TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? (IV)

Kâfiri küfründen ne Tanrı’ya inanıyor oluşu, ne de bir Tanrı’ya ibadeti yüceltişi arındırır. Biz insanların küfürden arınmaları hadisesine emanete hıyanet edip etmeyişleri zaviyesinden bakarız. Bu hakikatin üzerine Resul-i Ekrem’in irtihaliyle bir gölge düşmüş, Hulefa-i Raşidin dönemi müminlerin bu gölgeyi yok etme çırpınışlarıyla geçmiş ve nihayet çok çeşitli sebebe binaen Müslümanlaşmış insan yığınlarına “dünyaya uyma” hali galip gelmiştir. Allah katındaki dinin imtiyazı ahiret yurdunu tercih eden kaç kişi kaldıysa onların eline bırakıldı. XII. Hıristiyan asrından bu yana Müslüman kılığına girmiş “bir kısım” kâfir biz Müslümanlar arasında ve bilhassa üstünde bir yer kazanmak, bu yerini teminata bağlamak kastıyla bizlerden ne kadar dünyevî ukala taifesi varsa onları bu hükme ters bir istikamette şartlandırmıştır. Nifak budur. Münafıklar itibarı, itibarın getirisini seçmiş ve gözlerini bizleri onların fikir âlemlerinden akıl devşirecek hale düşüren bir mevkie dikmiştir. Zaaftan kurtulamadığımız bilinse bile her çeşidinden aklileştirmelere ölüp bayılıyoruz. Mescid-i Dırar’ı yıkarak geçtiğimiz Türk oluş safhasından Türklüğü hafife aldığımız Batılılaşma safhasına kadar bize rasyonel görünen lâfızların ne cazibesine, ne de iğvasına itiraz edebildik. Sırasıyla Yahudiler, Ortodokslar, Katolikler, Theistler, Deistler Tanrı inancını aklileştiren delilleri vasıtasıyla bizimle yakınlık, hısımlık kurdukları iddialarından kazançlı çıktı. Bu suretle çağdan çağa  Müslüman vasfımızın ne kadarını askıya aldığımız bütün dikkatlerden uzaklaştırıldı.

Bir Tanrı’nın mevcut olduğuna dair varlıkbilimsel delil ve kanıt o Tanrı’nın vasıfları esas alınarak getirilir. Denilir ki, her şeye gücü yeten, her şeyi görüp bilip işiten bir varlığın mevcudiyetinin kabulü o varlığın Tanrı bilinmesi mecburiyetine kayıtlar bizi. Evrenbilimsel delil ve kanıt ise sebepsiz sonuç olmayacağı kaziyesini esas alır. Bir Tanrı’nın mevcut olup olmadığına dair istifhamdan kurtulmak algıladığımız her şeyin ortaya kim tarafından çıkarıldığı sualine evrenin mimarının Tanrı olduğu cevabı verilince mümkün olur. Bir çok başka ispat hadisesinin (meselâ argument from the design) yanı sıra bütün bunlar Allah’ı kendilerinden uzaklaştırabildikleri nispette sükûnete erişebilen kafaların meşgul olduğu şeylerdir. Oysa her kim Müslüman olduysa anlayış alanını, kavrayış seviyesini kendini Yaratan’ın kendine şahdamarından daha yakın olduğunu öğrenecek kadar genişletmiş ve yükseltmiştir. İslâm vahdet dinidir: Din, ilm, cihat, rızk ve bunlarla müspet münasebeti inkâr edilemeyen daha niceleri tam, noksansız bütündür, birbirinden ayrılmaz.

Müslümanlığımızın ne kadarını askıya aldığımız hususundaki şuuru bize daha başında yani Abbasi saltanatı süresince iade eden Türklük olmuştu, bundan sonra aynı şuura talip olacaksak Türklükten başka tutamağımız yok. Yahudilerin ve Hıristiyanların yanı sıra Müslümanların da “semavî” değerlendirme dâhilinde olduğu sapmasına, sapıklığına Türkler karşı koydu. Kendini sapma, şaşma, sapıtma belâsından uzak tutana Türk dendi. Türk olarak anılmaktan gocunmayanlar bir kavimmiş gibi hareket etti. Allah Türklerde parlayan hidayetin ecrini modern çağın ilk milleti, en büyük millet, Türk milleti olma nusretiyle karşıladı.

