İstiklâl marşının bestekârı Zeki Üngören söylüyor:

Evvelki gün bir işim düştü de Moda'ya gittim. Moda’ya gitmişken İstiklâl marşımızın kıymetli bestekârı Zeki Üngöreni ziyaret etmeden dönemezdim. Çünkü o, iki sene evvel kendisi ile yaptığım mülâkat esnasın da, yolum düştükçe evine uğramamı arzu etmiş:

— “İhmal etme, mutlaka gel!.. Gel! diyorum amma belki de beni hasta bulacaksın... Gözlerimi bu fani dünyaya kapatmış olmamı öğrenmen de muhtemeldir.” demişti.

Memleketimizde birçok müzisyen yetiştiren kıymetli bir hocanın ve İstiklâl marşı bestekârının sessiz sadasiz aramızdan çekilip gitmesine asla ihtimal verilmiyeceğini, hastalığın bile günü gününe kulağa gelecek haberler arasında bulunduğunu söylediğim zaman ilâve etmişti:

— “Öyle söyleme! Bizde sanatkâr sessiz sadasız gider. Emin ol ki hastalandığı ve öldüğü de ancak kapısı çalınınca öğrenilir.”

İki sene sonra tekrar bu sanatkârın evine giderken, aramızda geçen konuşmayı hatırlıyarak ürperiyor, onu evinde hasta bulacağımdan, belki de kara bir haberle karşılaşacağımdan korkuyordum.

Kapıyı açan sarışın bayana, Bay Zeki'yi âdeta kekeliyerek sorabildim.

— “Burada efendim!” cevabını verince ferahladım.

İçeriye girdikten sonra kıymetli bestekârı bütün çevikliği ve şakrak kahkahası ile karşımda görünce büsbütün sevindim. İki sene evvelki konuşmamızı o da unutmamış olacaktı ki:

— “Bak! dedi. Hasta değilim. Dipdincim…”

Holden salona kadar beni koluma girerek götürürken:

— Fakat! diyordu. Beni öldürdüler...

Yine o iki sene evvelki kanapede karşılıklı oturduk.

— Öldürdüler! dedi. Öldürdüler beni... Haberin yok mu?

— Hayırdır inşallah… Ne demek bu? Anlayamıyorum.

— İsmi lâzım değil, İstanbulun belli başlı gündelik gazetelerinden biri, “İstiklâl marşımızın bestekârı öldü” diye yazdı. Ben sana, bizde sanatkârın sessiz sadasız göçüp gideceğini söylememiş mi idim? O gazetenin benim öldüğümü, tahkik etmek lüzumunu bile duymaksızın alelâde bir vaka gibi yazmasına ne dersin?

İnanamadım. Nihayet gazeteyi çıkarıp getirdi. Gözlerinin çukurlarında toplanan iki damla yaşı benden gizlemeğe çalışan bir hali vardı. Bir şeyler söylemek istiyordum amma söyleyeceklerim boğazımda düğümlenip kalıyor, ses çıkaramıyordum.

— “Ben şimdi, bu gazeteye göre öldüm…”

Diye gazeteyi katlayıp kaldırırken ilave ediyordu:

— “Ölmedim amma... Ölmiyeceğim de…”

Ak saçlı sanatkâr, çevik bir hareketle yerinden kalkarak, köşede koltuk üstünde duran keman kutusunu açıyor, meselenin İstiklâl marşı olduğunu söyliyerek:

—  “Ölünceye kadar feryad edeceğim! Atatürk'ün çok beğendiği ve onun Türk Milletine bir hediyesi olarak kalacak İstiklâl marşımızın radyoda ve birçok yerlerde benim bestelediğim her fırsatta söyliyeceğim… derece üzerinden çalınmadığını.”

Kemanını alıyor, köşesine bir buse kondurduktan sonra, omuzu ile çenesi altına sıkıştırarak:

— “Dinle!” diyor.

Yayını çekmeğe başlarken dikkat kesiliyorum. 80 derece üzerinden devam ettiğini söyliyerek İstiklâl marşını çalıyor... Radyoda dinlediğim İstiklâl marşı nerede, bizzat bestekârının çaldığı İstiklâl marşı nerede?..

— “İşte radyoda ve birçok yerlerde, hatta mekteplerde İstiklâl marşımıza hakkı olan 80 derece verilmiyor, 60 derece üzerinden çalınıyor.”

Güftenin meydanda olduğunu, kendisine güvenen bestekârların yeni bir beste ile ortaya çıkmalarını söyliyen Zeki Üngören:

—  “İstiklâl marşımızı beğenmiyenler olabilir.. Fakat bunların beni öldürmelerine ne lüzum var? Ben yaşıyacağım, yaşadığım müddetçe de İstikilâl marşımızın doğru çalınmadığını söylemekten yılmıyacağım.”

Vedalaşıp ayrıldığımız zaman onun şu sözü kulaklarımda çınlıyordu:

—  “Kadıköye her geçişinde Moda'ya kadar uzanıp beni ziyaret etmeği asla ihmal etme... Sahiden öldüğümü gazetelerden değil, ancak evimden öğrenirsin.”

Cemaleddin Bildik, Akşam, 19 Şubat 1954, s.3

İstiklâl marşımıza dair

Bir gazetede bir muharrire, İstiklâl marşımızı tenkit etmiş, bu eserin İstiklâl marşı olmasını istememiş. İstiklâl marşı için başka bir manzum eserin yazılmasına dair fikirlerini ileri sürmüş.

Kutlu Olsun!

Bizim milli renklerimizi gördükten sonra Mehmet Âkif'in şiirindeki şafak teşbihini onlara da maletmek...

İLAHİ’DEN MARŞA

“İstiklal Marşı” sözünü bile ilk defa duyuyordum. Tekkedeki ilahilerden, okuldaki marşa gelmiştim.

İstiklal Marşımız İstanbullulara gizlice dağıtılmıştı.

İstiklal Marşımız, o zaman işgal altında bulunan İstanbulda ilk defa olarak merhum Muallim Ahmet Halit Yaşaroğlu tarafından gizlice bastırılmış

Necip Fazıl Kısakürek - Babıali; ""İstiklâl Marşı" beğenilmiyor ve yerine bir "Millî Marş" yazdırılmak isteniyordu."

O senenin başlarında bir hadise olmuştur. Mehmet Âkif’in “İstiklâl Marşı” beğenilmiyor ve yerine bir “Millî Marş” yazdırılmak isteniyordu. Hattâ Ulus gazetesi bu iş için bir de müsabaka açmıştı.

Millet, Türk milleti, başına üşürülen demir, ateş yağmuru içinde usanmadan, ümit kesmeden, geleceğini böyle görüyor, ona böyle inanıyordu.

Londra Konferansı'nda millicilerin prestijini, kredisini kırmak için, millicilere Sevr Antlaşınası'nı asgari değişikliklerle kabul ettirmek için Yunanlılar Büyük Millet Meclisi'nin muntazam ordularına İnönü'nde bir taarruzda daha bulundular.

Mersinde Bir Muhakeme

Cümhuriyet marşı söylenirken kalkmadığından
Çomu zade ile Fırka reisi arasında çıkan münakaşanın sonu