VAROLUŞA İSLÂM DAMGASI
İSMET ÖZEL
وار اولوشە اسلام طامغەسی

Derhal benimsemiştim Gazneli Mahmud’un “Duvara söyle ki, kapı duysun” tavsiyesini işitir işitmez. Başka bir çarem de yoktu doğrusu. Ne dünyanın şekline bir katkım olacağı aklıma gelirdi, ne de kâinatın çekilip çevrilişine. Daha çocuk yaşta fark etmiştim ki, top her zaman olduğu gibi o gün de aksiyonu yüklenecek unsurun ayağına yakıştırılmıştı. Hangi anlamla yüklüydü aksiyonu yüklenmek? İster sanatçı, ister akademik personel, giderek siyasi bir kişi olalım ve mesleğimizi hangi çapta yürütüyor olursak olalım toplumun dümenine elimizi yakın tutmamız bir şekilde engellenmişti. Dünya sisteminin bir icabıydı bu. Sokrates yargılanmak üzere evinden alındığında karısı “Seni haksız yere götürüyorlar deyince filozofun cevabı şu oldu: “Beni itham ettikleri suçu gerçekten işlemiş olsaydım daha mı iyiydi?”. Yani aksiyonu yüklenmiş havasına girenler sadece devlet terörünün muhafızlarındandır.

Devlet varsa terörü de vardır. Eğer Müslüman olmasaydık Hobbes’un tabiriyle bir canavarla, bir Leviathan’la karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirdik. Kendimizin “ehl-i sünnet ve’l cemaat” içinde olduğunu kabul ettiğimiz sürece devlet terörünün yardakçısı olmaktan uzakta durmuş oluyoruz. Devlet terörünün asayiş sağladığı görüşünde olanlar gizlice veya açıkça bu terörün hükümran olmasına destek olur. Buradan bir devletin tebaası durumunda olanların ne gözle birbirlerine baktıkları sualine geçebiliriz. Eğer tebaa kendilerini birbirlerinin kardeşi görmeyen insanlardan teşekkül ediyorsa o zaman bir öbek Müslümanın devlete tavsiyede bulunacak bir seviye tutturup tutturmadıklarına bakmamız şart olur. Kanunları, kuralları tespit ve ika eden Yahudiler ve Hıristiyanlar ise onların ilâhiyatlarının varoluşçuluk üretmesi kaçınılmazdır. Çünkü varoluşçuluk temeli çürük bir toplum uzlaşmasının kışkırttığı bir görüşe verilen isimdir.

Varoluşçuluk der demez akla Hegel düşmanı Kierkegaard mı, Tanrı’yı öldüren Nietzsche mi, Katolik ruhuna ateizm esintisi dolduran Heidegger mi gelmeli? Ya hepsi veya hiçbiri… Felsefeye kıyısından köşesinden bulaşmış birisinin hepsi demesi kolay; ama hepsinin yanı sıra hiçbirini de telâffuz ettiğimize, zikrettiğimize göre Nobel ödülünü almağı reddeden Sartre’ı yukarıdaki tasnifte hesaba katmayışımız düşünülüyor olmalı. Hâlbuki XX. Hristiyan asrında varoluşçuluk deyince ilk akla gelen isimdir o. Felsefesini kurarken en çok Heidegger’den yararlandığı hep söylenir. Bir felsefe kurduğu ciddi şüpheler uyandıran Sartre saydığım isimlerin inkârcılığında onlarla bütünleşir. Yahudiliğine ustalıkla bir ateizm kisvesi ayarladığı için Sartre söze varoluşçuluğun dindar ve dinsiz yanlarının konu edilmesini kolaylaştırmıştır. Gerçeği merak konusu ettiğimizde varoluşçuluğun Yahudi ve Hıristiyan dindarlığının (her ikisinin birden) bir parçası olduğu gözden kaçmaz. İki bâtıl dinin hangi parçasını varoluşçuluk adına layık görüyoruz? Nerede bu iki din bir oldubitti çizgisini paylaşır hale düşmüştür işte orada varoluşçuluk parlar.

