İstiklâl Marşı: "Abide Milletin Kaidesi"

İstiklal Marşı:

Gaziantep Şubemizin Açılışı Münasebeti İle Düzenlenen ‘İstiklal Marşı: Abide Milletin Kaidesi’ Konulu Panelin Metinleri

AHMET DEMİREL:

İstiklal Marşı Derneği, Gaziantep Şubesi’ni açmakla önemli adımlardan birini daha atmış bulunuyor. Derneğimizin faaliyetlerini ve kendine biçtiği yeri doğru anlamamız gidiş yönümüzü, izlediğimiz yolu milletin izini sürmeye onun keşfine doğrulttuğumuzu görmemizle mümkün olabilir. İstiklal Harbi yıllarında Antep’in düşmana karşı gösterdiği mukavemet ve millete mensubiyet hissi İstiklal Marşı’na dua olarak dahil olmuştur. İstiklal Marşı Derneği’nin yürüyor olması bu bilincin sahibi kişilerin şahitlik ettiği bir şeydir. Burada mühim bir şey var. Dua ettin rüyanı görüyorsun. Duamızın kabulü bize dua etmenin bir fırsatı olarak verilmiş olmasındadır. Yani dua edecek miyiz?

Panelin konusunun ‘İstiklal Marşı: Abide Milletin Kaidesi’ şeklinde olduğunu öğrendiğim günden bu güne iddia sahibi olmanın hiç de boşuna bir şey olmadığını bir kere daha anladım. Ayrıca niyetlerimizin amellerimizin üstünde olduğunu ve önünde gittiğini de. İstiklal Marşı: Abide Milletin Kaidesi ifadesini bir tarif olarak da görebiliriz. Bu tarifle çağın ilgilerinin, yönelişlerinin fevkinde bir yerimizin olduğunu fark edebiliyoruz. Canlanan, canlılık kazanan bir saha ile birlikte tazelenen bizler yeni alanlara ve tazelenmelere talibiz. Dolaysıyla bir kıymetin görünür kılındığı aşikardır. Bir şeyin kıymeti de fark edildikçe vardır.

Şimdi Abide Millet nedir, hangi özellikleri ihtiva eder meselesi var. Genel Başkanımızın kitaplarından birinin adı bildiğiniz gibi ‘Tahrir Vazifeleri’ dır. Bu kitaptaki yazı başlıklarından biri şöyle: ‘Olmamış Olmaz, Olmuş Olmamış Olmaz’. Birinci ilke için(olmamış olmaz) ‘Her verilmiş olanın getirilmiş olanla kopmaz bağlar ihdas ettiği fark edilmedikçe bir vakıanın doğru okunmasına yönelinemez’ İkinci ilke için(olmuş olmamış olmaz) ‘Eğer bir vakıa belli bir insan topluluğunun tecrübesi içinde yer almışsa daha sonraki vakıa ve vakıalar bu tecrübenin izi sebebiyle herhangi bir biçime kavuşur’ Abide milleti konuşuyoruz bahsi geçen ilkelerden istifade edip meseleye bir miktar açıklık getirebilecek miyim çalışayım. Olmamış olmaz’ı bir tarafa koyalım onu konuşmayalım. Ayrıca olmamış bir şeyi oldurmaya çalışmak da beyhude bir çabadır. Abide Milletten ne anladığımız konusunu ikinci ilkeden çıkarabiliyoruz. Şöyle, bir kere olmuş, bir insan topluluğunun tecrübesi içinde vuku bulmuş, dolayısıyla işaret edilen olmuş olanadır. Olacak olan da, hatırladığımız da odur. Abide Milletin geçmişle ilgisi, doğruluğunda şimdiyle ilgisi ise gerçekliğindedir. Bugün dünyanın kabul ettirmek istediği bu iki esasın zıttı anlayıştır. Nedir bunlar: Birinde diyorlar ki geçmişte olmamış şimdi olur, dünya nerelere vardı. Diğeri için, o dediğin zamanında olmuş, şimdi olacak şey mi, İstiklal Marşı Deneği’nin kurulduğu günlerde dolaştırılan söz şöyleydi: Bu saatten sonra istiklal marşı derneği olmaz falan…

