İstiklâl Takvimi'nin 1443 senesine ait nüshasının neşri münasebetiyle 28 Zilhicce 1442 Cumartesi günü İstanbul’da “Muvakkitin Gözyaşları” serlevhalı sergimiz öğlen namazını müteakip Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in teşrifiyle açıldı.
İkindi namazını müteakip konsere geçilmeden önce teşrik tekbirleri, salat-i ümmiye ve İstiklâl Marşı'nın 10 kıtasının okunmasından sonra derneğimizin ikinci başkanı Gökhan Göbel sergi ve yeni neşriyatımızla alakalı bir açılış konuşması yaptı.
Sergi dolayısıyla İstiklâl Takvimi'nin yanı sıra Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in yeni kitabı Pergelin Yazmaz Sivri Ucu ve Mecburi Kıraat serimizin ikinci kitabı Vatan Yahut Silistre de ilk kez okuyuculara sunuldu.
Selamun aleyküm,
İstiklâl Marşı Derneği’nin tertip etmiş olduğu “Muvakkittin Gözyaşları” adlı sergimize ve sergi dolayısıyla verilecek konsere hoşgeldiniz. Bu, İstiklâl Marşı Derneği’nin tertip ettiği ilk sergi değil. İstiklâl Marşı Derneği ilk defa ömrünün beşinci yılında “Sönmez Ocağın Beş Yılı” isimli çeşitli vilayetlerimizde sergiler tertip etmişti. Bu sergilerde programlarımızın afişleri yer alıyordu. Tam İstiklâl Yayıncılık Ortaklığı (TİYO)’nun kuruluş tarihi de o senedir. Belki henüz TİYO ilk neşriyatını yapmamıştı biz “Sönmez Ocağın Beş Yılı” sergilerini yaparken. Bu dışarıda gezilen sergide TİYO’nun neşrettiği kitaplar var. Bunların başlıcası İsmet Özel kitapları diğeri İstiklâl Marşı Derneği’nin yayınları. Aynı zamanda İstiklâl Takvimi’nin de bir şekilde sergisi bu. Arşiv niteliğinde, elimizde olmayan takvimler de orada sergilendi. İstiklâl Takvimi’nin de matbu olarak onuncusu, aslında onbirincisi. Çünkü geçen sene kıymeti takdir edilmediği gerekçesiyle İstiklâl Takvimi’ni matbu olarak neşretmedik ama internet portalımızda daha önceki dokuz takvimimizin bir basamak daha üstüne çıkan bir takvim yayınladık internet portalımızda. Sadece orada yayınladık.
Bu takvim meselesi yazıyla bağlı bir mesele. Şöyle: Abidin Daver’in bir yazısı var Hıristiyan takvimine göre 1930 yılında. Yazımız elimizden alındıktan bir sene sonra gibi çünkü 1928’in sonundadır yazı inkılabı. Bütün inkılapların merkezinde yazı inkılabı vardır. Bu yazı da “Kamerî Takvim” başlıklı bir yazı. Takvim inkılabı yazı inkılabından daha önce olmasına rağmen yazımız elimizde olduğu için bütün gazeteler hicrî takvimi neşretmeye devam ediyordu. Abidin Daver’in şikayeti mealen şu: Harflere Arap harfleri dediğimiz için bu takvime de Arabî takvim dediğimiz için harf inkılabından sonra hicrî takvim de neşretmemeye başladı bütün gazeteler. Ayrıca yalnızca bir gazetenin takvim neşrettiğini ve onun da yanlış olduğunu belirtiyor. Kendisi kamerî takvime bakmak için Frenklerin kullandığı takvime müracaat etmek zorunda kaldığını söylüyor çünkü gavurlar sadece mehtaplı geceleri tespit etsin diye bu takvimi yayınlarlar. Bu yazının devamında bir şey daha söylüyor, diyor ki: Bizim bayramlarımız, kandillerimiz bir çok şey kamerî takvime göredir. Bunun haricinde –o günkü ortamı yansıtan bir şekilde– “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” da diyor hicrî takvime göredir. Yani bayramı kandili saymıyorsunuz bari onu sayın diyor yani. “Hakimiyet-i Milliye Bayramı.” Ben de bu sebeple tabi “Hakimiyet-i Milliye Bayramı”nın ne olduğuna baktım. “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” –saltanatın kaldırılması deniyor– esasen saltanatın Türk milletinin uhdesine, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine devredilmesi dolayısıyla bir “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” ilan ediliyor. Bu devir işi bir sene sonra, cumhuriyetin ilanına beş gün kala, o günlerde, 1922’de Osmanlı resmî olarak Rumî takvime geçtiği için bu işlerde, kanunlarda falan, Rumî takvim verilirdi, saltanatın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesine devri hadisesi de 2 Teşrinisani’de oluyor. Ama bir sene sonra, Cumhuriyet’in ilanına beş gün kala, o gün rebiulevvelin on ikinci gecesine tesadüf ettiği için, yani