Günün düşünceleri...

Öz anası olanlara :

-Senin anan budur!

diye bir başka kadını;

Babası olanlara :

-Senin öz baban bu adamdır!

diyerek yabancı bir erkeği tanıtmağa uğraşan zavallı, gülünçtür de kendi öz inanı, kendi öz ülküsü, kendi öz rejimi ve kendi reyiyle başa geçmiş şefi bulunan bir millete yabancı bir inan, yad bir ülkü, özge bir rejim sunarak :

-Bunlar senindir! diyen neden gülünç değildir? Eğer gülünç kelimesine itirazınız varsa, daha sunturlu bir sıfat bulabilirsiniz.

Böyle safsatalara rejim piçleri ve öksüz ideolojilerin mensupları kolayca inandırılabilirler. Biz, kendi sınırlarımız içinde bu türlü bir azınlık bile görmüyoruz.

Türkiye sınırları dışındaki Türkleri düşünmüyor muyuz? Kim demiş? Biz dünyanın bütün milletleri için şöyle düşünüyoruz:

“…. Bugün bütün dünya milletleri, aşağı yukarı, akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün cihanın milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar ehemmiyet veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim olmağa elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki bu vadide çalışmakla hiç bir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir.

Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın. Huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime şunu tavsiye ederim: milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii evvelâ ve evvelâ kendi milletinin mevcudiyet ve saadetinin âmili olmak isterler. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lâzımdır.”

Bütün milletler için böyle duyup böyle düşünen bir rejim, kendi soyundan gelmiş, fakat siyasi alınyazısını coğrafyanın başka bölgelerine, hartaların başka renklerine bağlamış olanları nasıl düşünmez?

O kadar düşünürüz ki onlardan bir kısmı Türkiye’ye gelip bizi “Batı Türkleri” diye ayrı bir topluluk halinde vasıflandırdıkları zaman üzülmüşüzdür bile.

Fakat enerjimiz ve hamlelerimiz, onarılması, yüceltilmesi bunca emek isteyen kendi Türkiyemiz ve Türkiye Türkleri için harcanacaktır.

Milli ülkümüz budur ve:

“…. Milli ülküye tam bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır.”

Milli sınırlar dışına akacak bir birlik, bir beraberlik isteğinden önce “Türk milliyeti” nin gönülden gönüle geçen bağlarla birbirine bağlı, vatan gibi ayrılmaz ve bölünmez bir bütünlük istediğini unutanlar gafil sayılmamalı mıdırlar?

Çünkü:

“…. Türk milliyetinin bütün vatan çocuklarında müşterek bağ olan kuvveti ve müteharrikliği Cumhuriyetin artık münakaşa götürmiyen bir temelidir.”

Kılık değiştirmiş bandıralar çekip vatan çocuklarının hepsinin arasındaki bu müşterek bağı gevşetmeğe yeltenenler, Kemalist Cumhuriyetin temeli ile oynadıklarının farkında değillerse, gene kendilerine acımalıyız!

Tarif olunmamış mefhumlar kaldığını söylemek de berrak suları bulandırmak istiyenlerin başvurdukları çareler arasındadır. Mileti mi, milliyeti mi, vatanı mı ve bütün bunların üstüne “Türk” ü mü tarif etmemişiz?

Meselâ şu tarif yapılalı on iki yıl olmamış mıdır:

“Türk olmayı sevmek ve Türk olmayı kabul etmek, Türk milletine mensup olmanın verdiği bütün haklara malik olmak için kâfidir.”

Bazı cereyanlar, tutunabilmek için sağda solda çatılacak, hücum edilecek yeldeğirmenleri icadetmek zorunu duyarlar ve galiba, gizli maksatları tamamiyle peçeleyerek bazı tecrübesiz ve saf kimseleri ayaklandırmak için kestirme yol da budur. Fakat yapılan hücumlarda yeldeğirmeni sanılan hedeflerin birer kale, birer istihkâm olduğu meydana çıkacak olursa…

Biz ne anarşiye tahammül etmek, ne de bu türlü nizamsızlıklar yüzünden zora başvurmak isteğinde değiliz.

“Nigehbancılar”, “Kızıl Hançerciler” son yarım asırlık Türk tarihinde “zorcu” ve “nizam düşmanı” olduklarından ötürü kapkara damgalar yememişler midir? Türk vatandaşı, Türk genci bir daha o yola sürüklenemiyecektir. İçtiği and, inandığı rejim ve omuzlarında taşıdığı kutsal emanet, böyle bir sapıtkanlığa her zaman için mânidir!..

Tarih sayfalarını çeviriniz :

Bir ayaklanma olur ve bunda Devlet otoritesine karşı gelenler, başlarında “Sancakı Şerif” i taşırlar.

Bir isyan bastırılmak üzeredir. Zor duruma düşen âsiler, kargılarının üzerine musaflar bağlarlar.

Kutsal tanılan şeylerin kutsallığını çiğneyerek onların gölgesine sığınanları hangi tarih kitabı övmüştür?

Ödevini yerine getirecek memuru, İstiklâl Marşı söyliyerek hareketsiz bırakmıya kalkışmanın tarihte okuduğumuz bu kötü misallerle benzerliği yok mudur?

Yırtık gömleğine Bayraktan yama yapan kimseye kahraman diyebilir misiniz?

T. İ. (Nurettin Artam), Ulus, 09.05.1944, s. 2

MEHMED AKİF İHTİFALİ İÇİN

Mehmed Akif de Namık Kemal gibi, ilk manzumelerinden sonra, ruhlarının kemal çağında, manzum bir şey söylemeğe hazır oldukları zaman yalnız vatanı söylemek için ağızlarını açan, sayıları pek az, o kadar az ki yalnız kendilerinden ibaret iki vatan şairimizden biridir.

Akifin gayzını şimdi daha iyi anlıyorum...

Mısırda bir dostuma telgraf çekmem lazım geldi. Bir kaç cümle sıraladım. Sonra, on lira uzatarak...

Millî Bir Marşa Muhtacız

Bu âcûbeyi hâlâ millî marş diye terennüm etmekte, her şeyden evel, sanatımız için hazin bir mahcubiyet yok mudur?

Gene Milli Marş

Milli marşın İstanbul radyosunda niçin çalınmadığı hakkında yazdığım yazıdan sonra, bu meselenin efkâri umumiyede uyandırdığı akisler, hassas bir noktaya dokunduğumu ispat etti.

"Yukarıdaki satırlar, İstiklal Marşı hakkında yapılmış hemen hemen en sert eleştirilerdir. "

Karabekir, Genelkurmay Başkanlığı'na da Akif’in İstiklal Marşı ve bestelenmek için bunun Paris'e gönderilmesi tasarısı hakkındaki eleştirilerini bildirir.

Yalnız İstiklâl Marşını yazan Mehmet Akif neticenin şüpheli olduğu bir zamanda...

8 şubat 1919 tarihinde Müttefikin orduları Başkumandanı Ceneral Franchet d’Espérey İstanbul’a gelerek ve at üzerinden...