Türk Olmak İçin

(Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in İstiklâl Marşı Derneği’nin İkinci Sene-i Devriye Bülteni’nde neşredilen yazısıdır.)

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı?  Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa;  olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez.  Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı?  Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir.  İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor.  Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.

Şiirler dünya görüşlerinin kaynak metinleri değildir; olmaya özenmeleri de faydasızdır. Oysa şiirle kurulacak yegâne sahici bağ dünya görüşü aracılığıyla olur. İstiklâl Marşı bir şiirse, onu kaynak metin saymamakla doğru bir tutuma sahip oluruz; ama bir dünya görüşüne sahip değilsek İstiklâl Marşı anladığımız bir metin değildir. Şiire anlamsızlık yakıştıran, şiirin güç aldığı dünya görüşü seviyesine çıkamamış olandır. Dünya hayatının en yaygın ürünü şaşkınlıktan kurtulmak isteyenler şiire değil, dünya görüşüne sarılır.  Bunu tuhaf karşılamayız; çünkü kendimize çeki düzen verirken işimizi çabuklaştıran dünya görüşümüzdür. Neyin şiir olduğu fark etmek bile başlıbaşına başka bir iştir. Kendini zihin değerlerinin en derininde sabitleyip nazarını oradan insana değdirdiği için şiirin acelesi yoktur. Şiir ağır ağır gelir, nazlana nazlana yaklaşır, bu da yetmedi, şiir geliş şartlarını kabul ettirdiği zaman ancak gelir; ama nesir böyle değil. Nesrin kıymeti bilişimizi,  onu doğuran müsait şartların olgunlaşmasına borçluyuzdur. Nesir yakalanacaksa, hem mübdii ve hem de karii bakımından kaçınılmaz bir şartın olduğu, vazgeçilmez bir şartın olduğu çağda yakalanmalıdır. Şiir açıklar, öğretir. Nesir terbiye eder, terakki sağlar.  Bu yüzden bazı şeylerin nesir halinde âcilen telâffuz edilmesinin lûzumu var. Amerikalı olmakla Türk olmak arasındaki farkın dile getirilmesinin tam çağıdır.

Amerikalı olmak için zahmete girmeye gerek yok. Tarihte zahmet yükünü çekemeyenler Amerikalı oldu. Günümüz şartlarında Amerikalı olmakla, olmak istemekle zahmetsiz galibiyet, istemek müterâdiftir. Türk olmak hak edilmiş bir galibiyeti müdafaa ile mümkündür.  Türk olmak için tarihte bir zahmete girilmiş ve bunun semeresi alınmıştır. Şimdi yeni bir zahmet dönemi bahis konusu değildir. Semerenin müdafaası kifayet eder.

Neden alelacele Türk ile Amerikalı farkını zikrediyoruz? Neden diğer farklar değil de illâ bu fark? Çünkü bugün artık Almanlar harbi kaybettikten sonra beynelmilel ilişkileri anlamlandırmamıza el verecek bundan daha esaslı bir farkın kalmadığı gizlenemiyor. Düne kadar gizlenebiliyordu. Dün gerek Türklüğü ve gerekse Amerikalılığı sosyalizm ve İslâmiyet kisvesi altında gizli tutuyorlardı. Siyasete yeni bir gün doğunca, Türklük ile Amerikalılık arasındaki fark herkesin gözü önüne çıkıverdi. Gözler önündeki şeyi göstermemek için devreye at gözlükleri başta olmak üzere her türlü gözlük giriyor, kafalar elle tutulup başka taraflara çevriliyor. Hâsılı,  Türk’ün Amerikalı’dan, Amerikalı’nın Türk’ten hangi bakımdan farklı olduğuna dair bilgiden ve dolayısıyla bu bilginin Türk hesabına nasıl bir millî menfaat doğuracağına dair bilgiden kasten uzak tutuluyoruz. Yani biz Türkler bir tuzak içinde debelenmekteyiz. Bilgilenerek bizi içine düşürdükleri tuzaktan sıyrılabiliriz.