Bâtıl dinler hak etmedikleri bir üstünlüğe kavuştukları zaman düşünce sahasında dikkat çeken şeyin bir çeşit varoluşçuluk olması bizi insanın kaderi hakkında düşünmeğe zorlayacaktır. İnsanın kaderi demekten kaçınmadığımız şey Sartre’ın afirmasyonuyla uyum içinde ele alınabilir. Özgürlüğe mahkûmdur insan Sartre’a göre. Alman Harbi bitmiştir. Batı’ya mahsus her türden dolabın dönüşüne bir ara verilmiş görünmektedir. Batı cephesinde yeni bir şeyin bulunmadığına herkes ikna olmuştur. Üstelik Batı batılılara kıyan seri cinayetlerden bizar olmuş görünmektedir. İnsana sorumluluğunu hatırlatır varoluşçuluk. Camus “Başkaldırıyorum öyleyse varım” diyecektir. Başkaldırı kime veya neyedir? Bu suale cevap vermeğe kimse yanaşmaz. Çünkü en kirli olanlar galipler yani yine müttefiklerdir. ABD vatandaşlarının 10 bin dolar hayat sigortasıyla askere alınabildiklerine dikkatten kaçınmayalım. Savaş bitti denildiğinde kimsenin ağzını açmağa güç yetiremediğini görürüz. Çünkü pislik yüksele yüksele çeneye ulaşmıştır.

Pisliğin insana nüfuz etmesi ancak din kisvesi altında mümkün olmuştur. Sadece sahip olduğunuz din değil, kurtuluşu ondan kaçışta aradığınız din de pisliğe bulaşmanızda rahatlık verecektir. Resulü Ekrem Halit bin Velit’e Allah’ın kılıcı payesi vermekten geri durmadı; ama kılıcını Resul Allah’a hediye etmek isteyince “Bize karşı en keskin kılıç seninkiydi” diyerek geri çevirdi. O halde gayemiz varoluşa ilişmesi düşünülen İslâm damgasını işaret olduğuna göre varoluşçuluğun parlayışının kime, ne ifade ettiği noktasından başlayalım. İslâm Arap Yarımadası denilen bölgede Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın en rahat nefes aldığı bir zaman diliminde ortaya çıktı. Hıristiyan XX. asrının başlarında İslâm’ın hesabı yine orada görüldü. Bütün yazdıklarım hesaba katılarak İslâm kelimesinin geçtiği yerde insanların İslâm’la ne anlatmağa kalkıştığı ve İslâm’dan ne anladıkları akla gelmelidir. Yazılarım bizlere ayette mealen “Allah katında din İslâm’dır” şeklinde bildirilen her ne ise o anlam alanına uzak durarak yazılmıştır. Yoksa İslâm’ın ortaya çıktığı ve hesabının görüldüğü yer olarak Arap Yarımadası’nı anmayabilirdik.

Türk bayrağını Mekke kalesinden sökenler (Hristiyanların 1916ncı yılı) o bayrağın kimi temsilen, kime karşı ve kimin bu topraklara hükmetmesine itiraz edenler olduğunu bilmeyenlerdi. Yoksa biliyorlar mıydı? En dayanılmaz felâket bu olurdu ve oldu. Bugün Hristiyanların XXI. asrının ilk çeyreği geride bırakılmak üzereyken İslâm’dan bahis açmak bizi gülünç duruma mı sokar? Evet, sokar. İslâm’ı hiçbir kültürel zenginliğin temsilcisi bilmeksizin gündeme getirmek gülünçlüğe rıza göstermekten başka işe yaramadı. Türk olmak, şerefini Türk topraklarında yaşamaktan almak bize uzaktır. Kimiz biz ve yaşadığımız ülke hangi ülkedir? Niçin bu ülkede Anayasa seviyesinde addedilen metinde beş yıl boyunca “din-i İslâm” ibaresi yer almışken sonradan kaldırılmıştır? Aynı yıl daha Selçuklular saltanat sahibi olmadan Türklerin yazısı olarak bilinen harflerin adı halkın dilinde “eski yazı” ya, resmi haberleşmede “Arap harfleri” ibaresine dönüşmüştür. Saltanatın ve Hilâfetin gerek hak ve gerekse yetki bakımından devre dışı bırakılmasına güç yetirenler bu güçlerini vaktinde kimden alıyorlardı ve halen arkalarını aynı güçlere dayayarak İslâm’ı olduğu kadar Müslümanım diyen herkesi alay konusu edebiliyorlar? Lozan’dan dönerken İsmet Paşa Türkiye Ermenileri tarafından niçin Şükran Plaketi ile karşılandı? Sonraki gelişmeler çok hızlıdır. Büyük Millet Meclisi önce Saltanatın, çok geçmeden de Hilâfetin hak ve yetkilerini devraldı. Çocukların bile bilmesi elzem olan bu gerçekten yaşını başını almış kimseler tamamen habersiz. Dayanılmaz felâketin gölgesinde gülünç görünmeği göze alarak İslâm’dan söz etmekten başka bir vasıtaya sahip değilim.

