Yaptıklarım Farz-ı Kifaye

Şair ve düşünce insanı İsmet Özel, verdiği mücadele için ‘farz-ı kifaye’yi yerine getirdiğini söyleyerek, “Benim yaptıklarımı bir başkası yapacak olsa memnuniyetle başka şeylerle uğraşırım” diyor. ‘Toparlanın Gitmiyoruz’ dedi son kitabında. İstiklal Marşı Derneği’ni kurarak tüm Türkiye’yi baştanbaşa dolaşmaya başladı. Gerçekten de gitmemeye kararlı. Çünkü yaptıklarının ‘farzı kifaye’ olduğunu düşünüyor İsmet Özel. “Benim yaptıklarımı bir başkası yapacak olsa memnuniyetle başka şeylerle uğraşırım” diyerek yaptıklarını bayıla bayıla yapmadığı mesajını da veriyor. Yaptıklarını, yapılmasının zaruri olduğu inancıyla sürdürüyor mücadelesini İsmet Özel. Bu amaçla İstiklal Marşı Derneği Konya Şubesi’nin açılışı için geldiği Konya’da bize de zaman ayırdı. Bazılarının şiirlerini anlamakta güçlük çektiği, Jurgen Habermas’ın onun için ‘Türk milletinin anlayabileceği biri değil’ dediği İsmet Özel ile söyleşimizde hem onu anlamak hem de onun gözünden yansıyan Türkiye tablosunu okurlara aktarmak istedik. Keyifli ve bir o kadar da hareketli geçen söyleşinin İsmet Özel’in daha iyi anlatacağı düşüncesiyle… 

- Düşünsel değişimler yaşadınız ama eserleriniz her zaman büyüleyiciliğini muhafaza etti. İsmet Özel’i İsmet Özel yapan nedir?

- Nasıl konuşacağız bunu, çünkü siz şair İsmet Özel mi tasavvur ediyorsunuz, yoksa bir takım ideolojilerin içindeki bir İsmet Özel’den mi bahsediyorsunuz? ‘İsmet Özel, ne oldu da İsmet Özel oldu?’ diye sorduğunuz da bunun verilecek cevabı yok. Başka insanlara sormak lazım, ‘siz bu adamı neden dikkate değer buluyorsunuz?’ Şimdi ben, ‘şöyle oldu da dikkate değer oldum’ diyebilir miyim? Ben bu soruya nasıl cevap verebilirim? Eğer zengin, servet sahibi bir adam olsaydım, ‘nasıl zengin oldunuz?’ diye sorsanız, ‘babamdan kaldı, yahut piyango vurdu, yahut yaptım numaramı zengin oldum’ derdim. Ama siz ‘İsmet Özel’i İsmet Özel yapan nedir?’ diye sorduğunuz zaman İsmet Özel’den ne aldığınızı nasıl bileyim?

- Şair yönünü konuşalım. Şiileriniz mesela, duygu-düşünce ve inançlarınızda değişme olmuş ama şiirlerinizde bir duraklama yaşanmamış, her zaman daha iyiye gitmiş.

- Bu sizin kanaatiniz. Yani bu insanların şiirle kurdukları irtibatın cilvesi. Çünkü şiir başında nasıl kurulmuşsa sonunda da o kuruluşun gereği olan açılımı sağlar. Bütün dünyada edebiyat alanında veya resim ya da müzik alanında insanların tabiî ki ilk ortaya koydukları eserler çok hayret verici değildir. Ama o insan belli bir etki alanı ortaya çıkardıktan sonra bakarsınız o insanın ister şair veya ressam olsun, bestekar olsun geriye dönük o sonradan insanların dikkate değer buldukları şeyleri yazan adamın daha ilk yaptıklarında da o yapacaklarının işaretlerini verdiğini görürsünüz. Ama dünyada bir takım önemli başlangıçlar yapmış olan belki binlerce insan vardır ki bugün adları anılmıyor. Şimdi mesela diyelim ki, bir zaman bir fotoğraf çekseniz, bir çağın önemli isimlerinin tespit edildiği bir fotoğraf çekseniz. Geçen zaman sonunda o fotoğraftan kaç figürün hala bakılabilir kaldığını tespit etmeniz mümkündür. Yani bu karşılaştırmayı doğrudan doğruya başka insanların yaptıkları ve ne yaptıklarıyla yapabiliriz. Yani bu karşılaştırmayı yapabilmek için benim kalkış noktamla vardığım nokta arasındaki bağı başkalarının nasıl yaşadıklarını bilerek değerlendirebiliriz.

