PERGELLE ÇİZİLEN KUSURSUZ DAİRE
İSMET ÖZEL
پرگللە چیزیلن قصورسز دائرە

Bir şair hangi lisana yaslanırsa yaslansın şiir sanatının gereklerini yerine getirdiği için değil bize ancak o lisan üzerinden verilebilecek bir dünya verdiği için şairdir. Ne demek şiir sanatının gereklerini yerine getirmek? Şairlerin ele geçirdiği itibarı kıskananlar moda dil oyunlarıyla bu işi çözebileceklerini sanarak edebiyata yapabilecekleri en büyük kötülüğü yapmışlardır ve halen yapıyorlar. Her dil bir lisan olgunluğuna gelmek için şiirle sıkı münasebeti olan bir anlatım iskeleti edinir. Şiir sanatının gerekleri bu iskelette saklıdır. Nasıl bir dünya verir şiir bize? Tıpkı mekteplerde öğrettikleri gibi yusyuvarlak bir dünya. Bir ucundan asla tutamazsınız, çünkü yuvarlaktır. Yani mekteplerde bize aslını söylemekten kat’i surette çekindikleri ele gelmez bir dünyadır bu. Buradan pergelin yazmaz sivri ucunun maruz bıraktığı sıkıntı sebebiyle bir daire çizilmesine sebep olduğu fikrine varabiliriz. Daire elimize edebiyat vesilesiyle geçmez; ama şiir bilhassa daire çizer. Bunu yaptığı için bütün lisanların gücüne sığınılarak kurulan şiirden söz edebiliyoruz. Edebiyatın yardımcı olduğu husus bizim mensubiyetimizi aidiyetimiz haline getirmemizdedir. Bilimin de, felsefenin de daire ele geçirmede faydası yoktur. Giderek bizi dairesiz kalmanın rahatına acıktırırlar.

O bir zamandı ki, Kur’an nâzil olmuş ve Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem ikna ettiği Müslümanlar üzerinden bir toplum inşa faaliyetine girişmişti. İşte o zamanda Suriyeli Hıristiyanlar Bizans İmparatoruna Muhammed’in öldüğü ve ona boyun eğenlerin şaşkınlık içinde kaldığı haberini uçurdular. Eğer II. Roma oraya bir ordu sevk ederse bu adamları kazanabilirdi. Hıristiyanların Müslümanlar üzerine bir ordu hazırladıkları haberi Müslümanları sefer hazırlığına zorladı. Hazreti Ali sefere katılmayanların inzibat altında tutulmasıyla görevlendirildi. Tebük seferi hazırlıklarından çatışmanın vuku bulacağı düşünülen yere intikale kadar geçen süre ders alınacak olaylarla doludur. Bizans ordusunun gözü Müslümanlarla çatışmağa girmenin bedelini götürmedi. Bu Tebük seferinin çatışmasız sona ermesinin sebebi olduğu kadar bugün ihtiyacımız olan Türk tarifimizin de dayanağıdır. Seferin öncesi sonrasından daha mühimdir. Çünkü dünyanın tümünün ehl-i din hale gelmesinden ziyade dinine sahip çıkan insanların bir numune teşkil etmeleri insanlığın kaderi itibariyle daha mühimdir. Bu sebeple iki vakıayı gönül rahatlığıyla karşılaştırabiliyoruz. İlk vakıa Kur’an-ı Kerîm’in nâzil olmasıdır. Bununla cennetten kovulmuş insanların yerküre üzerinde salih bir hayattan haberdar olması teminata bağlanmıştır. Türklerin vatan sahibi olmaları ikinci (yani hayırlı) vakıadır. Türkler gayri-Müslimlerden ve bilhassa Ortodoks Hıristiyanlardan yani uydurdukları saçmalıkları bahane edip birbirini kıran insanların elinden Küçük Asya’yı almışlardır.

Küçük Asya’nın İslamlaştırılması esas itibariyle Büyük Selçuklu devleti, Anadolu Selçuklu yönetimi ve Gaza Beylikleri evrelerini geçirdi. İslamlaşma harbi kazananların Müslüman olmaları sebebiyle mi vuku buldu, yoksa Müslümanların üstünlüğüne dayalı bir düzene geçişten ötürü mü? Elbette ikincisi. Ne var ki iktidarın ayakta tutulması hatırına hangi uzlaşmaların kimin kime boyun eğmesiyle 66’ya bağlandığı Türkleri bugün de acılar içinde kıvrandırıyor. Osmanlılar her ne kadar şehzade yetiştiren şehirleri bünyesinde barındırsa da Küçük Asya’yı kendi hükümranlıkları bakımından güvenilir saymadı. İdeal olarak umulmadık bir süratle ele geçirdikleri Balkanları vatan edinmeği bellemişlerdi. Osmanlı idaresi Balkan halklarını kuraklığa ve sefalet belâsına karşı savundu. Yine de gözümüzde vatanlaşan toprakların, Misâk-ı Millî ’ye dâhil yörelerin Gaza Beyliklerinin hükümran olduğu bölgeler olarak tecessüm ettiği vakidir. I. Cihan Harbi galipleri Türkleri ensesine vur, lokmasını al türünden bir ricale tutsaklık edenler tayfası gördü. Orhan beyin okuttuğu hutbede kendinden pehlivan-ı cihan olarak bahsettirmesi dikkati hak eder. II. Cihan Harbi galiplerinin kendi sıhhatlerinden (ekonomik, sosyal, siyasi) şüpheleri vardı. Bu şüpheler artarak mevcudiyetlerini koruyor. Biz Türkler millet olmanın şevkine yabancıyız. Çünkü birbirimizle ilişkilerde devlet dolayımından başka unsur yok ve herkes devleti noksanları giderilmesi gereken bir örgüt olarak görüyor. İçişleri Bakanlığı’nın bir dökümden mahrum olduğunu söz konusu bakanlığı Tantan deruhte edinceye kadar bilmiyorduk.

