İstanbul Kimin?
31 Mayıs 1995 tarihde Kanal 7 televizyonunda yayınlanan "İSTANBUL KİMİN?" başlıklı "İsmet Özel'le Başbaşa" programının metni:


İsmail Kara: Efendim hayırlı akşamlar. Yeni bir "İsmet Özel’le Başbaşa" programına hoş geldiniz. Bu akşam İstanbul’un fethinin yıldönümünü vesile ederek bir İstanbul sohbeti yapmaya çalışacağız. İsmet Bey hoş geldiniz.

İsmet Özel: Hoş bulduk İsmail Bey.

İsmail Kara: Programımızın ilan edilen adı: İstanbul Kimin? Ama isterseniz İstanbul kim, onu konuşalım biraz.

İsmet Özel: Evet, açış sözleriniz arasında çok ilgimi çeken bir şey oldu: Bir İstanbul sohbeti. Sanki İstanbul’a mahsus bir sohbet olurmuş gibi. Keşke onu başarabilsek ya da yaptığımız şey İstanbul’a mahsus olanlar arasına katılsa. Bunu çok isterim. İstanbul çok özel bir yer, her yer belki kendine mahsus vasıflarını belirgin kılar. Özellikle modern dünyada şehirlerin hem sembolik hem insanları ilk bakışta çeken, ilk bakışta belli işaretler dolayısıyla oralara götüren belirtileri var. İstanbul bir kere biçim olarak olduğu kadar mana olarak da çok özel bir yer. Ben ilk defa İstanbul’un nasıl bir şey olduğunu anlama süreci içinde bir vakıayı çok önemli buldum. Suudi Arabistan eski Petrol Bakanı Zeki Yamani’ye Türkiye’de ekranlarda gösterilen bir programda mülakat sırasında İstanbul hakkında fikri soruldu ve ondan şu bilgiyi edindik ekran aracılığıyla. Dedi ki: “Mekke’de biz bir eşya, bir mal, bir nesne çok üstün kalitedeyse, çok üstün niteliklere sahipse, vasıfları seçkinse ona İstanbulî deriz.” Bu beni doğrusu İstanbul’un ne olduğu konusunda çok etkiledi, ya da uyarıcı oldu benim zihnimde.

İsmail Kara: Kıyafet olarak da böyle bir kıyafet var, yani İstanbulî gibi.

İsmet Özel: Evet. Mekke gibi kendinden emin, kendi değerlerini çok bilen ve haklı bir yere sahip olan bir şehirde eğer üstün niteliklere sahip bir şeye İstanbulî deniyorsa bu çok önemli geldi bana. Bu sözden kalkarak şu noktaya varabiliriz. İslam âleminde çok üst düzeyde, üst değerde bir konumu var İstanbul’un.

İsmail Kara: Bu hâlâ var.

İsmet Özel: Evet, bu hâlâ var ama geçmişte bu belki tartışılmaz ve çok parlak bir şekilde idi. Bizim İstanbul dolayısıyla fark etmemiz gereken birçok şey var. Modernleşme sürecimiz içinde terk ettiğimiz şeylerden birisi biliyorsunuz yazımız, yani Türkiye’de…

İsmail Kara: İstanbul’u ondan önce terk etmiştik.

İsmet Özel: Yani İstanbul’u yazıdan önce mi terk etmiştik?

İsmail Kara: Yani İstanbul’un payitahtlıktan çıkışı veya İstanbul’un ikinci plana itilişi resmî olarak; hiç değilse gayri-resmî olarak İstanbul ikinci plana itilemedi hâlâ.

İsmet Özel: İstanbul ikinci plana gayri-resmî olarak hiçbir zaman itilemedi. Ben şu rika yazısını vurgulamak istiyorum. Bugün Arap âleminde gazeteler -siz benden daha iyi bilirsiniz- rika harfleri ile basılıyor, başlıklar. Bu da İstanbul’un İslam âlemine sunduğu bir şey değil mi? Türklerin daha doğrusu İstanbul’un demek lazım. Irk olarak Türkler diye bir şey söz konusu değil, İstanbul söz konusu olduğunda. Böyle merkezî bir konuma sahip İstanbul.

