Millî Marş Meselesi

Millî Marş Meselesi

Millî marş, namlı parıltısı gibi olmalı, temiz, erkek ve kahraman sesile okunmalıdır

Çok saygı değer Abidin Daver Bey, Bundan bir ay kadar evvel Hem Nalına hem Mıhına sütununuzda Romanyalıların İstanbula gelişlerinden ve İstiklâl marşımızı hemen öğrenerek yanlışsız okuyuşlarından bahsediyorsunuz ve bizim ağızlarımızın kilitliliği karşısında derin bir acı duyduğunuzu söylüyorsunuz. Duyduğunuz acı tam yerindedir. Çok iyi ettiniz ki yazdınız. Şarklılığın en diri ve göze çarpan çizgilerinden biri, hiç şüphesiz kaygısızlıktır. Hâdiseler denizinde, asırlarca, saman çöpü gibi sürüklenmeğe alışmışızdır. Bunun tesiri bunlar… İstibdat devirleri bizi ihmalci yapmıştır. Kendini beğenenlerin kibar ihmalciliği de başka birşeydir. Bundan bahsetmek istemem.

Asırlardanberi Türk sarıklısının vazifesi bu olmuştur: Mukadderatın tasması boynundadır. Yolunu düşünme ve yürü. Yeniden kaç. Ulu durgunluğun içinde, tanrının zikrile meşgul kurbağa gibi yaşa. Kısmet denilen sinek ağzına gelir, yutar. Böyle korkunç mürebbilerin elinden kurtulmak, çok büyük birşeydir. Biz şimdi kafesinde çok kalmış kuş gibiyiz. Durunuz bakalım, biraz kanatlarımız kuvvetlensin. Bizim sarıklılarımız istedikleri gibi muvaffak olsalardı Türklük ortadan kalkmış bulunacaktı. Medresenin yüzde üçe güç varan yemişi dilimizin son izlerini bile ortadan kaldıracak bir afetti. Bugün tüylerim ürpererek düşünüyorum, ya bu yüzde kırk olsaydı? Her yazdığım cümleye bakıyorum. Her cümle topa tutulmuş bir kale gibi delik deşik. Ayakta dursun diye binbir harçla boyuna yama vuruyoruz. Türklük, medresenin ateşine, her budundan fazla göğüs germiş. Özyapısı hâlâ duruyor. Dilimizdeki izleri görüyoruz. Benliğimizdeki izler de, belki, aynı derecededir. Fakat bunları göremiyoruz. Medrese devrinin, dilde olduğu gibi başka gönül yerlerinde de tesiri olacaktır. Büyük tamire, büyük temizliğe başladık artık. Bugün noksanlarımızı görüyoruz. Yarın daha fazla göreceğiz. Noksan görmek kolay birşey değildir. Noksanı yalnız yeni bir ölçü kazanmış olanlar görebilirler. Medrese ve şark ölçüsüne göre insan ideali 1300 yıllık mumyanın içindedir. Halbuki biz devre göre değer ve numara veririz. Yaşayış bizim gözümüzde serin kaynaktan fışkıran su gibidir. Onlara göre su ne kadar nasırlanırsa o kadar temizdir. Ben İstiklâl marşını diri kaynaktan dinlemek isterim. Zannetmeyiniz ki başka bir bahse geçiyorum. Mevzudan ayrılmıyorum. Türklükte sırasına göre zararlı, sırasına göre de hayırlı bir mukavemet vardır. Türk bu mukavemetle kendi benliğini kurtarmıştır. Ve kendini ortadan sildirmemiştir. Siz hürriyet gazeli, Enver gazeli, Niyazi gazeli işittiniz mi? 1908 inkılâbı bizim bestecilerimizi de coşturmuştu. Sabahiden, hüseyniden, nihaventten bir hürriyet gazeli ne ömürdür, bilir misiniz? Hele kemençe ve ut araya karışırsa.. Bütün milliliğine rağmen davul bu bestelerin yanına yaklaşamaz. Bundan yıllarca önce İstiklâl marşımızı İstanbul'da ilk defa bir tanıdığımın ağzından işitmiştim. Tanıdığımı kenara atmayınız: O, binbir mızrap ve o kadar da dümtek fırtınası atlatmış, şan kazanmış bir adamdır. Belki başkaları gibi plâk doldurmak ve parmak ısırtmak için Viyanaya, gazel fışkırmak için Özbekiyeye gitmemiştir. Fakat o da kendi gökünde bir Çobanyıldızı, bir Ülkerdir. Ah, bilseniz, tanıdığım, beni nekadar uzak günlere götürdü. Selânikte, Besçınar bahçesinde hürriyet gazeli dinlediğim günleri hatırladım. Tıpkı o yanık, sırtını okşatacak el arıyan makam. Millî marş temposu o hafız ağzı ses cilveleri arasında şöyle böyle belirir gibi oluyordu. Medet, aman, yar yar, hey gibi san'at inceliklerini de katsaydı, gazel denilen artistik haykırışı tamamlamış olacaktı.