İstiklal Marşı’nın her bir mısraı Abide Milletin kaidesini veriyor diyoruz. İstiklal Marşı da Abide Millette kaidelerinden doğmuştur. Canlılığını da yükselişini de o kaideler üzerinde devam ettirmiştir. Burada benim söyleyeceğim kaidelerin de kaidesi birkaç esastır. Birincisi, sözünde millet,sözünün sahibi millet olmasındadır. Yani ezelde verilmiş sözün arkasında durması hatırdan çıkarmaması takipçisi olması abide milletin kaidesidir. İstiklal Marşı soruyor ‘sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı’ sen sözünde duranların dualarını boşa mı çıkaracaksın yoksa amin diyecek şahitliklerine ilave mi olacaksın? Abide Milletin İstiklal Marşındaki ikinci kaidesi: Dininin sahibi millet olmasındadır. İstiklal marşının herhangi bir yerinde İslam kelimesinin geçmeyişi kelime-i şahadeti ihtiva eden ezanlar ifadesinin geçmesi çok mühim bir konudur. İslam kelimesinin her devirde nerelere kadar uzatıldığını tahmin edebiliyoruz. İstiklal Marşı’nda ezanlar ifadesi var, yani kulluğun tam tarifi var. Dolayısıyla Abide Millet kulluk bilinci içinde terakki etmiş millet oluyor. Milletin üçüncü kaidesi İtminan sahibi olmasıdır. Allah’ın vaadine olan güven Allah’ın vaadinin hak ve gerçek olduğuna şeksiz şüphesiz iman. Konuşmamı peygamberimizin bir sözü ile bitireyim. Resulullah şöyle buyuruyor: ‘Cehennemi gördüm onun gibisini görmedim. Ondan sakınanlar uyuyor. Cenneti gördüm onun gibisini görmedim onu arzulayanlar da uyuyor’
Teşekkür ederim.

***
ADEM YILDIRIM:

Sayın Genel Başkanım, derneğimizin kıymetli üyeleri ve misafirlerimiz hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Ludwig Wittgenstein, ünlü eseri Tractatus’ta “Tümcenin (önerme-ifade) ancak bir ve tek tam çözümlemesi vardır” der. “ İstiklâl Marşı: Abide Milletin Kaidesi” başlığının bir ve tek anlamı hakkında konuşmaya çalışacağım.

Abide Millet ne demektir? İstiklâl Marşı Abide Milletin nasıl kaidesi olur? Sorularına anlamlı cevaplar verebilmek için kısa bir kavram değerlendirmesi yapmak istiyorum. Bunun için “abide ve kaide” kelimelerinin anlamları üzerinde durmamız gerekiyor:

Abide, Arapça ebed’ten türetilmiş olup, 20. yy başlarından itibaren Türkçede kullanılmaya başlanmıştır. Kelimenin kökü Elif-Be-Dal’dır. Kelime Arapçadan alınmakla birlikte Arapçadaki manası bizdekinden başkadır: Abide, kendisinden nefretle, haşyetle bahsolunan, uzun müddet dillerde destan olup kalan belalar ve afetleri ifade etmek için kullanılmıştır.

Kelime Arapça olmakla beraber Türkçede “Gelecek nesillere yadigâr kalacak eser, bir olayı veya kişiyi gelecek nesillere hatırlatmak için yapılan eser, anıt.”, “Hacmi ve haşmetiyle kendini kabul ettiren büyük mimari eser”; “Fesahat ve belâgati dolayısıyla benzeri söylenemeyen şiir” anlamlarında kullanılmıştır.

Bu tanımlamaların hepsinde bir eserin benzerlerine göre süreklilik arz edecek yani ebedi olacak şekilde, değerli olduğu vurgusu vardır. Ortaya konan eser neden değerli olabilir? Çünkü o benzerlerine kıyasla çok daha güzel, kullanışlı ve dayanıklıdır. Kısaca estetik, işlevsellik ve kuvvet bakımından diğerlerinden daha üstündür.

Bu anlamları çağrıştırdığı için olsa gerektir ki bazı sözlüklerde “abide”nin mecazi anlamı “Büyüklüğü veya kudreti münakaşa edilmeyen.” Olarak verilmiştir.

Kelimenin ebed kökünden hareketle, Araplar “abide” yi uzun müddet hafızalarda kalan olumsuz olaylar için, biz Türkler ise süreklilik arz eden olumlu, güzel şeyleri ifade etmek için kullanmaktayız. Ayrıca kelimenin çoğulu Arapçada evâbid iken Türkçede “âbidat” tır.