İsmail Kara: Bu yazı ile ilgili çok hoş bir tekerleme var, şöyle derler: Kur’ân-ı Kerim Mekke’de indi, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı.

İsmet Özel: Bu aslında çok kolay söylenebilen bir şey ama mühim bir şey. Şimdi efendim “İstanbul Kimin?”e geleceğiz, daha önce İstanbul’un kim olduğunu bulmaya çalışıyoruz. Tarihi var tabii bu şehrin, yani Grek kolonisi olarak bile bir geçmişi var bu yerlerin yerleşim alanı olarak ve tabii dünya tarihinde de Bizans’ın merkezi, Doğu Roma’nın merkezi olması bakımından, Hıristiyan âlemin mühim bir merkezi olması bakımından bir yeri var. Fakat İstanbul nedir? İstanbul deyince nasıl bir şey geliyor aklımıza, bir kere onu bir tespit edelim. İstanbul şöyle bir şey: Bakınız, bir deniz var İstanbul’da, bir de minare ve kubbe var. (Resim yaparak gösteriyor.) Ben belki çok başarılı değilim burada ama şu şekli isterseniz başka türlü de yapabilirsiniz. Deniz, kubbe ve minare denildiği zaman İstanbul demektir. Bunu dünyanın hiçbir yerinde başka türlü anlamlandıramazsınız.

İsmail Kara: Böyle bir şehir yok.

İsmet Özel: Böyle bir şehir yok. Bu, o şehir. Yani kubbeleri, minareleri ve denizi olan şehir İstanbul’dur, bir kere bu…

İsmail Kara: Demin ben size bir şey soracaktım. Çocukluğunuzda sizin kafanızda da bir İstanbul teşekkül etmişti herhalde. Mesela benim çocukluğumdaki İstanbul -ben daha çok kartpostalda gördüm- tam bu çizdiğiniz şeydir, deniz ve minare. Bir de İstanbul’a gelmeden önce İstanbul ile ilgili hatırladığım şey Galata köprüsüdür. Fakat esas İstanbul demek, cami ve kubbe demek.

İsmet Özel: Yani biz İstanbul deyince aslında bir İslam merkezi anlıyoruz. Tabii ki bu İslam merkezinin çok önemli bir özelliği var. Bazıları Konstantiniyye’nin İstanbul olarak değiştirilmesini de bir mesele gibi alıyorlar. Biliyorsunuz İstanbul adı gene Grekçe bir ad. Biz burayı aldıktan sonra yerlilerin kendi aralarında “nereye?” sorusuna, “şehre” şeklinde cevap vermeleri, “Stanpolis” demelerinden; biz tıpkı Adrianapolis’i Edirne yaptığımız gibi Stanpolis’i de İstanbul yapmışız. Böyle gene kendimize mahsus bir özelliği var. Çok özel bir sentez İstanbul, her bakımdan. İslam merkezi olması bakımından, kültürel bir merkez olması bakımından ve yaşayan bir şehir olması bakımından. Çünkü İstanbul, İstanbul olduğundan bu yana -ki bunu birçokları tartışsın, ben de gücüm yettiği oranda tartışmaya katılmak isterim- İstanbul adı ile beraber var olan bir şehirdir. O fetihten önceki özellikleri ile kimlik kazanmış bir şehir değildir. İstanbul fethi ile, açılmış olması ile başlayan bir şehir olduğu görüşündeyim, o figürü onun için çizdim. İstanbul başka türlü hatırlanamaz, başka türlü anlaşılamaz diye. Şimdi, İstanbul madem şeyle başladı…

İsmail Kara: Bir şey söyleyebilir miyim? Gayri-Müslim ressamların, işte seyyahların, elçilerin çizdikleri İstanbul da bu.

İsmet Özel: Evet, başka bir şey bulamıyorlar; başka bir şey arasalar bile.

İsmail Kara: Muhtemelen başka bir şey arıyordur gözleri.