Kim bilgiye kavuşmak için acele etmezse, onun bu tembelliğinden gıdasını cehalete borçlu olduğu mânâsını çıkaracağız. İşlerini ya câhil cesaretiyle görüyor veya başkalarının cahil kalmasından bilistifade iş çeviriyor veyahut hayatla bilgi arasında bir irtibat kurulamayacağı fikrine sahip.  Kim olursak olalım, eğer gayemiz câhil kalmak,  günden güne câhilleştirmek ve namusu bölüp parçalamak değilse, millet meselesinin, harbin bitiminden, 1945’ten itibaren mahiyet değiştirdiğine akıl erdirmeğe mecburuz.  Daha vahimi, millet meselesinin mahiyetini anlamaksızın hiçbir şeyden anlayamayız. O kadar ki fizikten bile haberdar olmamız millet meselesiyle yakından alâkalıdır.  Bakın, daha Alman harbi başlamadan, 1929’da, şunları Albert Einstein söylemişti: “Eğer benim izafiyet nazariyemin doğruluğunun tespiti muvaffak olursa, Almanya bana bir Alman olma hakkı tanıyacak ve Fransa benim bir dünya vatandaşı olduğumu ilân edecektir. Nazariyemin asılsızlığının ıspatı halinde ise, Fransa benim bir Alman olduğumu söyleyecek ve Almanya benim bir Yahudi olduğumu ilân edecektir.” 

Neler olmuş da bu sözler söylenmiş? Millet meselesinin mahiyetiyle bu sözlerin ilgisi ne? Kafamızda bu soruların cevapları yoksa, helâk olmamız yakındır. “Vakit dar olsa gerek”. Bize vakitlice hareket etmek düşüyor. Hangi hareket bizi felâha götürür? Önümüzde birçok hareket seçeneği var: Durduğumuz yerde debelenmek, sinsice sürünerek ilerlemek, emin adımlarla yürümek, koşmak. Ne türden bir hareketi benimsemişsek bununla şahsiyetimize delil olacak bir izi tayin etmişizdir. Araçlar amaçlardan bağımsız olamaz. Hareketimiz öncelikle işi hangi yöntemle ele alacağımızı bilmekten kaçmayalım. Yöntemimiz şu ifadede özetlenmiştir: Olmamış olmaz; olmuş, olmamış olmaz. Bundan sonra ne olacaksa, bu olan şey, daha önce olanlardan biridir. Daha önce olanlardan hangisi? Körün taşı nereye değerse mi? Hayır, asla öyle değil. Bundan sonra ne olacaksa, bizim hayra mı, şerre mi dua ettiğimizle mukayyettir. Olmamış olmaz.  Duamızı düzgün edebilmemiz için nelerin olduğunu bilmek mecburiyetindeyiz. Nelerin olduğunun tamamını bilebilir miyiz? Elbette bilebiliriz.

Bilinecek şeylerin tamamı bize gerekli olan kadarıdır. Biz kimsek ve bize ne gerekiyorsa... Kim olduğumuz umurumuzda değilse ve uhdemizde dünya kadar gereksiz bilgi varsa, bizim dertliler kervanına katılmamız söz konusu değildir. Eğer dertliler kervanına katılamamışsak en büyük endişemiz itlerin ürümesidir. Türk olmak dertliler kervanında yerini almak anlamına gelir.  Bu halimizle biz bizzat “dert” sayılırız. Her Türkiye düşmanının başına dert oluruz.

İsmet Özel, Mart 2009

AKP Kapanamaz, İstiklâl Harbi'nin Mağlupları AKP'yi Kapattırmaz

Savaş alanı ve barış masası. Bu ikisinin şartlarının birbirine uymadığını herkes bilir. Dikkat gerektiren durum odur ki, biz Türkler barış masasında İstiklâl Harbi kazanmış bir millet değiliz. Bilakis, Batum’u ve Batı Trakya’yı barış masasında kaybetmiş bir milletiz. Biz o milletiz, kalbinden İstiklâl Harbi’ni kazanan orduyu doğuran, o orduya ithaf edilen İstiklâl Marşı’nı, kalbinden doğuran millet biziz. Türkiye’de bir ikinci millet yok.