Kaide ise yine Arapça “ku’ud” oturmaktan türetilmiştir. “Bir şeyin aslı, esası, temeli”, “Kural-düstur” ve “bina, sütun, heykel vb şeylerin oturduğu alt kısım, ayaklık, taban” anlamlarında kullanılmaktadır. Kullanıldığı tüm anlamlarında kelimenin aslına sadık kalacak şekilde “oturmak/dayanmak/yaslanmak” vurgusu göze çarpmaktadır. Ve hatta argo olarak “kalça” anlamında da kullanılmaktadır.

İnsanoğlunun yaptıkları bir şeye dayanmalıdır. Bu hem meşruiyet, hem de pratik açıdan gereklidir. Yani ne yaparsak yapalım insan olarak bize yakışan yaptıklarımızın bir kaidesinin olması gerekmektedir. Bunun için “kaide” kelimesi mecazi olarak “Manevi ilke, davranışlara yön vermesi gereken yasa” olarak anlaşılmalıdır. Eskiden arazi kanunu ifade etmek üzere “kaide-i belde” tabiri, genel geçer açık hükümler, atasözleri ve vecizeler için de ”kaide-i külliye” tabiri kullanılmıştır.

Şimdi başta sorduğumuz sorulara dönebiliriz. Abide Millet ne demektir? İstiklâl Marşı Abide Milletin nasıl kaidesi olur?

Buna göre “Abide Millet” denilince ne anlamamız gerekmektedir? Öncelikli olarak Millet’i bir eser olarak telakki edebilir miyiz? Elbette. Millet Allah’ın yarattığı bir varlıktır. Allah bir milleti diğer milletlerden estetik-işlevsellik ve kuvvet bakımından üstün yaratır.

Bu bize Kuran-ı Kerimde Maide Suresi 54. Ayette bildirilmiştir. Şöyle ki: ” Ey inananlar, içinizden kim çıkar da dininden dönerse Allah onlara bedel öyle bir kavim getirecektir yakında ki o onları sevecek, onlar da, onu sevecek, inananlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı yüce olacak o kavim. Allah yolunda savaşacaklar ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmayacaklar. Bu, Allah'ın lütfü ve inayetidir ki dilediğine verir ve Allah'ın lütfü boldur, o her şeyi bilir. “ Yani Allah dilerse bir milleti diğer milletlerden üstün yaratır.

Âl-i İmrân 110 Ayette: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fâsık kimselerdir.”

Türk bu emirleri dikkate alan insan demektir. Bu emirleri dikkate alan bir millet İstiklâl Marşı’nı yazmıştır. Bu emirleri dikkate aldığı için İstiklâl Harbini verebilmiştir. Bu gün bize yutturulmaya çalışıldığı gibi sadece işgalden kurtulmak için değil -ve elbette- işgalden kurtuluşu da doğal olarak içinde barındıran İSTİKLÂL kazanma amacıyla harp etmiştir.

“Türkiye Türklerin yönetimine bırakılamayacak kadar değerli bir coğrafya üzerindedir.” Diyen birine –ki adını burada anmak istemediğim bir gazeteci- hali hazırdaki yöneticiler ne de yönetime talip olan siyasi partiler bir tepki vermediler.

Kaldı ki Sayın Genel Başkanımız “Türkiye’yi Türkler yönetmiyor.” Dediğinde de kimse “Olur mu öyle şey? Bak biz Türküz ve ülkeyi yönetiyoruz demedi, diyemedi.

Bizim varlığımızı orta doğuda ve bilmem daha nerelerde dünya sisteminin razı pazar terk ettiği güya kurtulmuş ülkeleriyle aynı hizada göstermeye çalışılmaktadır.

Sonuç olarak şu söylenebilir: Türk Milleti ancak İstiklâl Marşı’nda belirtilen ideologiye uygun bir yaşayış gerçekleştirirse var olabilecektir. Bu hem meşruiyet hem de işlevsellik bakımından zorunludur. Biz kahraman ırk olmak zorundayız.

Vesselam. Allah’ a emanet olunuz.

***
DURMUŞ KÜÇÜKŞAKALAK:

Selamün Aleyküm. Merhabalar.

Panel konumuzla bir şehrin birbiriyle örtüşmesi ancak bu kadar olabilirdi herhalde. Çünkü Gaziantep’e gazilik unvanı, İstiklâl Marşı’nı kabul eden meclis tarafından verilmiş. Böyle, başka bir şehrimiz yok. Maraş 1970’lerde, Urfa 1980’lerde o unvana kavuşuyor. Gaziantep’te “abide milletin kaidesinden” bahsetmek biraz daha anlamlı bir şey.