Biliyorum, Fransız, Alman okuyuşu ve İtalyan okuyuşu arasında fark vardır. Fakat bizim okuyuşumuz, en kısa ve terbiyeli bir sözle, korkunç birşeydir. Çok iyi olmuş ki Romanyalılara İstiklâl marşımızın karikatürünü göstermemişiz. Çünkü, biz her vakit notadan ayrılır ve besteyi heyheylendiririz. Bizim san'at telâkkimize göre en güzel bir parçanın bile goygoyu noksandır. Onu doldurmadıkça rahat etmeyiz.

Bilmiyorum, anlatabildim mi? Musiki denilen çehreyi yosmalaştırmak lâzımdır. Biz ilkönce milli marş nasıl okunur, bunu öğrenmeliyiz. Ondan sonra sesimizi göstermeğe yeltenmeliyiz. İstiklâl marşımızda kahraman hüznü ile derin azim yanyanadır. Orkestrada her dinleyişimde bunu duydum ve içim ürperdi.

Türk dilini yabancı tesirlerden kurtarmağa çalıştığımız gibi sesimizi de bunlardan kurtarmalıyız. Gür yayla sesi, kahraman sesi, hafızlaşmamış ses, işte yalnız bu, bir yurdun büyük destanına yakışabilir.

Marş, namlı parıltısı gibi olmalıdır. Bir yurdun içinden fışkıran erkek sesi başka türlü olamaz. Ben, kendi hesabıma, bütün Türk marşlarını gönül gökünde kaynaşan yıldırımların ifadesi görmek isterim. Marşlarımıza musallat olan şark usulü ses cilveleri, mevzuun ciddililiğini kavrayanları yalnız tiksindirir. Marş, bestesi isterse hafif olsun, kahramanlık mabedinin ulu türküsüdür. Fakat suç bizimdir. Biz radyomuzu gazel orpheonu yaptık. Eski çirkin zevki boyuna devam ettiriyoruz ve bunu devam ettirdiğimizi de hergün dünyaya yayıyoruz. Medreseyi kapadık. Fakat İstanbul radyosu, silkinmek istediğimiz ruhun üzerine kanatlarını germiştir. Bu sesler Türklüğü görünmez ağlarla her gün şarklılığa bağlıyor. Hafız sesi, kendisine saklanacak ve oradan istediğini yapacak, şen gönlü uyuşatacak bir kale bulmuştur: İstanbul Radyosu.

Doğru okuyuş zevkini bozan bir radyo varken bir İstiklâl marşının temiz bir sesle okumayı kimbilir ne vakit öğreneceğiz? Koca bir radyo, hiç şüphesiz, yalnız gazel için kurulmamıştır. Yurt için yapacağı en büyük vazifelerden biri de temiz ses merakını uyandırmaktır. Mısırlı, Şamlı, Hicazlı, v.s… üstatlarımızdan artık ayrılmalıyız. Biliyorum, bu sözlerimi yanlış bulacaklar çoktur. Fakat benim gerçeklikten başka ölçüm yoktur.