İslâm’dan söz edebilmek için Ehli Kitap’tan başlamam gerekiyor. İslâm itikat dediğimiz her ne ise onun butlandan salim kalmış kısmıdır. Başlangıçta, yani Kur’an nazil olur olmaz bâtıl itikadı Yahudilerde ve Hıristiyanlarda buluşumuzdan İslâm çıkardık. Elinizdeki kitabın varlık sebebi Allah katında gerçek din olarak bilinen İslâm değil, insan yapısı İslâm’dır. Allah katındaki gerçek dini görme-bilme şerefine lâyık olmadığımı biliyorum. İnsan yapısı İslâm’dan benden başka kimlerin haberdar olduğunu ise bilmiyorum. Kur’an nazil olmakla başka hiçbir inancı ve hele de Arapların modası çoktan geçmiş putperestliğini değil, Yahudilerin ve Hıristiyanların itikadını butlana uğrattı. Taoculuk, Budizm, giderek Şamanlık gibi bilhassa Uzak Doğu’da geçerli sayılan inanış biçimleri Kur’an saliklerini birinci derecede ilgilendirmiyordu. Meryem Ana haç üzerinde ölümüne şahit olunan Tanrı’yı doğuran kadın mı idi? Yahudiler en eski monoteistler miydi, yoksa monoteist tabiri her Avrupa dilinde tuhaf karşılanacak deyişlere uğramış olanları anlaşılabilir insanlar sırasına sokmak için mi uydurulmuştu? Kısacası, merdiven altından geçmenin uğursuzluk getireceğine inanmamız bizim batıl itikada sahip olduğumuzu açıklamazdı. Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bizzat Yahudilerin ve Hıristiyanların yazdıkları işimizi kolaylaştıracaktır. Karşımıza Abraham (İbrahim) ne zaman Yahudi oldu sualine cevap arayanın bir Yahudi, ne zaman (kaç yaşımızda) vaftiz olursak itikaden isabet etmiş oluruz sualinin cevabını arayanın da bir Hristiyan olarak çıktığı bir gerçektir.

Yahudi kabul edilmek için bir Yahudi anneye sahip olma şartı Yahudilere Mısır’dan çıkıp Vaat Edilmiş Topraklara ulaşmalarından sonra yani Yahudi olmayan kavimlerin tecavüzleri sonucu Yahudi kadınlarını gebe bırakmasına cemaat lehine bir çare olarak üretildi. Bu bilgiyi edindiğim kaynakta Yahudiliğin bir dinden ziyade sıkıca sahip çıkılan bir kültür olduğu yazılıdır. Tanrı’nın can verdiği mekânı kutsalların en üstünde bilmenin itikadın en sarsılmaz parçası olduğu Hristiyanlara verilmiştir. Son otuz yıldır Türkçe konuşanlar havra demektense sinagog demeği tercih ediyor. Neden acaba? Hava atarak yaşama modası çok yaygın olduğundan. Hava atmalarına engel olduğu kadar Türk topraklarında Hristiyanlaşmış unsurlar yeni dinlerini dışa vurmaktan çekiniyor. Ben şiire emek harcayarak belki yeni bir hava atma usulü icat etmiş oluyorum.

İsmet Özel, 2 Cemâziyelahir 1442 (15 Ocak 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.