"Büyük ve samimi bir inan ile bağırıyor."

Mehmet Âkif’te öldükten sonra

Son zamanlarda pek çorak ve gayesiz kalmış olan edebiyat âlemimiz mühim direklerinden birini daha kaybetti. Millî edebiyat olarak elimizde ne varsa zaten hep onların değil miydi? Onlar birer birer aramızdan eksildikçe, sanat dünyamızın içinde bir ışığın daha söndüğünü ve o ışığın bulunduğu köşenin karanlıklar içinde kaldığını görüyoruz.

 

Âkif’in ölümü ile poesie denen şey fazla bir şey kaybetmiyor. Çünkü Âkif tam bir poéte değildi. O, seciyesi kuvvetli bir insan, lisana hâkim, sanatkâr bir sosyoloğ idi. Sanatkâr  diyorum; çünkü o günün hâdiselerini kuvvetli fırça darbeleriyle tasvir etmek ve onları bir ressam kadar maharetle herkesin gözü önüne koymak kudretini haizdi. Âkif’in intihap ettiği mevzuları hiç kimse bu kadar sürükleyen bir tarzda yazamamış, hiç kimse o mevzular içinde edebiyatın ruhunu bu kadar derin yaratamamış ve bu mevzuları bu kadar inceltememiştir.

Manzumelerinin çoğu epik janrını taşıyan Mehmet Âkif, lisana hâkimiyeti ve ruhunun samimiyeti ile bize hemen güzel bir edebiyat mücevheri verebilmek kudretini göstermiş yegâne yazıcımızdır desek hata etmiş olmayız. Temiz türkçeyi Âkif kadar hiç kimse aruza bu kadar sühuletle tatbik edememiştir:

“Büyük küçük bütün efradı belde boy boy,
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar;
İçinde darbuka deflele zilli şakşaklar.
Biraz gidin: Kocaman bir çadır.. Önünde bütün
Çoluk çocuk birer onluk verip te girmek için
Nöbetle bekleşiyorlar. Acap içinde ne var?”

Yukarıda yazdığım şu mısraları okuyunca insan, bir an için: Şunların manzum yazılmasında ne mâna vardı? İstanbulun lâalettayin bir köşesini tasvir etmek istiyen şu yazı bir gazete havadisi kadar basittir; binaenaleyh bunu özenip bezenip bu hale sokmak beyhude külfet değil midir? diye düşünebilir. Fakat işte bu basit hâdiseyi, sanatın yüksek eli her zaman seyredilebilecek bir resim haline sokmuştur ki, ancak Âkif gibi bir sanatkârın elinde alelâdelikler hususiyet alıyor, basitlikler ehemmiyet kesbediyor. Ve ben zannediyorum ki Âkifin en büyük meziyet ve kabiliyetlerinden biri de işte budur.

Yazılarına dikkat ettiğimiz zaman görürüz ki; Âkif heyecenını nasıl eserlerinin başından nihayetine kadar muhafaza etmişse, onu ömrünün sonuna kadar da aynı ateşle saklamıştır. Onun heyecanı Haşimin ve Yahya Kemalin heyecanı değildir. Haşim ve Yahya Kemal, sembolizm ve lirizm içinde poesie dalgaları arasında yüzen ruhlarının ateşlerini birer kızıl gül halinde gösterebilen ince şairlerimizdir. Fakat Âkifin heyecanı, beyaz kâğıtların üzerinden yalnız samimiyet coşan seylâplar halinde taşıyor:

“Doğacaktır sana vadettiği günler hakkın!”

Diye, hazin çehreli hilâle, ruhunun en sarsılmaz inanışı ile teselliler veren Âkif, göğsünde boğulan heyecanı zaptedemiyerek bırakıyor ve:

“Belki yarın, belki yarından da yakın!”

Diye ne büyük ve samimi bir inan ile bağırıyor.

“Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et göğsünü, dursun bu hayasızca akın!”

İstiklal Savaşının maddi yoksuzluğu içinde, ateş dolu bir göğüsle her şeye siper olunabileceğini bu kadar temiz söyliyen büyük sanatkârımız bugün artık dünyanın havasını teneffüs etmiyor. Fakat biz hala onun havası içindeyiz.

Nahit Menteşe, 1936

 

Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif

 

İstanbul, 1958, s. 88-89.

Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar dizesindeki “dişi”yi “domuzun dişisi kalmış” ...

Bugün, Mehmet Âkif adının, ölümünün ellinci yıldönümü dolayısıyla...

"İdeolojisine İstiklal Marşı’ndan başka çerçeve aramayan bir Türk milliyetçisi olmakla övünürüm"

... İslâmcıların milliyetçiliğe bakışlarında son gelinen nokta İsmet Özel’in (d. 1944) 1980’lerin ikinci yarısından itibaren geliştirdiği ve son yıllarda tartışmalara yol açan Türklük vurgusudur.

İstiklâl Marşı Bütün Halka Öğretilecek

23 Nisan Bayramında Binlerce Genç Millî Marşımızı terennüm Edecek

​​​​​​​İstiklal Marşı’nın Meclis’te görüşülmesi sırasında bazı milletvekilleri Akif’in şiirine muhalefet etti. 

Muhalefet edenlerin başında -bugün Ankara’da Kavaklıdere semtinde adı bir sokağa verilen- Bolu Milletvekili Tunalı Hilmi Bey vardı.
 

Nizamettin Nazif - İstiklâl Marşı değişir mi değişmez mi?

Üç dört gün evvel bir arkadaşın evinde konuşuyorduk. Biri dedi ki:

— İstiklâl Marşı’nı nasıl buluyorsun?

Akifin gayzını şimdi daha iyi anlıyorum...

Mısırda bir dostuma telgraf çekmem lazım geldi. Bir kaç cümle sıraladım. Sonra, on lira uzatarak...

Hafız Asım Şakir: "İstiklal Marşı’na gelince, dedi, işte onu kaldıramazdı."

Hafız Asım Şakir o günleri anlatıyor:

“Âkif Bey hasta yatıyor, ben her gün yanındayım.

"İstiklâl Marşı"nı kabul eden Türkiye Büyük Millet Meclisi de kültür ve heyecan bakımından aynı yüksek seviyede idi.

Ziya Gökalp, büyük mefkûrelerin, cemiyetlerin buhranlı devirlerinde doğduğunu ve onlara yol gösterdiğini söyler. İstiklâl marşları da böyledir.