leyle-i veladet oluyor bu, mevlid gecesi–günü oluyor. Bunun mevlid gecesi ve gününde kutlanılmasını meclise kanun teklifi olarak veriyorlar ve cumhuriyetin ilk 7-8 yılında mevlid gecesi ve günü hakimiyet-i milliye bayramı olarak kutlanıyor. Buradan, yani bu hadiseden beş gün sonra ilan edilecek cumhuriyetin –yani bir cumhuriyet ilan edilecekse– mecburen bir İslâm Cumhuriyeti olması gerektiğini anlamak mümkün. Nitekim cumhuriyetin ilanından aylar sonra hilafet de aynı şekilde meclisin uhdesine devrediliyor ve hemen onun akabinde de bugün anayasa denilen Teşkilat-ı Esasiye’nin ikinci maddesine bir bent ekleniyor: Devletin dini, din-i İslamdır. Yani, saltanat yok hilafet yok, o zaman bu cumhuriyet ne cumhuriyeti denince bunun bir İslâm cumhuriyeti olduğunu belirtme zarureti var. Ne zamana kadar? Dört sene bu mer’i kalıyor. 1924-28 arasında. Ve önce “Devletin dini, din-i islamdır.” İbaresi anayasadan çıkarılıyor. Bunun akabinde yazı inkılabı oluyor. Yani eğer o madde çıkarılmasa yazı inkılabı yapılamaz. Tersi de olabilirdi. Yani, yazı inkılabı önce yapılsaydı sonra o madde çıkarılmak durumunda kalırdı. Yazı meselesi böyle bütün inkılaplarda merkezdedir.
Bir de tabi: “Muvakkitin Gözyaşları.” Yani, bu serginin isminin de bir anlamı var, onu da atlamayalım. Onbirinci takvimimizi, matbu olarak ise onuncu takvimimizi neşrediyoruz. Geçenlerde, Ramazan ayında imsakiye neşrettiğimiz için bir e-posta aldık. E-postada: Bu imsakiyedeki bütün saatler yanlış. Üstelik bütün akşam namazı vakitlerini 12 yazmışsınız diyor bize bu kişi. Sonra biz ona anlatınca kendisi, “Benim cahilliğime verin.” dedi. Bu durum şu anda Türkiye’deki çoğunluğun durumu. Yani İstiklâl Takvimi on senedir matbu olarak neşrolunuyor ama bu durum Türkiye’deki çoğunluğun durumu ise o zaman burada bir mesele var. Yani, İstiklâl Marşı Derneği’nin Türk Milletiyle bağında bir mesele var. Bunun da muhasebesini yapmak lazım, diyorum. Ama biz hiçbir şeyden vazgeçmiyoruz. Yani, bu sene hem portalde hem matbu olarak iki takvim neşrediyoruz. Yani, geçen sene matbu takvim neşretmedik. Bu sene portalimizde de ayrı bir takvim neşredeceğiz. Orada da bazı bölümler olacak. Fahri Genel Başkanımızın –söylediklerinin biz çok az bir kısmını yapabiliyoruz– çok yıllar önce söylediği bir projemiz var: “Yenilebilir otlar” projesi. Yani, Türk topraklarında Türklerin açlıkla tehdit edilme tehlikesine karşı Türkiye’de yenilebilir otların tespit edilmesi ve bunların hususiyetlerini keşfedeceğimiz, bizim kendimizin de keşfedeceği bir bölüm olacak İstiklâl Takvimi’nde. Aynı zamanda bu portalımızda yayınlayacağımız takvimimizde şu bölüm de olacak: Türkiye’de Türk İstiklâlini ipotek altına alan bir nakliyat şebekesi var. Bu Türklerin lehine değil aleyhine tertip edilmiş –başından itibaren– bir nakliyat meselesi var. Yani bu demir yollarından itibaren –kara yolları hepsi dahil– ve şu anda vızır vızır devam eden bu Demir İpek Yolu Projesi ile buna son noktayı koyma derdindeler. Biz akarsularımızın münakalat ağı bakımından kullanılabileceğini söylüyoruz. Yani bu konunun uzmanları değiliz ama biz bunu teklif ettik ama bir ses çıkmadı. Biz kendimiz bu akarsularımızın seyrüsefere müsait olup olmadığı, akarsularımızın nereden ne duruma geldiğini iktisadi bakımdan da önce kendimiz öğreneceğiz sonra takvimimizde anlatacağız inşallah. Yani şu kadar bir şey öğrendik daha yeni baktığımız halde. Meşhur hadise dolayısıyla Susurluk ismi bilinir. Susurluk Çayı vardır. Yani bunun aslı, Susurluk kelimesinin aslı Türkçe bir kitapta karşılaştım: “Su sığırlığı.” Yani o kadar çok manda varmış ki orada su sığırlığı denmiş ve oralarda Osmanlı’nın son devrinde maden imtiyazları veriliyor. Birçok konuda imtiyazlar veriyorlar. Maden imtiyazı alan Frenk şirketi o zaman Susurluk çayında römorkörlerle kendi mallarını taşımışlar. Bor, asit madenleriyle meşgul oluyorlar ve Susurluk çayında bugün bizim hiç aklımıza getirmeyeceğimiz şekilde o kumpanya kendi mallarını orada, seyrüseferi kullanarak, Susurluk çayında götürebilmiş mesela.