Bir milletten bahsediyoruz, üstelik abide bir milletten. Bir milleti abide olarak niteledikten sonra bir de kaidesinden bahsetmeye lüzum var mı? Şüphesiz ki var. Bugüne kadar kaideyi gözümüzden kaçıranların “millet” derken neyi kastettiklerini, yedikleri haltlardan rahatlıkla görebiliyoruz. Milletten kasıtları; ya kuru bir böbürlenme ve hamaset ya da güdülmesi gereken insanlar. Başımıza ne geldiyse yersizlik yüzünden geldiğini bilirsek, lüzumu tartışılmaz konu; kaideye yani esasa dayalı konudur. Türkçede bir şeyin doğruluğunu araştırmak için deriz ki; esastan mı, sahiden mi? Mesela bir hukuki dava esastan reddedildiğinde denilmiş olunur ki: “üstü kalsın.” Çünkü dava konusunun zemini, mesnedi yok. Yani o konunun dava edilmesi hukuki olarak mümkün değil. Abide bir milletin kaidesinin İstiklal Marşı olduğunu söylerken esasa dikkat çekmiş oluyoruz. Bugün Türkiye’de olan bitenler kaidesizliği esas kabul etmek suretiyle olup bitiyor. Dolayısıyla her şey milletin aleyhine cereyan ediyor. İstiklal Marşı bize, millet aleyhine olan biteni “esastan reddetme hakkı” veriyor. Mesela “Avrupa Birliğine girelim mi girmeyelim mi?” gibi bir konuyu tartışan insanların durumunu İstiklal Marşı mihengine vurduğumuzda dava “esastan reddedilmiş” oluyor. Türkiye’de bu insanların ve bu tartışmanın lüzumsuz ve mesnetsiz olduğu hemen ortaya çıkıyor.

Şüphesiz ki milletleri yaratan Allah, muhakkak ki kaidesini de yarattı. Onun için İstiklal Marşı Türk milletinin kaidesi olması hasebiyle ilahi bir tınıya sahip. İstiklal Marşı ile Türkiye’de yürütülen işlere baktığımızda; hiçbir şeyin yerli yerinde yapılmadığını, Hakk’a riayet edilmediğini, dolayısıyla yapılan işlerin Hakk’a tapan abide milletin aleyhine işler olduğunu görüyoruz. Türkiye’de hangi alanda olursa olsun yapılan işler İstiklal Marşı temeline oturmadıkça havada kalmaya mahkûm. İstediğiniz alanda istediğiniz fikri söyleyebilirsiniz. Eğer bu fikirlerin mihengi İstiklal Marşı değilse yersiz kalmaya mahkûm. Tabi bunu görmek için göz lâzım, izan lâzım, Hadis-i Şerif de “korkunuz” denilen “mümin feraseti” lâzım.

Aslında bir kaideden bahsederken o kaidenin üzerinde yükselecek şeyden bahsetmek isteriz. Bir işi bir kaideye bağlı olarak yaptığımızda o işi kendi hesabımıza yapmış olmayız. Artık o iş kaidenin üzerinde yükselen şeyin hesabına yapılmıştır. Yani hangi alanda olursa olsun milletin abideleşmesine katkısı olmayan bir şey havada kalıyor, oturacak zemin bulamıyor. Türkiye’de olup biteni bu cepheden değerlendiğimizde olmayan şeyin niçin olmadığını da görebiliriz. Adam yedi dil biliyor, birçok alanda birçok malumat sahibi ama kayda değer hiçbir şey çıkmıyor, sadra şifa tek cümle yok. Çünkü zemini kaybetmiş, bağ kuracağı bir mensubiyeti yok. Ya da yanlış bir saikle, yanlış temele bel bağlamış. Dolayısıyla tüm birikimi batıl oluyor. Sahip olduğu malumat onun ilim sahibi olmasına değil varlığını inkâr etmesine sebep oluyor. Onun için Türkiye’de hiçbir taş yerine oturmuyor.