- Başkalarının yaşadığı değişim eselerlerinde de kendini gösteriyor.

- Ama herkes o değişimi yaşamış mı, kaç kişi yaşamış?

- Yaşayan yok mu? Türkiye ya da dünya genelinde bakacak olursak.

- Yani şimdi mesela Wittgenstein (Vitgenştayn) felsefesinin ikiye ayrılıp ayrılmayacağını tartışan insanlar vardır. Ya da mesela bütün düşünürlerin bir gençlik çağı ürünleri vardır, bir de olgunluk çağı ürünleri vardır. Bu arada her zaman bir fark olduğu fark edilebilir, anlaşılabilir. Ama hep aynı adamdan bahsediyoruz. Anlatabiliyor muyum?

- Anladım. Peki, siz, kendiniz için gençlik ve olgunluk dönemleri yaşadığınızı düşünüyor musunuz?

- Benim doğrudan doğruya Türkiye’nin başına gelen şeylerle ilgili bir ne yapılabilinir, aydınlık değerlendirilebilinir. Yani ben başından beri içinde yaşadığım ülkenin akıbetine ilişkin bir tavrı ciddiye aldım ve bu tavır bir sosyalist, bir Müslüman ve Türk olarak bir şekilde göze battı. Benim endişelerimde hiçbir sapma, hiçbir farklılık, yani mahiyet bakımından farklılık yok ama derece farkı var. Başından beri söyledim, hangi sebeplerle sosyalist olduysam, aynı sebeplerle Müslüman oldum dedim. Dediğim gibi bu Türkiye’nin başına gelen şeylerle alakalıdır. Türkiye’nin geleceğinin olup olmayacağı meselesi, eğer Türkiye’nin bir geleceği varsa bunun formunun nasıl yakalanabileceği, buna bir form nasıl temin edilebileceği meselesi önemli, dolayısıyla ben hayatımda sadece bir ülkenin başka ülkeler karşısındaki haysiyetli duruşuna talip oldum. Bu haysiyetli duruş şu veya bu şekilde benim maceramı da tayin etti.

- Ülkenin içinde olduğu duruma göre farklılık gösterdiğiniz söylenirse, İsmet Özel’de önümüzdeki günlerde bir değişiklik söz konusu olur mu?

- Ne olabilir mi?

- Ülkenin durumuna göre gelecekte bir değişiklik, yöneliş söz konusu olur mu?

- Şimdi kardeşim, ben farklı farklı şeyler yapmış olsam, bu sorduğunuz sorunun oturduğu yer olur. Ben bir doğrultunun adamıyım. Bir istikamet üzere hareket ediyorum. Bu istikamet bana neyi gösterirse, bu istikamet dolayısıyla neyle uğraşmam gerekirse tabiî ki onla uğraşacağım. Ama ben istikametten bahsediyorum.

- Şiirleriniz anlaşılmadığı yönünde değerlendirmeler var. Jurgen Habermas’ta, “Türk milleti İsmet Özel’i anlayacak bir millet değil” diyor. Siz bu durumu ‘dert ortağı’ bulamamak olarak yorumluyorsunuz. Şiirlerinizi neden yazıyorsunuz?