Bir de Pergelin Yazmaz Sivri Ucu hem Türk yazısıyla hem Latin yazısıyla neşrolundu. Bunlar İsmet Bey’in İstiklâl Marşı Derneği portalında yayınladığı yazılar. Biz sonraki kitap inşallah “İslâm’la Damgalanmış Varoluş” olacak. Yani bu yazıların böyle periyodik yayınlanmasının da bir mânâsı var. Kitap haline geldiğinde değerinden hiçbir şey kaybetmiyor. Ama periyodik olarak yayınlanmasının da bir mânâsı var. Aslında yani ben kendim için ve fark ettiğim kadarıyla çevremdeki bazı arkadaşlar için söyleyebilirim ki bu kitap bu pandemi günlerinde bir çoğumuz için bir can simidi oldu. Türkiye’deki ve dünyadaki durumun hiç iç açıcı olmadığını ama ye’se düşmenin haram ve gereksiz olduğunu –yazılarda belirtilen şeyler dolayısıyla– gösteren yazılar bunlar. Sadece tabi yazılar değil, edebiyat da, şiir de bu pandemi süreci boyunca ayakta kalmamızı sağladı diyebiliriz. Biz Bir Yusuf Masalı’nı ondan önce –bir buçuk seneye yaklaştı– Erbain’i Türkçe neşrettik. Bu bizim için, müthiş bir tecrübe idi. Çünkü Türk yazısıyla yazılmış metni Latin yazısına geçirmek için fazladan bir şey bilmenize gerek yok. Türk yazısını bildiğiniz için onu Latin yazısıyla –olmaz o ama– onu yazmakta hiçbir şey yok. Ekstra bir şey bilmenize gerek yok. Ama Latin yazılı bir metni, bu tabi ki edebiyatın içinde bir metinse, Türkçeye sadık bir metinse Türkçeye naklederken lügat karıştırmanız, kelimenin aslını bilmeniz gerekiyor. Şimdi mesela “Ke san'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mı vahşetin” şimdi burada hepimizin bildiği, yani bunun Arapça olduğunu aklımıza bile getirmediğimiz ümük kelimesi var. Yani hiçbir lügatte bulamıyoruz ümük kelimesini. Meğer Kuran-ı Kerim’de geçen unuk/عنق kelimesiymiş. Sonra Anadolu’da bir çok insanın zaten bunu unuk olarak telaffuz ettiğini fark ediyorsunuz. Mesela “ üzerime yüreğimden başka muska takmadan / konuşmak istiyorum.” Muska kelimesi şimdi yazıp geçiyoruz Latin yazısıyla ama muska kelimesi bizim bildiğimiz “nüsha” kelimesinin muska şeklinde telaffuz edilmiş hali. Sonra ayrı bir kelime olarak lügatlere girmiş. “Mataramda Tuzlu Su.” o mataranın “mathara” yani tahir, temiz, temiz kap olduğunu onu Türkçe yazmaya çalıştığımızda öğrenebildik.