Bir hafıza oyunumuz vardı. Birçok güzel oyunumuz gibi o da kayboldu: Lades. Şimdiki çocuklar artık bu oyunu bilmiyor. Çünkü çocuklar oyun oynamayı bilmiyor artık. Oyun şöyle oynanırdı: Serçe parmaklar birbirine takılarak ladese girilirdi. Değişik versiyonları vardı ama biz şöyle girerdik: “-Ladesim lades olsun mu? -Olsun. -Vermeyen gâvur olsun mu? -Olsun.” Denilmek suretiyle ladese girerdik. Ladesin kuralı şuydu; sürekli müteyakkız olmak, sürekli akılda bir şeyi tutmak. Ladesin temeli karşı taraftan mümkünse bir şey almama üzerine kuruludur. Alıyorsan, mecbursan; “aklımda” diyerek almak. “Aklımda” demezsek ne olur? Yanarız, oyun biter. Aslında “aklımda” demekle şöyle demiş oluyoruz: “Senin yapacağın oyunun ben farkındayım, bunu bana ne niyetle verdiğini biliyorum, ne numara çevirdiğinin farkındayım, eğer bir şey alıyorsam o aldığım şeyin ne zıkkım olduğunu da gayet iyi biliyorum, aldığımın farkındayım, verenin kim olduğunu biliyorum; aklımda”

Ladesimiz olan İstiklal Marşı dünya hayatı denilen bu büyük oyunda bize her zaman “aklımda” deme fırsatı veriyor, hafızamızı tazeliyor. Aklımda demez isek ne olur, kıyamet mi kopar? Bugünkü hal olur; her bakımdan namusu sorgulanabilir bir toplum oluruz. Bu ladesi kaybedersek elden gidecek olan namustur yani cennet vatandır. Ki bu namus meselesini de Gaziantepliler daha iyi bilir; “vurun Antepliler, namus günüdür” sözü burada söylenmiş. Oyunun sonunda sözünde durmayana da gâvurluk düşer. İstiklal Marşı abide milletin hafızasını tazeliyor, bize gâvurluk bulaşmasına mani oluyor.

Kaidemizin biçimine dikkat edersek bir şiirdir. Ve kaide nasılsa üzerindeki de ona göre şekil almak zorundadır. Şiirle varolmuş bir milletten bahsetmek aynı zamanda şiir gibi bir hayattan bahsetmekdir aslında. Bu durum, millet hayatında her zaman gözle görülebilen bir şey olmuş, afakî bir şey değil. Mesela ne zaman varlığımız tehlikeye girmiş o zaman en azından türkü söylemeye başlamışız. Yani Türklükle bir alaka kurmaya çalışmışız. Cafer Berçin bir arkadaşının “Niçin türkü çağırıyoruz?” sorusuna; “ee ne yapacaksın, başın sıkıştığında Türk’ü çağırmak zorundasın” cevabını vermiş. Evet olay budur: Bu topraklarda başımız ne zaman sıkışsa Türk’ü çağırmışız. Türkülerimize dikkat edersek büyük bir ekseriyeti seferberlik ile İstiklal Harbi yıllarında yakılmıştır. En yanık türkülerimiz o yıllarda söylenmiş. Evet, bir de biz Türkçede “türküyü yakarız”. Çünkü yoklukla burun buruna gelindiğinde bir şeyleri yakıp son ocağı tüttürmek farz olur. İnsanlar balçıktan milletler dilden yaratıldığına göre milli varlığımız tehlikeye girdiğinde yapılmış ve yapılacak şey hayati öneme sahip değerleri dile getirmektir. Zeminin kaybolmaması için, dolayısıyla kıblemizi kaybetmemek için bu şarttır.

Abide milletin fotoğrafını “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” mısraının olduğu yerden çektiğimizde karşımıza çıkacak tablo Selimiye Camii gibi bir şey olurdu herhalde diye düşünüyorum. Bunu nereden çıkarıyorum? Selimiye Camii’ni gören bir Alman mimar, Turgut Cansever’in aktardığı şekliyle şöyle demiş; “Bu caminin insan eliyle yapıldığına inanmıyorum, bu ya yerden bitmedir, ya da gökten inmedir.” Abide millet, böyle en güzel kıvamda yaratılmış bir millet olsa gerek diyorum. Bir gâvurun hesaplara sığdıramayarak, rakamlarla ifade edemeyerek; “bu ya yerden bitmedir ya da gökten inmedir” demek zorunda kalacağı bir milletten bahsetmeye çalışıyoruz. Toplum mühendisi denilen zevatın konusu olamayacak bir millet. İstiklal Marşı, bu kıratta bir milletten başka hiçbir şeyden bahsetmiyor. İstiklal Marşı, tevhidin hayatın her alanında hissedilebileceği bir kaide olmuş.

Sözü fazla uzatmıyorum, teşekkür ediyorum.

***
MUSTAFA KARANFİL:

Hepinizi saygıyla selâmlıyorum.

