yer alan adları da kafa karışıklığını yansıtmaktan uzak değil. Ocak, Ekim, Kasım, Aralık Türkçe konulmuş adlar; Şubat, Nisan, Temmuz, Eylül Asur takviminden alınmış, Mart, Mayıs, Ağustos ayları da Latince köklü. İncelense daha neler çıkacak…
Şimdi sorumuza dönelim. Bugün 12 Cemaziyel’evvel mi, 1 Mayıs mı? Eğer, 1397 yılının Cemaziyel’evvel’inin 12’nci günündeyim, diyorsanız sizinle aynı görüşü paylaşıyorum ve size özel olarak bir haberim yok. Ama, bugün 1 Mayıs diyorsanız, hemen haber vereyim ki bugün sizin İşçi Bayramınızdır. Yoo, bugün İşçi Bayramı değil, Bahar Bayramıdır diye yan çizmeyin. O dediğiniz Hıdrellez, o başka, bambaşka bir şey, karıştırmayalım. Şimdi siz madem ki yılbaşı olarak 1 Ocak gününü seçtiniz, seçmenizin içine 1 Mayıs İşçi Bayramı da girdi demektir, isteseniz de istemeseniz de. Ama ben komünist değilim ki bu bayramı kutlayayım, demeyin sakın. Çünkü bu komünist bayramı falan değil, Batı medeniyetinin iflahını söktükten sonra onlara verdiği bir elma şekeri. Biliyorsunuz elma şekerinin dışı kızıldır, tatlıdır, ama ortasında... Hem sonra bu 1 Mayıs denen şey komünist bayramı olsa ne olur, biz batılılaşmadık mı, orada neyse burada da o olması tabii değil mi? Nasıl Noel ağacı donatıyorsanız ve yılbaşı gecesi nezih bir şekilde eğleniyorsanız, bugün de, ne yapılacaksa onu yapıverin. Bu hafifliği burada keselim.
Evet, bir milletin hayatında tutarlılık gerekliyse tutulan yolda sonuna kadar gidilir. Gitmek istemeyeni de sürüklerler. İnsanlar düşüncelerinin tabii sonuçlarına boyun eğmek zorundadırlar. Ben şuraya kadar batıcıyım demek olmaz. Dürüst bir kafa kaypaklıktan uzak durmayı bilir. Batı medeniyetini kabule şayan buluyorsanız onun değerlerini edinmeniz de tabiidir. Yılbaşını kutlayacaksanız, işçi bayramını da kutlayacaksınız. Aksi halde düşüncelerinizi yeni baştan gözden geçirin. Ulaşılması gereken batı değildir diyorsanız, kendinize yeni bir hedef seçin. Batıcılığı terk edin.
Ve orada da tutarlı olun.
İsmet Özel, 1 Mayıs 1977 - Yeni Devir
Hevvez, hutti, kelemen
Ben bu işe gelemen
Bacaklarım gısacuk
Falakaya giremen
(Türk çocuklarının bir tekerlemesi)
İstiklâl Marşı diyor ki: “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.” Demek ki, bir ocağın tüttürülmesi gerekiyor. Yani bizim bu ülkenin hayatiyetine katkıda bulunan insanlar olmaktan başka bir seçeneğimiz yok; bu ülkenin hayatiyetine katkıda bulunmayı kendine dert etmemiş her birey bu ülke aleyhine çalışıyor demektir.
Dünya tarihinde, insanlık tarihinde iki büyük kırılma var. Birisi Kur’an-ı Kerim’in nazil olması, diğeri bugün Türkiye toprakları dediğimiz yerin darü’l-İslâm hale gelmesi. Bunları bir anlamamız lâzım. Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasının insanlık bakımından önemi nedir?
Biz şu anda ne isek dünyanın bundan sonra alacağı şekil de birebir bizim bugünkü halimizle irtibatlıdır. Defalarca, yıllarca söyledik. İstiklâl Marşı sadece 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hazırlanan ve 1982 yılında halk oylamasıyla resmiyete kavuşan Anayasa’da zikrediliyor.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldığında Antep’e “Bize mebus gönderin!” telgrafı gelir. Antep’in ileri gelenleri toplanıp, “Eğer Ankara’ya biz gidersek ve Ankara İstiklâl Harbi’ni kaybederse İstanbul bizi sürgüne gönderir
İstiklâl Marşı herhangi bir metin değildir. İstiklâl Marşı 12 Mart 1921 günü TBMM tarafından millî marş olarak kabul edilmiştir. Yani İstiklâl Marşı’nın kanunî bir dayanağı vardır.
İstiklâl fikri münferit olarak işimize yaramayan, işlevi olmayan bir fikir. İstiklâl düşüncesi bir mensubiyet bağıyla anlama kavuşan bir düşünce.
Önce kadınlığın, ameleliğin, Aleviliğin, Kürtlüğün ortaya nasıl iseler öyle çıkmadığını, çıkarılmadığını ve dikkatlerin kadınlar, ameleler, Aleviler, Kürtler bakımından iyi olanın hangisi olduğuna çevrilmediğini vurgulamamız gerek.