Bir Yusuf Masalı neşrolundu Türk yazısıyla. İsmet bey bir mülakatında 1967’de Bir Yusuf Masalını yazmaya karar verdiğini söylüyor. Ataol Behramoğlu’yla olan mektuplaşmalarını okuduysanız orada bir yerde Ataol Behramoğlu İsmet Bey’e “sana istediğin elifbayı gönderiyoruz” diyor. Yani 67 yılında Bir Yusuf Masalı’nı İsmet Bey başta düşündüğü zaman zaten Türk harfleriyle yazmayı düşünmüş. Bu Hıristiyan takvimiyle 2021 yılında neşrolundu dört ilave şiirle. Saniyen Münacaat, Saniyen Naat, Saniyen Sebeb-i Telif, Saniyen Dibace. Ben kendim bizzat birisini tanıdım yani dernek üyesi falan da değil. İsmet bey yaklaşık bir on sene önce ben bir daha Bir Yusuf Masalını neşredersem Türkçe neşr edeceğim. Türk yazısıyla neşredeceğim Latin yazısıyla değil. Hatta işte ilaveleri falan da kastettiği bir beyanı var. Ben öyle birisini tanıdım: “İsmet Özel bunu Türk yazısıyla yayınlayacak ben bunu okuyamayacağım. Böyle bir şey olmaz.” deyip Türk yazısı öğrenen bir kişiyi tanıyorum en azından.
Vatan Yahut Silistre kitabımız. Bu da yeni neşrolundu. “Mecburi Kıraat” serimizin ikinci kitabı. Bunu da biz Türkçe neşriyattan tetkik ettik. İlk baskısında olan bazı ibareler sonraki nüshalarda çıkarılmış. Biz ilk nüshasını esas alarak hazırladık. Bu da bu serimiz de devam edecek inşallah.
Ben Van Başkale’de, hudut karakolunda askerlik yaptım. O zaman –11 sene evvel– sınırda iki kişiyi yakaladığımızda, bizim karakolda öyle bir hadise vukuu bulduğunda korgeneral karakola onları sorgulamaya gelmişti. O zaman çünkü doğu sınırındaki mayınlar temizlenmemişti. Barack Obama 2009 yılında Türkiyeye ilk ziyaretini –Kanada’yı saymazsanız– Türkiye’ye yaptı. Mecliste konuştu ve o geldikten bir ay sonra Türkiye’nin güney sınırından mayınların temizlenmesi meselesi tartışıldı. Ve bu konu dolayısıyla iktidar ve muhalefet Türk milletine deva olacak bir tartışma içinde değildi. O firma yapmasın bu firma yapsın gibi şeyler konuşuluyordu. İsmet Bey’in “o mayınlar oraya ne diye kondu” diye bir suali vardı. Yani “mayınlar ne için temizlenecekmiş diye niye sormuyoruz?” demişti. Şimdi de bu Biden’la görüşmeden bir ay sonra da ABD’nin yeni Afganistan politikası dolayısıyla sınırdan geçişler çoğaldı. 2008’de Gaziantep şubemizin açılışında İsmet Bey Türkiye’nin sınırlarının itikadî sınırlar olduğuna dair ve bütün sınırlarımızın manasını izah eden bir konuşma yapmıştı. Yani bunu şunun için söylüyorum: Bugün yaşadığımız şeyler yaşanmasın diye İstiklâl Marşı Derneği, aslında İsmet Özel bu konuşmaları yaptı. Ama işte Türk milletiyle İstiklâl Marşı Derneği’nin bağı diye bir mesele var. Onu bu vesileyle bir daha zikretmiş olayım. Yani İsmet Bey’in bu beyanlarını ilgilenen öğrendi sadece. Halbuki bunları herkes bilebilirdi deyip İstiklâl Korosu’nun hüzzam konseri için İstiklâl Korosundaki arkadaşları sahneye davet ediyorum.
Gökhan Göbel
Açılış konuşmasından sonra İstiklâl Korosu Hüzzam makamında 7 şarkı ve 2 türküden oluşan bir konser verdi.
28 Zilhicce 1442 (7 Ağustos 2021)
Mehmet Akif'in Asım kitabında bir ramazan vakası vardır. Köse İmam bu vakayı "saat 11 sularındaydı" diye anlatmaya başlar.
1444 senesine ait imsakiyemiz olması gerektiği gibi Müslüman Takvimi ve Müslüman Saati esas alınarak Müslüman Yazısı ile hazırlanmıştır.
İstiklâl Marşı Derneği'nin hazırladığı "Türkçe'den İslam'a Giriş" Serimizin ikinci kitabı "YAZIMIZ" neşroldu.
İstiklâl Marşı Derneği olarak hem Kur’an okumayı hem de Türkçe okuma yazmayı öğrenip ve öğretebileceğimiz bir kitap hazırladık.
Çelimli Çalım Mecmuamızın on altıncı sayısı "DÜNLENMEK, BUGÜNLEMEK, YARINSAMAK” manşeti ile neşroldu.