İsmet Özel: Evet, mutlaka. Bu da aslında bir kültürü yok etmek, yerine başka bir kültürü ikame etmek anlamında değildir. Müslümanlar bu şehri aldılar ve her tepeye bir cami dikerek özel olarak bu şehrin siluetini oluşturdular. Bu aslında kent ruhu bakımından da dikkate değer bir şey. Bunu fark etmiş olmaları, buna dikkat etmiş olmaları çok önemli. Cami daha doğrusu kubbe ve minare ve aslında tabii martı. Biliyorsunuz martıların korunması için padişah fermanı vardı, yunusların korunması için padişah fermanı vardı. Müslümanlar bu şehri aldıktan sonra sadece imarı ile ilgilenmediler, bu şehrin şahsiyetinin nelerden mürekkep olması gerektiği konusunda da bir niyet belirttiler ve bunu da bence yaptılar, bu niyetin gereğini yerine getirdiler.

Miladi 1995, hicri 1416’ya yeni girdik, değil mi? Tarihte İstanbul’un hayatını üç safhada değerlendirebiliriz. Birincisi, fetihle beraber payitaht İstanbul. Payitaht İstanbul sahip olduğu topraklardaki yönetimi yerine getirmek üzere işleyen bir İstanbul ve bu özelliği ile aslında -belki çok iddialı bir söz olabilir çünkü iddia sahibi olanlar söylemiştir bunu- dünya dengesini sağlamaya matuf bir İstanbul olarak yaşadı. Ve bu anlamda iktisadî bir merkez değildi, daha ziyade -buna siyasî bile demek eksik kalır- bir siyasî ve kültürel merkez olarak İstanbul varlığını korudu. Ne zamana kadar? İşte modernleşme çabaları başlayıncaya kadar. Modernleşme çabalarının sonlarına doğru İstanbul geçimini temin eden şehir haline geldi, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesi ile. Daha önce İstanbul geçimini temin eden bir şehir değildi, bir kültürel merkez idi.

İsmail Kara: Geçimini başka yerden mi temin ediyordu?

İsmet Özel: Evet, geçimini temin eden bir şehir haline geldi. Daha sonra da geçimini temin eden şehir –bu ikinci safhasıdır- ve sizin konuşmanın başlarında söylediğiniz gayri-resmî olarak önemini kaybetmemesi buna çok bağlıdır, iktisadî bir merkez oldu İstanbul, ikinci aşamasında.

İsmail Kara: Yalnız, kültürel merkez oluşunu da İstanbul hiç yitirmedi. Yani Türkiye’nin eğer bir kültürel ortamından bahsedilecekse bu yine İstanbul’dur.

İsmet Özel: Tabii yani İstanbul’da bağlanmadıysa iş kültürel manada, hiçbir zaman bir belirlilik kazanmamıştır.

İsmail Kara: Hatta bu sanıyorum üniversite açısından da böyle.

İsmet Özel: Onu bilemiyorum, doğrudur. Gerçi üniversiteler şu anda tartışılabilinir bir şey. Üçüncü aşaması İstanbul’un, özellikle 60’lı yıllardan sonra başlayan nüfus göçü. 70’li yıllarda çok hızlanan, 80’li yıllarda durmayan ve 90’lı yıllarda artık ne yapacağız noktasına gelen nüfus göçü ile başlayan ve Türkiye’nin bir modeli olmayı hedefleyen İstanbul. Bir şekilde birinci aşamada siyasî ve kültürel merkez, ikinci aşamada bir anlamda iktisadî merkez, üçüncü aşamada bir millî merkez özelliğine sahip. Tabii üçüncü aşamada diğer iki özelliğini de kaybetmeksizin var olması garip bir yoğunluk sağlıyor İstanbul’a.