- Şimdi, ne yazıldıysa mutlaka okunmak için yazılmıştır. Dolayısıyla bir insan anlaşılmamayı bir etiket olarak kullanamaz. Yazılan her şey birine ulaşmak içindir. Dolayısıyla ben ulaşılacak insanın Türkiye’de tuttuğu yeri önemsiyorum. Yani eğer birtakım insanlar kendi yaşadıklarını ülkenin çıkarları konusunda kaypak davranmışlarsa burada dirayetli davrananın bir karamsar yaklaşımı öbürlerine kıyasla değerlendirilmesi lazım. Ben her zaman şunu söylerim. Ben karamsarım ama ümitsiz değilim. Nitekim bu garip bir şekilde, ben yazdıklarıma ulaşmakta problemle karşılaşan insanların bu kadar çok olmasına rağmen gene de benim yazdıklarımın ilgiye değer olmasının bir açıklaması olması lazım. Madem bir takım insanlar benim pek o kadar anlaşılmayan bir şeyler yazdığımı söylüyorlarsa, bende diyorsam ki ‘hayır benim söylediğimi anlayan insan pek çıkmadı’ ama buna rağmen hala yazdıklarım ilgi uyandırıyorsa burada Türk toplumunu ilgilendiren bir mesele yatıyor. Şimdi yazan ‘anlamıyorlar’ diyor, okuyan ‘anlamıyoruz’ diyor ama hala yazılan ve okunan bir şey var. Burada dikkate değer bir şey olması lazım.

- Yazılanda sorun yok yani.

- Hayır, varsa o zaman tamamen ilginin dışında kalması lazım.

- Peki, bu konuda Habermas’ın dediği gibi Türk toplumunun şiirlerinizi anlaması konusunda sıkıntısı mı var. Bilinç düzeyimizin belli bir noktada kaldığını söyleyebilir miyiz?

- Türkiye’de bütün millet bir badireyi aşmak üzere iletişim peşinde değil. Yani Türkiye’de garip bir şekilde zorlukların hafif, az hasarla geride bırakılacağı inancı var ve Türkiye’nin potansiyeli o kadar yüksek ki, birlikte yapılabilecek o kadar önemli şey var ki, insanların bu az hasarla zorluğu atlatma fikri Türkiye’ye zarar vererek avantaj sağlamak isteyenlerin işine yarıyor. Anlatabildim mi? Buraya kadar geldik, bakalım bundan sonra nasıl bir yol açılacak. Herkes bunu görecek.

- İsmet Özel’in penceresinden Türkiye’nin durumunu yorumlarsak, kitabınıza verdiğiniz ‘toparlanın gitmiyoruz’ isminde olduğu gibi sizce ümitvar olmalı mıyız?

- Şüphesiz. Bir kere şöyle tuhaflık var. Türkiye eğer milli çıkar konusunda bir uzlaşma alanı sağlayabilirse bu her şeyin düze çıkacağının işaretidir. Ama Türkiye şu anda bu konuda anlaşmamanın avantajlarını kullanan insanlarla işi götürüyor. Yani milli çıkar konusunda anlaşmamak birilerinin işine yarıyor şu anda Türkiye’de.

- Ulusal çıkarlara ulaşma noktasında…

- Ulusal değil, milli çıkar.

- Özür dilerim, milli çıkarlara ulaşma noktasında neler yapılabilir?

- Milli çıkarların ne olduğunu fark ederek. Önce biz milli çıkarların ne olduğunu fark edebilmiş miyiz? Türkiye’nin mesela AB tarafından kabul edilebilir reformlara girişmesi artı sayılıyor.

- Evet genel itibariyle.