Lâfzıyla ve ruhuyla Türk milletine cephe alan her kim idiyse ve bundan böyle kim olursa onun emanete ihanet edenler arasındaki yeri bellidir. Allah her çağda ve dünyanın her yerinde yaşamış ve yaşayan her ferde hainlerden biri olmama imkân ve fırsatı tanımıştır. Emanetin ne olduğunu merak etmeyen ihanetin neye taalluk ettiği ilminin cahilidir. İlmin istirahati ahirette arayan istikametini rehber edinenlerle zevkin dünya hayatını dolduruşuna kurtuluş anlamı verenler arasındaki mübarezeyi müşahede etmek iman gereğidir. İman bizi düello sahasına davet ediyor. Belki şimdilik mümini meşgul eden böyle bir sahanın tahrip edilmesi yüzünden ortaya çıkan olaylardır. Türklüğün iman çekirdeği olduğu gün ışığına enkaz kaldırılınca, enkaz kaldırıldıkça çıkar.

İsmet Özel, 20 Eylül 2014

İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.

 

GELE GELE GELDİK BİR KARA TAŞA

O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım 

İçinden geçirildiğimiz karantinalı günlerin kırkı çıktığına göre üzerine konuşabilir, gücümüz yettiğince adını koyabiliriz. Kâfirlerin cenneti, Mü’minlerin zindanı bu dünyada cereyan eden katakulli, düzenbazlık, dolandırıcılık ve yalanların aslını öğrenmek bunların hiçbir etki uyandırmayacağı zamanlara kalır.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ? (V)

Enkaz… Nedir enkaz? Müslümanların arz üzerinde istikamet üzere yürüyüşlerinin en şedit maniası olagelmiş enkaz neden, nelerden müteşekkildir? Müslümanlığı arz üzerinde mer’i kılan şeyin aynı zamanda Müslüman kimliği gayri-Müslim kimlikten ayıran şey olduğunu reddetmenin getirdiği maddi ve ruhi yıkım İslâm tarihi boyunca karşımıza çıkan enkaz olarak teşhis edilebilir. Tarihte ve hassaten Müslümanların zamanı ve vakti hemhal kıldığı İslâm tarihinde İslâm’ın dinlerden bir din olmadığı, Allah katındaki yegâne din olduğunu Türklük bizzat sahneye çıkarak apaçık anlatmıştır. Tarihe bakan herkes biz Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanlarla hiçbir asırda aynı tarafta mekân tutmadığını, aynı kümede, sözümona semavi dinlerin teşkil ettiği küme içinde yer almadığını görebilir. 

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(II)

Yerküre ufkundaki bağımsız Kürdistan kimlerin yüksek müsaadeleriyle kuruluyor? Bu sualin cevabını umursamayanlar kapitalizmin global çağında vukuata vaziyet edecek bir otoritenin tesis edilmesini ve dolayısıyla anarşiye meydan vermeyecek bir hiyerarşinin yürürlükte kalmasını tabiî kabul edenlerdir. Onların kafasını meşgul eden sual “Amerika bu işe müsaade eder mi?” veya “Amerika bu işin ne kadarına müsaade eder?” sualidir. Bir kontrol mekanizmasının kaçınılmaz ve giderek zaruri olduğuna inananlara Türkiye’deki Amerika iki perspektif sunuyor: Hayata soldan bakanlar Amerika’nın Türkiye ile ilgili aldığı kararların Avrupa ülkelerine tahsis edilen yere uygun şekilde alınmasını bekliyor.

TÜRK DEĞİLİM DEMEK SUÇ MU, GÜNAH MI, CÜRÜM MÜ, KABAHAT Mİ?(I)

Allah nasıl Türklerin diğer milletlerden olan bariz üstünlüğüne bilhassa Hıristiyan takviminin 24-26 Ekim 1596 günlerinde cereyan eden Haçova Meydan Muharebesi’nde teberrüken işaret etmiş idiyse; aynı Allah XXI. Hıristiyan asrının 2007. senesinde de Türkiye’nin ve Türklerin hem AKP yobazlığından ve hem de AKP yobazlarından kurtulmasına vesile olacağı iradesiyle İstiklâl Marşı Derneği’ni yaratarak beni, ben İsmet Özel’i bu derneğin başına getirdi. AKP’ye  niçin yobaz demekteyim? Bu sualin cevabına Millî Selâmet Partisi’ne Millî Melâmet Partisi adını takan Necip Fazıl Kısakürek vasıtasıyla ulaşmayı teklif ediyorum. Necip Fazıl’ın kimin yobaz olduğuna dair izahatı şöyleydi: “Adama yarın yeşil elbisesini giydiği takdirde öleceğini bildirdiğiniz zaman o size cevap olarak, böyle şeylerin cereyan etmeyeceğini ve size bu tarz sözleri bâtıl itikadın söylettiğini iddia eder.