İsmail Kara: Bu nüfus meselesini geçmeden; belki başka bir yere geçeceksiniz. Sizinle bir boğaz yolculuğumuz sırasında, “Boğaz bütünü ile işgal edildi.” işte, “Her taraf tıraş edildi, millet yerleşti.” falan filan diye konuşurken, siz bunun aynı zamanda bir avantaj olduğunu söylediniz ve dediniz ki, “Artık başkalarına satılacak yer kalmıyor boğazda, bizim insanımız buraları işgal ediyor. Hem de sıradan bir işgal de değil, aynı zamanda buraları donatıyor kendisine göre. Nüfus konusunda da Türkiye’de İstanbul merkezli, Boğaz merkezli bir dış çözüm dayatılırsa eğer, buradaki Müslüman Türk nüfusun yoğunluğunu hiçbir şekilde göz ardı edemezler, bu belki gizli bir aklın ürünüdür.” gibi yorumlar yapmıştınız.

İsmet Özel: Evet. Şöyle bir anekdot anlatılır, fıkra-anekdot: Bir toplantıda serbest konuşmalar sırasında bir Türk gazeteci bir Yunanlı gazeteciye diyor ki, “Siz de galiba İstanbul’u almak istiyorsunuz?” Yunanlı gazeteci bunun üzerine diyor ki, “Yani o galiba o eskidendi.” Çünkü bu fıkranın anlatıldığı dönemde işittiğime göre İstanbul’un nüfusu 10 milyon olmuş, bütün Yunanistan’ın nüfusu 10 milyon. “Herkesin başına bir adam mı dikeceğiz İstanbul’u alıp da.” diye böyle bir şaka yapıyor. Tabii her şakanın altında bir hakikat gizlidir.
İstanbul’un bu derece yoğun nüfusa kavuşmasında iktisadî birtakım sıhhatsiz hususlar var. Çok önemli bir şey, Türkiye’nin 6/1’i bir bakıma İstanbul’da toplanıyor ki çok büyük bir baş, gövdenin taşıyamayacağı kadar büyük bir baş olduğu söylenebilir. Ciddi bir şey gerçekten, bir çözümünün bulunması lazım. Özellikle Anadolu’da üretkenliğin artması için birtakım tedbirler alınması lazım. İstanbul’un bu yoğun nüfusu azaltılmasa bile dengeleyecek bir şey bulmak lazım. Ama bunun dışında İstanbul’un artık yeni bir renge, yeni bir sese, yeni bir tınıya sahip olduğunu hesaba katmak lazım. İstanbul’a göçen insanlar İstanbul’u bir kere camilerle kuşattılar. Bu çok önemli bir şey. Bu camilerin mimarisinden birçokları şikâyetçi; olabilir ama çok önemli bir şey. Bir zamanlar insanlar biraz gırtlaklarını yırtarak “Türk İstanbul” diye bağırırlardı, aslında biz buraya şahsiyet kazandırdık diye. Bunda da haksız değillerdi ama zorlanıyorlardı İstanbul’un Türk özelliğini vurgulamak için. Ama şimdi artık böyle bir özelliği vurgulamak için büyük bir çabaya, çırpınışa girmeye gerek yok; Türk özelliği İstanbul’un çok belirginleşti. Bir kere camilerle kuşattık İstanbul’u, mimarilerini beğenmedikleri camilerle. Sokaklarını yani altyapı tesislerini falan filan şüphesiz çok şikâyetçi olacak şeyler ama İstanbul yeni bir hayat biçimini bulma şansını yakalamış bir şehir oldu.
Şimdi, şöyle bir noktayı gözden uzak tutmamak lazım. Eskiden İstanbul aldığı göçü içinde eritirdi, İstanbul özellikle 93 Harbi’nden de sonra, daha öncesi de dâhil olmak üzere sürekli göç alan bir yerdi aslında. Şu andaki göç sayıca çok yüksek olduğu için dikkat çekiyor, yoksa İstanbul hep göç aldı. Ama ne olurdu? İstanbul payitaht olduğu dönemde hâkim kültür tarafından belirlenen esaslar dâhilinde İstanbul’a göçen herkes bu kültür tarafından emilirdi.

İsmail Kara: Zaten belli yerlere iskân edilirlerdi, isteyen istediği yere geçemezdi.