- Acaba Türkiye’nin AB’ye kabul edilmek için geçirdiği değişiklikler aynı zamanda milli çıkarları temsil ediyor mu? Türkiye’de bugün insanlar bizzat AB’nin akıbetini tartışıyorlar mı? Hayır. Ya da şöyle diyelim. Türkiye’de açıkça ya da yüksek sesle AB’nin Türkiye’nin milli çıkarlarıyla uzlaşma imkânı olmadığına dair deliler ortaya konabiliyor mu? Yani Türkiye’de insanlar, -Türkiye AB’ye dahil olur olmaz- bunları tartışıyorlar ama AB’nin kendi hedefleri ve AB’nin kendi akıbeti Türkiye’de konuşulan şey değil. Şöyle bir hissiyat var, AB’nin sonu kötüyse biz yeter ki AB’ye girelim. İtalya’nın uğrayacağı kötülüklere uğramak önemli değil. Türkiye yüzyıllardan beri kafasında ‘aleme gelen felaket bayram’ eğer bir felaket insanların başına gelmişse insan onun kendi başına geldiğini sanmıyor. Bu mana da Türkiye’nin çıkarı diye bir şey yok. Türkiye gayri milli bir hayatı temin ettiği zaman milli çıkarının korunacağına inanan insanların yaşadığı bir yer. Bugün Türkiye’de insanlar AB ve Amerika vatandaşlığı elde ettikleri zaman bunun bir kayıp olduğunu düşünmüyorlar, kazanç olduğunu düşünüyorlar. O zaman Türkiye’nin milli çıkarından nasıl konuşacağız.

- Ne yapmamız gerekiyor?

- Bir şey yapmamız gerektiğini biliyor muyuz? Bir şey yapabilir miyiz, birçokları ‘bir şey yapamayız’ diyorlar. Onun için ‘AB, Amerika vatandaşı olursam kefeni yırttım’ diyorlar. Mesela Avrupa’daki insanlar sınır dışı edilmemeden daha yüksek bir hedef belirlemiş değiller. Bu kadar açık bir şey, bunun olacak tarafı yok.

- Bunun çözümü nedir?

- Valla işte kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, önce kendi kendimize sonra bütün dünyaya beyan etmemiz lazım. Bu bir şahsiyet meselesi. Şahıs olmadan şahsiyet gösterilebilir mi? O zaman şahsı bulacağız.

- Nasıl bulacağız? Kendimize dönük bir sorgulama yapmamız gerekiyor.

- Yani.

- Tekrar şiirlerinize dönmek istiyorum. ‘Yazılan her şey birine ulaşmak içindir’ diyorsunuz. Siz kime ulaşmanın gayretindesiniz. Yazar kime ulaşmalı?

- Şimdi burada iki tip yazmadan söz etmemiz lazım. İki tip yazmanın da ortak bir hedefi vardır. O ortak hedef insanın kendini tanıma hedefidir. Bir takım insanlar kendilerini tanımayı yeterli sayarlar, bunlar sadece kendileri için yazarlar ve yayınlamazlar, gerektiğinde yazdıklarını yok ederler. Ama bazı insanlar da kendilerini tanımış olmamın bilinmesini isterler. ‘Bak ben kendimi tanıyan bir insanım’ bu duygu kendini beğenmişlik midir? Bu tam tersine kendinin dışındakilerle bir dayanışma duygusudur. ‘Bak ben kendimi tanıdım, sen de benim yazdıklarıma bakıp kendini tanıman yoluna girebilirsin’ bunu demiş olur. Ve aslında bütün büyük sanat eserlerinin toplumun bütün katmanlarından müşterisi vardır. Yani eğer bir sanat eseri resim olsun, müzik olsun, edebiyat olsun eğer bir sanat eseri büyük sanat eseriyse o eser dolayısıyla bütün insanlar kendilerine ait bir şifre çözücü anahtar elde ederler. Onun için fakir, zengin, bilgin veyahut yeterli bilgi donatımı olmayan insan büyük sanat eserinden kendinin çözümüne imkan veren bir anahtar elde eder. Mesela bazı insanlar o sanat eserinin ilk izlenimini kendileri için faydalı sayarlar.

- Bir anahtar olarak kabul ederler.

- Yani. Bu bir resim ise baktığı zaman ona olumlu duygular ya da kendinin tutunabileceği şeyler verdiğini düşündüğünde onu benimser. Ama bir takım insanlar da ilk izlenimle yetinmezler. Onlar o konuda derinleşmeyi düşünürler. Derinliklerini kendi endişelerinin boyu ne kadarsa sanat eserleriyle o boyutta münasebet kurarlar.

- Bu şiir için de geçerli.

- Şiir için de, müzik için de, görsel sanatlar için de.