ABD KEMALİST TÜRKİYE’YE HİÇBİR ŞANS TANIMADI

En şık beyan ediliş biçimiyle “La Turquie Kemaliste” bir ham hayal mahsulüdür. Bil fiil olmasa bile bil kuvve vardır deme densizliğine bile yer yok. Türklükle alakası olsun olmasın kendini zaman içinde “Kemalist” diye tanıtan fertlere rastlanmış olduğu inkâr edilemese de; ne Mustafa Kemal hayatta iken, ne de ölümünden sonra bu yaftaya sahip çıkan bir zümre tebellür etmiş ve ne de böyle bir fikriyatın mevcut olduğunu tevsik ettiğine kanaat getirebileceğimiz metinler doğmuştur. 12 Eylül 1980 müdahalesi akabinde doğmuş olan Kemalizm’in itibar kazanma ihtimali idi ve bu ihtimal 10 Ağustos 2014 seçimiyle ABD tarafından yok edildi. 

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? (IV)

Kâfiri küfründen ne Tanrı’ya inanıyor oluşu, ne de bir Tanrı’ya ibadeti yüceltişi arındırır. Biz insanların küfürden arınmaları hadisesine emanete hıyanet edip etmeyişleri zaviyesinden bakarız. Bu hakikatin üzerine Resul-i Ekrem’in irtihaliyle bir gölge düşmüş, Hulefa-i Raşidin dönemi müminlerin bu gölgeyi yok etme çırpınışlarıyla geçmiş ve nihayet çok çeşitli sebebe binaen Müslümanlaşmış insan yığınlarına “dünyaya uyma” hali galip gelmiştir. Allah katındaki dinin imtiyazı ahiret yurdunu tercih eden kaç kişi kaldıysa onların eline bırakıldı.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(II)

Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.

ÖLEN ÖLDÜ KALAN SAĞLAR HÂİNDİR

Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu.

Türk Olmak İçin

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı?  Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa;  olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez.  Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı?  Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir.  İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor.  Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(I)

Allah nasıl Türklerin diğer milletlerden olan bariz üstünlüğüne bilhassa Hıristiyan takviminin 24-26 Ekim 1596 günlerinde cereyan eden Haçova Meydan Muharebesi’nde teberrüken işaret etmiş idiyse; aynı Allah XXI. Hıristiyan asrının 2007. senesinde de Türkiye’nin ve Türklerin hem AKP yobazlığından ve hem de AKP yobazlarından kurtulmasına vesile olacağı iradesiyle İstiklâl Marşı Derneği’ni yaratarak beni, ben İsmet Özel’i bu derneğin başına getirdi. AKP’ye  niçin yobaz demekteyim? Bu sualin cevabına Millî Selâmet Partisi’ne Millî Melâmet Partisi adını takan Necip Fazıl Kısakürek vasıtasıyla ulaşmayı teklif ediyorum. Necip Fazıl’ın kimin yobaz olduğuna dair izahatı şöyleydi: “Adama yarın yeşil elbisesini giydiği takdirde öleceğini bildirdiğiniz zaman o size cevap olarak, böyle şeylerin cereyan etmeyeceğini ve size bu tarz sözleri bâtıl itikadın söylettiğini iddia eder.

Okur-yazar Olmamız İtikâdi Bir Meseledir

İstiklâl Marşı Derneği olarak, kendi lisanımızda okur-yazar olmayı asli meselelerimizden kabul ediyoruz. Kendi lisanımızda okur-yazar olmamız bizim için neden asli bir meseledir? Evvela bu hususun sarahate kavuşması lazım gelir.

İstiklâl Marşı Derneği’nin her bir  azasının  -üye değil aza olabilirsek vücut bulabiliriz ancak- kendi lisanımızda okur-yazar olma cuhudunun neye tealluk ettiğini bilme zarureti vardır. Yazımızı geri alma gayretimiz  kültürel bir ilgi değil bizatihi itikadımızın bir gereğidir.