İsmet Özel: Ama bir de İstanbul’un İstanbulî bir tarafı vardı ve buna uyulurdu. Bu, tekrar tetkik edilmesi gereken bir kültür. Ben kınama manasında söylemiyorum ama şimdi İstanbul yeniden tarif edilmesi gereken bir kültürün şehri haline geliyor. Göç İstanbul’u eritemiyor, İstanbul aldığı göçü eritemiyor. Belki de bu gerekli. İstanbul bundan sonra aldığı göç ile rengini bulan bir şehir haline geldi ki bu çok kötü bir şey sayılmaması gerekir.

İsmail Kara: 80 sonrası seçimlerde de siyasî olarak da işin bu tarafı çok öne çıktı. Özellikle kamuoyu araştırmacıları ilk zaman çok şaşırdılar çünkü buralardan belli bir siyasî görüşe ve belli bir partiye akış olacak diye düşündüler ki ondan önce öyle idi, öyle gibiydi veya. Fakat artık böyle değil.

İsmet Özel: Evet, yani dediğim gibi İstanbul artık Türkiye’nin temsil imkânını bulduğu bir şehir oldu, bunu göz önüne almak lazım. Kuşkusuz kent kültürü diye bir şey var dünyada ama bizim topraklarımızda mensup olduğumuz kültürde feodal geçmişi olan Avrupa’nın kent kültürü aynen kopya edilmez. Birçok hatalar işlendiğini ben de kabul ediyorum şehirleşme süreci içinde. Ama bu hataları Avrupa’da kurulmuş şehirlere benzemediği için tespit etmemek lazım. Avrupa’daki örneklerine uymadığı için Türkiye’de hata, İstanbul şehirleşmesinde hata yapılıyor dememek lazım. İstanbul’un kendine mahsus bir modeli vardı, aslında Türkiye’de Müslüman dünyanın kendine mahsus bir yerleşim modeli var ve İstanbul bununla çok ilginç bir belirtisini sunmuştur tarih içinde. Bu yeni şartlarda yeniden ele alınması lazım, model kendisi olmak üzere düzenlenmesi lazım İstanbul’un. Çünkü İstanbul aslında kendi dehasına sahip bir şehirdir. Bu lafı böyle parlak bir laf olsun diye söylemedim. Dikkat edin, yıllardan beri İstanbul’da yaşıyoruz, İstanbul’da bir problemin çözümü lehine yapılan küçücük bir müdahale çok büyük verim veriyor. Trafikten tutun suya, sudan bilmem hava kirliğine böyle bünyevî bir dehası var, yapısal bir dehası var İstanbul’un. Lehine bir adım atıldığı zaman İstanbul, bunu azamî istifadeye uğratacak şekilde geliştiriyor.

İsmail Kara: Geleneksel deyişle, “İstanbul’un sahipleri var”.

İsmet Özel: Evet, bu da tabii üzerinde durulması gereken bir şey.

İsmail Kara: Bu son tanker faciası olduktan bir gün sonra vapurla karşıya geçiyordum. Karşımdaki sırada kaptan olduğunu konuşmasından çıkardığım bir zat konuşuyor yanındaki meslektaşı ile ve diyor ki, “İşte ‘İstanbul’un sahipleri var, büyük zatlar yatıyor’ gibi laflara hiç aldırmazdım fakat tanker faciasının bu kadar ucuz atlatılmasından sonra buna inanmaya başladım, meslekî olarak inanmaya başladım. Başka türlü açıklanması mümkün değil.” diyor. “Bu felaketin böyle Karadeniz’e doğru bir tür ortadan kalkması akıl alacak bir şey değil.” diyor. “Bu sahiplik işine aklım yatmaya başladı.” diyor.

İsmet Özel: Evet, aslında bu noktadan kalkmak lazım. İstanbul’un sahipleri var ve insanlar bu bilinçle hareket ettikleri takdirde iyi sonuç alınabilinir İstanbul’dan. Kafamızda değiştirmemiz gereken şey, İstanbul’un başka bir kültürün birimlerine uyarlı hale getirilmesi tehlikesidir. Bunu aklımızda tutarsak çünkü İstanbul, İstanbul yerlilerinin de yahut uzun yıllar İstanbul’da yaşamış olanların da teslim ettikleri gibi iyi ve kötü her şeye sahiptir, yani insan gibidir. Ben kendim de ilk defa İstanbul’u 20 yaşımda 1964 yılında gördüm ve bu insanın hemen fark ettiği bir şey: Her şey olan bir şehir bu. Dünyanın başka şehirlerinde bu özellik olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla her şey olduğuna göre burada bizim şuurlu bir katkımız, bir tavır alışımız cevap bulabilir.