İstanbul Boğazı üzerine inşa edilmiş köprülerin (Buna bir de 1915 Çanakkale köprüsünü ilâve edin.) şimdiden başımıza ne işler açtığından ve bundan sonra açacağından dem vuran herhangi bir toplum gücü yok. Birinci Boğaz köprüsünün yapılmasına iyi gözle bakan bir tek “aydın (!)” bile yoktu. Köprü yapıldı, 1973’de hizmete açıldı ve böylece insanlık karşısında gülünç duruma düşmenin çoğu kimseye dert olmadığı anlaşıldı. Ne gülünç durumda olduğumuzu 27 Mayıs 1960 sonrasında devreye sokulan Devlet Planlama Teşkilatı’nın başına “plancılığıyla” meşhur Tinbergen adlı bir Hollandalıyı getirdiğimizi hatırlarsanız (veya bir ansiklopedide bu bilgiye rastlarsanız) anlarsınız. Allah’ın bize hediye ettiğinin başına ne işler açtığımız (Bir bilgisayar monitörünün imalatı üç kasabanın suyunu kirletiyor.) teknologi avuntusuyla geçiştiriliyor. “Bir toplu iğne bile yapamaz” durumdan insansız uçak yapma kibrine bizi kim uçurdu? Ödemeler dengesi niçin bir türlü ülke lehine döndürülemiyor? Rus tabiiyetindeki turistlerin akıl almaz indirimlerden yararlandığını kaç kişi biliyor? Türklerin şerefleri karşılığında karınlarını doyurabildiği ülkede milletin akıbeti kaç kişinin uykusunu kaçırıyor?

Köklü bir aldanışın avutucu ninnisi altında günlerimiz asırlar boyu geçti. Asırlar şiirin kurtarıcı vasfını ciddiye alanları gölgede bıraktı. Pergelle çizilen kusursuz daireye talip olmaktan ne fayda temin edeceğiz suali hâlâ peşimizi bırakmıyor. Pergelin yazmaz sivri ucunun sanatçıya batışından her hangi bir şey anlamadığınız için elimize hiçbir fayda geçmez diyenlerden biri iseniz ne iş yaparsanız onun hakkını veremeyeceksiniz. Gözünüz İstanbul’un Beyrut gibi bir finans odağı haline gelmesine takılacaktır. Türk topraklarının herhangi bir işgale karşı tahkim edilmesi yerine trafik sıkışıklığında çiçek satarak gününü kurtaran esmer vatandaşlar seviyesinde bir ömürden zevk almayı kâr bileceksiniz. Hatırdan çıkarılmasın ki, kapitalizmin omurgası kârın azamileştirilmesi ilkesini iş gören herkese hâkim kılar. İş adamının ettiği kâr onun karne notudur. Bu notu yükseltmek için kâfir Müslüman demeden bütün insanlık ailesinin menfaatini gözetmek zorundasınız.

Aile bütün insanlığı kapsayamaz. Bütün insanlar kardeş olsun beklentisi vaktiyle modernleşen Avrupa’da kurulmuş bir tezgâhın malzemesi değilse boş bir temennidir. Boş olmayan yerkürenin Müslümanlara mescit kılınışıdır. Gayretini bütün insanlığı aynı çatı altında tutma çabasına vakfetmenin karakter bozucu bir meşguliyet olduğuna akıl erdiremeyen neyin niçin helâl veya haram olduğuna akıl erdiremeyecektir. Kur’an bizi Allah’la pazarlık yapamayacağımıza ikna etmiştir. Tövbe yolu açıktır. 27 Mayıs 1960 hadisesini yaşamış olmaktan ötürü tövbe edelim. Koz olarak topraklarımıza has ziraat ve yine topraklarımıza has hayvancılıkta bütün Türk olmayan kavimlerin gıpta edeceği seviyeyi esas alalım. Kendimizin Türk olmasının dünyaya hangi maliyeti yüklediğini hatırlayalım. Anlatmağa gücümüz yetiyorsa üniversitelerin fuhuş yuvası değil ilim yuvası olduğunu birbirimize anlatalım.

İsmet Özel, 9 Cemâziyelahir 1442 (22 Ocak 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.