Önce bir durum tespiti yapmamız lâzım; bu topraklarda bir millet yaşıyor mu? Biz şu anda kendimize ‘‘millet’’ diyebilir miyiz? Biz kimiz? İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli şey ulvî olanla süflî olanı ayırt edebilme kabiliyetidir. Ulvî olanla süflî olanı ayırt edebilen insanların oluşturdukları toplumların hepsine de millet diyemiyoruz. Millet herhalde öncelikle, kendilerinden ‘‘biz’’ diye bahsedebilen insanlara denilebilse gerek. Ve bu milletlerin de ayrıca diğer milletlerden ayırt edici farkları olması lâzım. Mesela, Alman milleti şöyle bir millettir, Fransız milleti şöyle bir millettir vs. gibi.

Peki, biz bir milletsek bizim en önemli vasfımız ne? Aymazlık mı, ihanet mi? Milletleri herhalde olumsuz vasıflarıyla değil olumlu vasıflarıyla ayırt etmemiz lâzım. Olumlu diyebileceğimiz bir fark lâzım. Anlaşıldığına göre şu anda böyle olumlu anılabilecek bir vasfa sahip değiliz. Zaten böyle bir vasfımız olsaydı şu anda halimiz de böyle olmazdı.

Peki, ben ne yapıyorum şu anda? Büsbütün karamsar bir tablo mu çiziyorum? Hayır. Aslında burada bir millet yaşıyor ama bu millet kendini izaha muhtaç; kendini izah edebileceği şeyler elinden alınmış. Bu millet kendisini İslâm’dan başka bir şeyle izah edemez. Bu millet kendini İslâm’dan ve Müslümanca da diyebileceğimiz Türkçeden başka bir dille izah edemez. Aksi, kendi varlığını inkârdır. Nitekim şu anda böyle bir süreci yaşıyoruz.

Peki, bu durumdan çıkmanın bir yolu yok mu? Olmaz olur mu? Siz önce niyetiniz var mı, onu söyleyin. Önce, millet olmaya karar vermiş bir topluluğun olması lâzım. Niyetimiz varsa bu pekâlâ mümkün. Zaten amellerimiz de niyetlerimize göre değil mi?

Biliyorsunuz, şöyle bir kabul var: Bir kere olan, her zaman olabilir. Biz geçmişte nasıl ‘‘millet’’ olmuşsak, yine olabiliriz. Tek şartı, o gün millet olarak sahip olduğumuz donanıma ve niyete sahip olmak. Burada sayı da çok önemli değil; çünkü Allah, kendisinin yanında olanların sayısını da amellerini de bereketlendirir. Burada, öncüler olmak önemlidir; Mekke’nin fethinden önce de Müslüman olanlar vardı, Mekke’nin fethinden sonra herkesin fevc fevc Müslüman olduğu sırada da. Benzetme yerindeyse, biz, fetihten önceki Müslümanlığa talibiz.

Peki, yeniden ‘‘millet’’ olma yolunda yeterli malzemeye sahip miyiz? Evet, bizim İstiklâl Marşı Derneği olarak bu konuda bir iddiamız var: İstiklâl Marşı, tekrar Türk milleti olabilmemiz için elimizdeki en önemli hazinedir. Tabii ki, millet olmak gibi bir gaye ve hedefimiz varsa. Eğer bu hedef ve niyet mevcutsa hedefe ulaşabilmemiz için yegâne yol İstiklâl Marşı’dır ve bu yol kolaydır. Hem şöyle bir avantajımız da var: Bu öyle bir metin ki, kendisine karşı olanların da açıktan itiraz edemediği, karşı çıkamadığı bir metin. Bu öyle bir metin ki, 1918’den sonra yok olmak üzere olan bir millete tekrar bir vatan temin eden bir metin.

Ama önümüzde hâlâ bir millet olma meselesi duruyor. İstiklâl Harbi’nden hemen sonra bu imkânı ve kendilerine göre bu tehlikeyi fark eden birileri de İstiklâl Marşımızı daha o zaman rafa kaldırdı, ‘‘Rafta daha güzel duruyor’’ dedi. Şimdi bizim millet olarak bu metni kaldırıldığı raftan indirmemiz gerekiyor.

İstiklâl Harbimiz bize bir Türkiye kazandırdı ama maalesef bu ülke hâlâ milletini bekleyen bir yer olma özelliğini sürdürüyor. Peki, nereden başlayacağız? Genel Başkanımızın her zaman söylediği gibi, ‘‘Olduğumuz yerden…’’ Olduğumuz yerde de İstiklâl Marşı var ve başlamak için çok güzel bir yer. Bizim bu metni raftan indirip hayatımıza uygulamamız lâzım. Bu aslında hiç de zor değil; tabii ki, böyle bir niyet varsa.