- Peki bu bağlamdan hareketle Türkiye’deki edebiyat ve sanat hayatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Türkiye’de öyle bir şey yok. Bakınız, bu sanat meselesi kısmi bir şey değildir. Yani sanat olayı hiçbir şekilde bir bölgeye mahsus kalarak büyük sanat eseri olmaz. O yüzden Türkiye’nin bir merkez vasfı var mı, yok mu ona bakmak lazım. Eğer merkez vasfı varsa dünyadan insanlar o merkezin neyi yansıttığına dikkat kesilirler. Eğer merkez vasfı yoksa Türkiye’de üretilen bütün sanat eserleri merkeze yönelirler.

- Bu açıdan bakarsak Türkiye merkez değil.

- Evet, Türkiye’de sanatçı olarak etkinlik gösteren insanlar kendilerini başka bir merkeze kabul ettirmeye çalışıyorlar.

- Bu merkeze kendilerini kabul ettirmek isteyen yazarları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Yani, dediğim gibi, onlar kendilerini kabul ettirecek bir merkez olarak düşünüyorlar ve o merkezin taleplerini yerine getiriyorlar. Bu böyle bir şeydir. Mesela 30’lu yıllarda Berlin dünya kültürünün bir çeşit merkeziydi. Yani kendini Berlin’de ispatladığın zaman dünyada ispatlamış oluyordun. 30’lu yıllarda böyleydi. Bunu sağlayan neydi? 1871 yılında milli birliğini kurmuş olan Almanya’nın öncü kültür saplantısı böyle bir zemini mümkün kılmıştır. Türkiye’de böyle bir dünyadaki eğilimlerin değerlendirmesine dönük bir merkez, bir öncülük tavrı var mı yok mu? Mesela bütün dünyada (avangart) öncü sanat diye bir şey var. Bu ‘avangart’ aynı zamanda sürükleyicilik vasfını da elinde tutmak isteyen bir şey. Bir şekilde bir anlayış tarzını aşıyor, yarma teşebbüsünde bulunuyor. Bununla birlikte kendisinin yardığı yerden başkalarının da geçebileceğini düşünüyor.

- Gerçekleşiyor mu bu?

- Hayır, dünyada bu avangartlık deyimi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir tereddüte dönüşür ve şu anda da böyle bir temayül yok.

- Türkiye’de merkeze yönelirken kendi değerlerini eleştiren, onlarla ters düşün yazarlar var. Merkeze yönelirken illaki değerlerimizi yok mu sayacağız?

- Onu yönelenlere soracaksınız.

- Sizce?

- Ben bütün yazı hayatım süresince merkezin Türkiye olduğunu bilerek ve böyle bir şeyin kabul etmenin Türk sanatçısı olmayı imkansız kıldığını varsayarak yaptım yapacağımı. Mesela benim yazdıklarımı birinin anlaması için benden doğan bir çaba yok. Şunu demek istiyorum. Eğer benim yazdıklarımın neye tekabül ettiğini birisi anlamak istiyorsa Türkçe öğrenmek zorunda. Türkçe okumayı becerebildiyse en azından İsmet Özel’in şiirine yaklaşma başarısını elde edebilir. Yani tercümelerimden dolayı benim şiirlerime ilgi duymak mümkün değildir.

- Dernek konusunu konuşalım. Konya’ya açılışı için geldiğiniz İstiklal Marşı Derneği’nin kuruluşundaki hedefi nedir?

- Biz istiklal Marşı’nın bir hedef gösterdiğine inanıyoruz ve İstiklal Marşı’nın kabul edilir edilmez rafa kaldırıldığını ve bir daha İstiklal Marşı’nın ne dediğinin merak edilmediğini düşünüyoruz. Bu yüzden dikkatleri İstiklal Marşı’nın bir şey söylediğine dikkat çekmek istiyoruz. Ve yaşanan 80 yıla aşkın tarihte bunun bir değerlendirilmesi lazım. Niçin ihmal edilmiş, neden İstiklal Marşı sadece alkışlanarak karşılanmış, acaba onun çizdiği bir rota var mıydı? O ciddiye niçin alınmamış, İstiklal Marşı Derneği bu soruları sormayı mümkün kılmak istiyor.