İsmail Kara: İsterseniz baştaki soruya dönelim? Kültürel ve siyasî bir merkez, iktisadî bir merkez ve millî bir merkez olarak bugün İstanbul’un var olan kimliğinin kime ait olduğu…

İsmet Özel: Sorusunu cevaplandırmaya çalışalım.

İsmail Kara: Çünkü son yıllarda 83, 84 ve 88 arası İstanbul’a sanki yeni bir şekil, yeni bir fonksiyon verilmeye doğru da gidildi. Bundan vazgeçildi belki, şuurlu olarak, gayri-şuurî olarak. İsterseniz bu çerçeveden de…

İsmet Özel: İstanbul’un önünde duran durum tehlike mi yoksa bir avantaj mı, onu zaman gösterecek. Kuşku yok ki dünyadaki hegemonya mekanizması İstanbul’u kendi geleceği için kullanmaya çalışacaktır. Yani “İstanbul Kimin?” sorusu ilk planda, “Acaba İstanbul dünyanın başına bela olan medeniyetin bir ajanı, bir ara gücü bir şehir mi olacak?” Bu bir. “İstanbul Kimin?” sorusunu İstanbul da dâhil olacak şekilde, “İnsanlığın düşmanlarının malı mı?” sorusunu cevaplandırmak gerekir. Bunu gönlümüzde tabii, “Böyle olmamalı.” diye cevaplandırıyoruz ama bu ciddi bir şey. İstanbul mesela bir finans merkezi olduğu takdirde, Ortadoğu’ya ve Uzakdoğu’ya hâkim olmak isteyen bir gücün basamak alanı olduğu takdirde “İstanbul Kimin?” sorusu yakıcı hale gelir.

İsmail Kara: Bir ara Beyrut olsun dendi, Beyrut çöktükten sonra.

İsmet Özel: Tabii böyle bir öneri birilerinin gündemindedir. Bunun bence alternatifi -alternatifi diyelim mi bilmiyorum, ister istemez diyeceğiz- Türkiye’nin millî kimliğinin yuvası olabilir. İstanbul Türkiye’deki siyasî geleceği belirleyecek olan gücün yani Türkiye’de yaşayan ve Türkiye’nin aslında ortalaması değil ama asıl unsuru olan insan tipinin malı olduğuna ya da onun en rahat edebileceği alan olduğuna karar vermek lazım. Bu iş biraz da bizim Türkiye’de yaşan insanlar olarak etkinliğimiz ile alakalı. Biz bu etkinliği göstermediğimiz takdirde ve İstanbul kendini çekip çevirme başarısını elde edemediği takdirde, tabii Türkiye’nin başına gelen İstanbul’un da başına gelecek. İstanbul bence artık Türkiye’de ta bu toprakların vatan edinilmesi sürecinde girişilen çabaların meyvelerinin alındığı yerdir. Dolayısıyla İstanbul hâlâ fethedilmiş bir toprak parçası olarak önem sahibidir. Bence fatih özelliğimizi küçümsemememiz lazım. Biz fatih özelliğimizi genellikle biraz sağcı bir espri ile kavramaya yatkın olduk bugüne kadar. Onun yerine daha üretken ve ne istediğini bilen bir şehir ahalisi, hemşeri zihniyetine kavuşabilirsek, İstanbul’un biz Müslümanların olduğu biraz daha tebellür edebilir diye düşünüyorum.