Tıyneti bozulmamış, ahlâksızlarla işbirliği yapmayan, selim ve salim bir insanın İstiklâl Marşı’na itirazı söz konusu olabilir mi? Olamaz. Peki, ortada böyle bir metin varken onunla ilgilenmemek, onun gereğini yapmamak selim bir kalbin işi olabilir mi? Bir insan hain değilse İstiklâl Marşı’na bigâne kalabilir mi?

Ben diyorum ki, İstiklâl Marşı’nı gündemde tutmayan, anlam ve önemini basite indirgeyip küçümseyen ve ona bigâne kalan kim varsa onların tamamını hain ilan etmek lâzım ve bunu da yüksek sesle dillendirmek lâzım. Kim de bu ihanet suçuna iştirak etmediğini söylüyor ve de hakikaten bu suça iştirak etmiyorsa, bu tercihini kendisi yüksek sesle dillendirmelidir.

Ne zaman ki, millet olarak gündemimiz İstiklâl Marşı olur, işte o gün bu millet tekrar doğmaya başlar. Yeniden bir millet doğacaksa bunun inşa edilebileceği yegâne kaide, İstiklâl Marşı’nın kendisidir. İşte o gün gâvurun, gâvur uşaklarının ve dahi millet düşmanlarının suyunun ısındığı gündür.

Allah en doğrusunu bilendir. Ve’s-selâm…

***
MUSTAFA TOSUN:

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.

Bu panel konumuza gelinceye kadar başka başlıklar altında İstiklâl Marşı Derneği’miz tarafından paneller düzenlendi ve konuşmalar yapıldı. Bu panellerin ve genel başkanımızın yaptığı konuşmaların her birinin bir ismi vardı. Derneğimizin kuruluşunun Sene-i Devriyesi toplantısından başlayarak "İSTİKLÂL MARŞI İLE ASRIN İDRAKİ", “TÜRK TARİHİN NERESİNDE?”, “İSTİKLÂLE İLAVE OLMAK VEYAHUT İSTİKLÂLİ İLAVE ETMEK”(Bu iki konuşma sadece genel başkanımız İsmet Bey tarafından yapılmıştır.) "BİR İDEOLOJİ OLARAK İSTİKLÂL MARŞI" ve “İSTİKLÂL MARŞI: ABİDE MİLLETİN KAİDESİ” başlıklarını taşıyan konuşmalar yapıldı. Bu başlıkların ardı sıra sıralanmış olması (halende devam etmektedir.) bir rastlantı sonucu değildi. Genel başkanımız bu başlıklar (isimlendirmeler) altında yapılan konuşmalarla İstiklâl Marşı İdeolojisinin inşa edilişine veya yeniden bize hatırlatılmasını amaçladığını düşünmekteyim. Biz buna şahitlik ettik ve etmekteyiz.

Peki bir müslümanın (bir milletin) kendisine İstiklâl Marşı’nı bir ideoloji olarak seçiyor oluşunda, o metnin İslam’dan çıkıyor ve İslam’a ulaşıyor olması gerekmektedir. İstiklal Mârşı ise bu vasıfları fazlasıyla kendinde taşımaktadır.

Biz daha önceki toplantılarda İstiklâl Marşı’nın Türk milletinin duası olarak görülebileceği konusunda tespitlerde bulunduk. Bu şekliyle İstiklâl Marşı’nın çıkış noktasının Fatiha Suresi olabileceğini düşünmekteyim. Çünkü biz müslümanlar namaz esnasında sadece Fatiha suresinden sonra AMİN deriz. Cemaat halinde namaz kılıyor isek toplu olarak AMİN deriz. O Fatiha suresi ki besmele kısmı geçerli görüşe göre Kur'an'ın ilk ayetidir ve bu sureyi namazlarımızın tüm rekeatlerinde okuruz. Bunun için konuşmama hassaten bu vurguyu yapmak için besmele ile başladım.

“Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklal” demekle, Fatiha Suresinde "İYYAKE NA'BUDU VEİYYAKE NESTEİN" ((Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.) ayetinin bir benzerini söylemiş oluruz. Yani Türk milleti ancak Hakk’a tapmakta ve ancak ondan İstiklal’ini istemektedir.