İnkılâp Türkiyesine ve onun marşlarına yakışır bir ses istemek hakkımızdır. Fakat İstanbul Radyosunu da başı boş bırakmamalıyız. Çünkü, bizi bütün Dünya dinliyor. Bunun başka bir tablosu daha vardır: Düşününüz, fesi, çarşafı, eski yazıyı kaldırmış, en büyük inkılapları yapmış bir kahraman yurtta, Sirkecinin pek çok dükkânlarından şark, sakisi ile, gonçedihenlerile, doktorundan şifa istiyen dilberlerile, çarşafile, eski tipte zamparalığın binbir sesile alabildiğine haykırıyor, sabahtan akşama değin haykırıyor, ve Avrupadan inkılâp Türkiyesine ayak basan yolcu, ilkönce, bu kudurmuş seslerin takı altından geçmeğe, duygularının ilk vaftizini yapmağa mecbur tutuluyor.

İnkılâp sesi, İstiklâl marşı için demir süpürge ile ortaya çıkmak, sağı ve solu temizlemek lâzım. Üzülmeyiniz, bu elbette olacaktır. İşte ben, bugün, sizi, sizin cesur kaleminizi büyük bir savaşa davet ediyorum: Temiz ses savaşı. Bu savaş ayni zamanda radyoya ve Sirkecideki feryat ve vaveylâ dünyasına karşı da savaş demektir. Cesur ve sezgili kaleminizin buna muvaffak olacağına şüphem yoktur.

Yürekten saygılar...

M. Nermi, Cumhuriyet, 6 Ağustos 1934, s.6

Mehmet Âkifte ölüm duygusu…

“Nazlı Hilâl”in artık kaşlarını çatmadığı, bayrağın ufuklarda şafaklar gibi dalgalandığı, Hakka tapan milletin istiklâl hakkını bütün dünyanın tanıdığı, bir milletin bir vatana döktüğü ve dökeceği kanları helâl ettiği, hür yaşamış bir ırkın hür yaşamak andını tekrarladığı şu günlerde ölmeyecek bir ölüyü, başta gençler olmak üzere, milletçe anıyoruz.

İSTİKLÂL MARŞININ BESTEKÂRI ZEKİ ÜNGÖR’Ü EVİNDE ZİYARET

“İstiklâl Marşı” nın kimin eseri olduğu hakkındaki suale “şair Mehmet Akif merhumundur” cevabı verilir de; o güfteyi melodisi ile heyecan ve hürmet telkin eden ölmez bir eser ve “Millî Marşımız” haline getiren bestekâr Zeki Üngör’ün isminden hiç bahsedilmez! Bu haksızlık, şarkılardan bir çoğunda da tamamile...

Dün ve Bugün!

Hepsi, Türk İstanbulda, Fransız milli bayramını kutluyorlar ve hepsi, Türk İstanbulda, Fransız bayrağını selâmlıyorlar...

Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” mısraında Hak kelimesinin ilk harfi büyük mü, küçük mü ...

Talim ve Terbiye Kurulu azalarından, adının Akif olduğunu, talebem olmadığını, eserlerimi okuduğu için hocası saydığından...

Beşir Ayvazoğlu - İstiklâl Marşı Tarihi ve Manası

O günlerde Garb Cephesi Kurmay başkanı olan İsmet Bey (Paşa) in Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret ettiğini ve Fransızların  Marseyyez’ine benzeyen, askeri şevklendirecek

Bu ezanlar -ki şehadetleri dinin temeli-

Gazetenin tarihinin 1940 olduğunu, Türkiye Cumhuriyeti’nde Ezan-ı Muhammedî’nin  1932’den 1950’ye kadar okutulmadığını düşünürseniz İstiklâl Marşı’nın niçin “parçalanmak suretiyle” sansür edildiğini anlamak zor olmaz.  

"Kendini besteci zannedip, bir milletin kanıyla yazdığı en mukaddes şiiriyle alay etme cüretini gösterebilmek!"

Müzikle doğrudan ilgili olmasalar bile, pekçok vatandaşımız gibi okuyucularımız da İstiklal Marşımızın halkımız...