ÖLEN ÖLDÜ KALAN SAĞLAR HÂİNDİR

Elinizde tuttuğunuz cerîde için İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel’den yazı istediler. Ne yapılabilir? Şimdiye kadar (Kaçıncı ‘şimdi’dir bu!) yayın alanına sürdüğüm şeylerin hiçbiri âniden zihnimde çakıp da kâğıda döktüğüm şeyler olmadı. Bir sütunu haftanın yedi günü doldurmak zorunda kaldığım dönemlerdeki gazete yazılarım da bu hesaba dâhildir. Yazmanın bir cüretkârlık olduğuna başından beri inandığım için yazarken neye cüret ettiğimi düşünmenin içime saldığı tedirginlik üzerimden hiç kalkmadı. Ben bu baskı altında her satırı kemal-i ciddiyetle, hangi sözlerin nereye varacağının hesabını ihmal etmeden yazdım. Başkalarının alelusul yaptığını bir türlü, çok istediysem de yapamadım: Bir yazıyı “şişirivermeyi” beceremedim. Bigânelik bana göre değilmiş. Kaderim bu.

Türkiye'nin Önü Manialarla Doldurulmuştur

Doğumumuzu “dünyaya gelmek” mastarıyla dile getirmemize imkân sağlayan bir lisan Türk Milleti’ne ihsan edildi. Böylelikle dünyaya başka bir yerden gönderilmiş olduğumuzu dile getirebiliyoruz. “Dile getirmek” mastarıyla tekellüm edişimiz ise bizde evvelen doğmuş / dünyaya gelmiş olan bir meramın kelâma kavuşmasına işaret ediyor. Hidayet Rehberi  Kur’ân-ı Kerim menşeli bir lisan olarak Türkçe, sadece bedenimizin değil, amellerimizin de yaratılmış olduğunu bize hatırlatıyor.
 
İstiklâl Marşı Derneği üyeleri olarak bir sebebe istinaden dünyaya “gönderilmiş” olduğumuzu biliyor, o sebebin “dile getirilmesi” vesilelerini de birer hediye olarak görüyoruz. Genel Başkanımız İsmet Özel ile, dünyanın ahvalinden ayrı düşünemediğimiz Türkiye’nin ahvalini ve kendi halimizi konuşmayı hediyeleşmek kadar değerli görüyoruz. Mülaki oluyoruz. 
 
12.11.2011 tarihinde İstanbul Şubemizde, üyelerimizin huzurunda gerçekleştirilen ilk mülakatımızı aşağıdaki satırlarda okuyabilirsiniz.

Türk Olmak İçin

Şu İstiklâl Marşı Derneği ortaya hiç çıkmamış olsa olmaz mıydı?  Başka iş mi kalmadı uğraşılacak? Sualleri biraz daha özele indirgeyelim: Hayatımı verdim; şiirimi aldım diyen biri, şiir dışında kalan diğer yazış yollarından hiç birine uğramasa olmaz mıydı? Eğer şiir dışında kalan yazış yolları derken sadece hikâye, roman, tiyatro gibi sanat uğraşılarına zemin hazırlayanları kast ediyorsak, olurdu; ama şiir dışında kalan yazış yollarının içine fikir beyanına, tercihlerdeki sarahate imkân veren yazılar da giriyorsa;  olmazdı. Bir şairin yazmadığı hikâye, roman, tiyatro sebebiyle kayba uğradığı söylenemez.  Nedir yazmadıkları sebebiyle bir şairin iflâsa sürüklenmesinin aslı?  Şiirdeki “ipham” kalbin kuvvetine işaret etmiyorsa ortada şiir değil kof söz vardır. Şiir dışında neler şairi meşgul ettiyse onlar bize, o mısralı yazanın kalp atışlarındaki sahicilik bakımından bir fikir verir.  İşte bu gerekçelerle, sarih tercihleri olmadığı, hiçbir fikir beyan etmedikleri halde yazdıklarına şiir adı verilmesini isteyenleri ve onların isteklerini haklı bulanları iflah olmaz kalpazanlar saymamız gerekiyor.  Saymasak olmaz mı? Kalpazanlar arasında kendimize keyif çatacak bir yer açmak istiyorsak saymayalım.

PERGELİN YAZMAZ SİVRİ UCU

Modernlik dünyada bulunup bulunmadığımız hususunda şüpheye düşmemizle başlar. Modern düşüncenin fitilini ateşleyen Descartes şüpheyi ortadan kaldıran kişinin adı olarak bilinir. Onun verdiği cogito ergo sum hükmü hayatımızı müşahhas hale getirdi. Müşahhas demek şahıs haline girmiş demek.