Bu anlamda Fatiha Suresi; ilk ve açılış suresi olmak vasfıyla da desteklenir şekilde bir ideolojinin çerçevesi çizilmektedir. Rahmân (ve) rahîm (olan) Allah'ın adıyla başladığımız surede hamd’ın âlemlerin Rabbi Allah'a mahsus olduğunu belirterek; hem Allah’ı hem de kendimizin konumlandırmasını tam olarak yaparız. Allah’ın rahmân ve rahîm olduğunu, bizi yapıp etmelerimizle hesaba çekeceği din gününün mâliki olduğunu idrak etmekle sureye devam ederiz. Bu nedenle ancak ona kulluk edip ve ancak O’ndan medet umduğumuzu söyleriz. Surenin sonunda bizim dünya hayatımızın çerçevesini çizecek duamızı ederiz. Deriz ki “Bize kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin doğru yolunu göster; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!”

Burada gazaba uğramışlardan bahisle Yahudilerin, sapmışlardan da bahisle Hıristiyanların kastedilmiş olduğu konusunda ittifak söz konusudur. Bu nedenle İstiklal Marşı gazaba uğramış ve sapmışların yoluna gitmeyenlerin, doğru yolda olanların ve olmak isteyenlerin ideolojisidir.

Allah bizi gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna girmekten muhafaza eylesin, Sırat-ı müstakim üzere olmamızı nasip eylesin. AMİN.

TÜRKÜM DOĞRUYUM İNTİKAMIM ÜLKEMDİR
PANELİNİN TAM METNİ

"TÜRKÜM DOĞRUYUM İNTİKAMIM ÜLKEMDİR" kitabının neşrolunması münasebetiyle İstanbul'da Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel himayesinde 2 Cemaziyelevvel 1441 Cumartesi günü İstanbul'da tertiplenen panelin tam metni:

"NE DEDİĞİNİ BİLMEK, BİLDİĞİNİ OKUMAK" Semineri Tam Metni

Oruç Özel: Selâmun aleyküm,

Biraz fazla bir ara verdik teknik birtakım aksaklıklar sebebiyle. Şimdi, "Ne Dediğini Bilmek, Bildiğini Okumak" seminerimizin ilk celsesini icra edeceğiz.

"SINIF BİLİNCİ - KIŞ" PANELİNİN TAM METNİ

Oruç Özel: 

Selamun Aleyküm,

Hepiniz hoş geldiniz. Bugün burada Sınıf Bilinci mecmuamızın ikinci sayısının neşrolunması sebebiyle,

Harç Bitti Yapıya Devam

İstiklâl Marşı Derneği’nin 10. panel ve konferans faaliyeti için burada, Bartın’da bulunuyoruz. Gerek konu başlıkları gerekse sıralanışları itibariyle hem İstiklâl Marşı’nın hem de İstiklâl Marşı Derneği’nin mana ve ehemmiyetini sarahate kavuşturan bu faaliyet dizisinin son halkasının taşıdığı başlık oldukça manidar.

İstiklâl Marşı ile Asrın İdrâki - İsmet Özel

Şimdi Türkiye’de bir şeyler Türkiye’nin lehine yürüyor, yürütülüyor olsaydı İstiklâl Marşı Derneği olarak biz bu hacimde bir salonda toplantı yapmazdık.

SINIF BİLİNCİ: CİHADIN MÜTEMMİM CÜZÜ, Paneli Tam Metni

Gökhan Göbel:

Selâmun Aleyküm,

Dördüncü sayısını çıkardık “Sınıf Bilinci”nin, hamdolsun. Genel Saymanımız Oruç Özel bahsetti;

"TEK DİL OLMADAN TEK MİLLET, TEK DEVLET, TEK VATAN, TEK BAYRAK OLMAZ"
BİRİNCİ CELSENİN TAM METNİ

Oruç Özel:

Selâmun Aleyküm,
 
Elhamdülillâhi Rabbil Âlemin, Vessalâtu Vesselâmu Alâ Rasûlinâ Muhammedin ve alâ âlihî ve sahbihî ecmaîn.

Bir Çağın Başlangıcı Olarak İstiklâl Marşı - İsmet Özel

Etkileyici bir panel dinlediniz; ben şahsen etkilendim konuşmacılardan. Şimdi, ‘‘Bir Çağın Başlangıcı Olarak, Bir Alanın Açılımı Olarak, Bir Biçimin Sunumu olarak İstiklâl Marşı’’ konusunda ben de birkaç söz edeceğim.