İsmail Kara: Aslında Anadolu’dan gelen halk biraz öncesinde de belirttiğiniz gibi kendi iç refleksleri ile bunu bir şekilde yapıyor. Sizin söylediğiniz biraz daha üst düzeyde. Yani belki bunu da içine alan hatta buna yol, yön, siyaset gösteren, tayin eden bir…

İsmet Özel: İstanbul’un dehası bunu gerektirir. Şunu düşünmüyoruz: İstanbul Türkiye’nin bir modeli oldu derken İstanbul kendine mahsus özellikleri yeniden tanımlamayacak anlamında değil. Yani Sivaslı Sivaslı, Erzincanlı Erzincanlı, Edirneli Edirneli, Manisalı Manisalı, Karslı Karslı kalarak İstanbul oluşmayacak. İstanbul bütün bu taşıdığı nüfusun yeniden bir dil bulduğu şehir olacak, İstanbul onların olacak.

İsmail Kara: Bu çerçevede de Türkiye’yi temsil edecek.

İsmet Özel: Evet.

İsmail Kara: Vaktimiz çok daraldı ama o İstanbul’un yeniden gündeme gelen Boğazlar meselesi ve İstanbul’un bir bakıma Balkanları potansiyel olarak tehdit etmesi meselesi var.

İsmet Özel: Bence bunlar biraz politik senaryolarla alakalı bir şey. Biraz önce sözünü ettiğimiz İstanbul’un yapı itibari ile yeni bir kimliğe kavuşması bu tasarıları işlemez hale getirecek bir özelliktir. Artık İstanbul bu yeni göçmenleri, son 25 yıldır İstanbul’a göçen Türkiyelilerin belirlediği hem kültürel hem de siyasî etkinliğin gereğini yerine getirecektir. Bu yüzden Karadeniz’e sahili olan ülkelerin İstanbul üzerindeki etkileri, Akdeniz’e açılan yol dolayısıyla İstanbul’a duyulan ilgi bu nüfusun hesaba katılması sureti ile bir sonuca bağlanır diye düşünüyorum.

İsmail Kara: Bu açıdan da bu nüfusun belli bir şuura sahip olması çok önemli.

İsmet Özel: Çok önemli tabii. Bunun için aslında örgütlü bir toplum olmanın bir yolunu bulmamız lazım. Ne yazık ki şu anda İstanbul’da şimdilik sadece geçim ön planda duruyor. Ama bir avantajı var bunun…

İsmail Kara: Belki geçim ön plana çıkar.

İsmet Özel: Evet, ama bir avantajı var bunun, İstanbul’da geçimin ön planda olması yeni bir atlama taşı olarak İstanbul’un kullanılması anlamına gelmiyor, yine İstanbul bu toplumun kendine dönük bir faaliyetine konu oluyor. Mesela adam Konya’da büyük bir iktisadî potansiyel biriktirip bunu azamiye çıkarmak üzere İstanbul’a taşındı diyelim, İstanbul’dan sonra Berlin’e ya da Londra’ya ya da New York’a taşınma niyeti ile faaliyet göstermiyor. Artık İstanbul bir bakıma kendi dünyasını pekiştiren bir etkinliktir. Bu bakımdan geçim meselesi de o kadar ahlayıp vahlanacak bir mesele değil. Yeni bir faaliyet, yeni bir açılım için bir imkân bence.

İsmail Kara: Bu şey de önemli. Yalnız İstanbul’da kalarak Balkanlara uzanma son yıllarda çok artıyor.

İsmet Özel: Bu aslında eşyanın tabiatından olan bir şey, bu olacak tabii.

İsmail Kara: Böyle bitirelim isterseniz bu akşam. Umalım İstanbul bizi duymuştur, İstanbullular zaten duymuştur. Efendim hayırlı akşamlar diliyoruz.

31 Mayıs 1995, Kanal 7 

İstanbul Kimin?

Evet, açış sözleriniz arasında çok ilgimi çeken bir şey oldu: Bir İstanbul sohbeti. Sanki İstanbul’a mahsus bir sohbet olurmuş gibi.

Türk İstanbul

İstanbul’un başına gelen hadiseler dünya tarihinin merkezindeki hadiseler olarak anlaşılmak zorundadır. İstanbul’un Türkler tarafından fethi de bu hadiselerin başında gelmektedir.