- Milli değerlere etrafında toplanmak… İstiklal Marşı Derneği bunu mu hedefliyor?

- İstiklal Marşı Derneği zaten doğrudan doğruya milli bir varlık olmadan her şeyin sıfırlanacağını söylüyor.

- Milli değerlerle ilgili yukarıda söylediklerinizle alakalı.

- Yani, İstiklal Marşı’nın kendisi bir program.

- Son olarak, son günlerde yoğun bir program takip ediyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?

- Ben bütün yaptıklarımın bir Müslüman olarak farzı kifaye hükmünde olduğunu düşünüyorum. Yani ben yaptıklarımı bir başkası yapacak olsa memnuniyetle başka şeylerle meşgul olurum. Eğer bir adamın cenaze namazını kimse kılmıyorsa, o zaman bütün Müslümanların üzerine farz olur onun namazını kılmak. Dolayısıyla bu farzı anlayan birisi gidip onun cenaze namazını kılarsa öbürlerin üzerinden kalkar.

- Burada bir fedakarlık söz konusu diyebilir miyiz?

- Fedakarlık değil, fedakarlık mıdır bir insanın cenaze namazını kılmak? Bir farzdır, vazifedir. Keşke başkası yapsa da ben yapmasam.

- Ama ‘keşke’ diyorsunuz.

- Hiç şüphesiz, ben bunu bayıla bayıla yapmıyorum. Bunun yapılmasının zaruri olduğuna inanıyor ve yapıyorum. Başkaları yapmış olsaydı ben şimdi buraya gelmez İstanbul’da evimde oturuyor oluyordum. Bundan hiçbir şekilde bir menfaatimiz yok.

 

Röportaj: Ali Özcan / Merhaba Gazetesi

Tarih: 18 Mayıs 2008
 

"Kâfirle Çatışmayı Göze Alan Müslümana Türk Denir." (SkyTürk360 TV Mülakatı)

İsmet Özel: Ben bunu bir şiirimin adıyla tespit ettim sayılır. Ben “Arap Komserin Oğlu”yum. Benim babam 1955 yılında başkomiserlikten Kastamonu’da emekli oldu.

Valery Önce Taharet Almayı Öğrensin

- Yok aynı çatı altında toplanabilir sorduklarınız. Bizim dernek içindeki önemli, ele aldığımız konulardan birisi budur.

Yaptıklarım Farz-ı Kifaye

- Nasıl konuşacağız bunu, çünkü siz şair İsmet Özel mi tasavvur ediyorsunuz, yoksa bir takım ideolojilerin içindeki bir İsmet Özel’den mi bahsediyorsunuz?

Türkiye'yi Türkler Yönetmiyor (Nokta - 22.03.2007)

Ben meseleye Türkiye’nin siyasi şartlarından sorumlu bir yetkili gibi bakmadığım için bunun bende bir rahatsızlık uyandırıp uyandırmaması üzerinde çok düşündüğüm bir şey değil.

Önce Millet Olduğumuzu Ortaya Koyalım

- Olmaz. Aristoteles'in de dediği gibi "Tek başına bir insan ya Tanrı’dır ya hayvan." İnsan demek bağlantılı demek.

Türkiye'de Anayasa Meselesi (Kanal 7 - 12.07.1995)

Nasıl başlayalım? Anayasa kavramından başlayalım isterseniz. Yalnız ben şöyle bir girizgâh yapmak istiyorum.

Hangi Ümidin Taşındığı İstiklâl Marşı'ndan Öğrenilebilir

Bir sual işaretiyle dile getirdiğiniz bu ifade beni neye cevap vereceğim hususunda tereddüde düşürdü.

“Ne Bahar Kaldı Ne Gül” Konferansı öncesi Kayseri TV Mülâkatı, 22 Mayıs 2010

22 Mayıs 2010 tarihinde Kayseri TV'de Genel Başkanımız İsmet Özel ile yapılan mülakatın metni