DÜZENİN SÜRATİ, ZİHNİN SELÂMETİ
İSMET ÖZEL
دوزنڭ سرعتی، ذهنڭ سلامتی

Kur’an akletmeği emrediyor. Demek ki, Müslüman deyince aklını gereksiz şekilde kullanmasına müsaade edilmemiş kişiyi anlıyoruz. Aklını israf ettiğine şahit olduğumuza Müslüman demeyeceğiz. Aslına bakarsak veya dikkatimizi Batı Medeniyetinin XVII. asırdan itibaren kat ettiği mesafeye teksif edersek görürüz ki, aklımız ne eşyanın tabiatına, ne de insan ömrünün bu tabiatta nereyi işgal ettiğine yeter. “Düşüncenin prensi” Kant “Ding an sich” kavramıyla dünyadan anladığımız şeyi eşyanın tabiatından ayırmıştır. Madem insan ömrünün eşyanın tabiatındaki yeri hususunda cahildir; nasıl çalışır aklımız? Eğer bir şeyin aslına kafa yormak tercihimiz ise önce zihnimizi o şeyin dışında kalan her şeye kapamak zorundayız. Yani insana mahsus kavrayış bir tür tecrit seviyesinde başlar; ancak kavrayış başladığı yerde kalmaz. Tecridi tefrik takip eder. Tecridin tefrikle tevhit edilmesi kavrayışı tamamlar. Bu akıl yürütme sırasını takip edersek yurdumuzla vatanımızın aynı yer olmadığı sonucu bizi bekler. Geçimimizi temin gayesiyle yurt ediniriz. Vatan ise uğruna ölünen yerdir.

Bütün gerçekliğiyle tarih hangi yurdun hangi vatana dönüştüğüne dair hikâyelerle doludur. Bu hikâyeler tersinden anlatılamaz. Yani asırlar boyunca vatanların yurtlaşması diye bir vakıaya rast gelmiş değilizdir. Ne zaman Dünya Düzeni demişsek bununla bir geçim ortamını işaret etmiş oluruz. İnsanlığın gündemi İslâm’la tamamlanmıştır diyorsak bunun açıklamasını yani insan olma ve insan kalma uğraşlarına Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın cevap yetiştiremeyişleri meselenin merkezini teşkil eder. Madem İslâm’dan tamamlanmış bir insanlık gündemi olarak bahis açıyoruz, o halde niçin hayatımızın belkemiğine hak ettiği önemi atfetmiyoruz? Çünkü insanlık seviyesi diye bir derdi üzerimize alma sıkıntısından modernlik vasıtasıyla uzak tutulduk. Niçin Yahudi veya Hıristiyan değil de Müslüman olacakmışız? İnsanlık seviyesi diye bir derdi niçin üzerimize alacakmışız?

Bir şey olmak veya sadece “olmak” gibi bir mecburiyetiniz yok. Ne olduysanız olduğunuz kadarı size yetebilir. Yetmiyorsa? Olduğunuz kadarı size kâfi gelmiyorsa, yani benim tarif etmek istediğim insanlık ölçülerini ciddiye almışsanız ne yapıp yapıp kendinizi yetişkin hale getirmek istersiniz. Kimdir yetişkin, nasıl bir şeydir? İlaç tarifelerinin buluğ çağını geride bırakmış olanlara yetişkinlik yakıştırdığını görüyoruz. Türkçenin şimdiki hale getirilmesinden önce yetişkin yerine “kâhil” kelimesi istimal edilirdi. Gerçekte olan bir şeye değil, olmasını istediğimiz insan karakterine yetişkinlik atfederiz. Yaşını başını almış herkesten yetişkinlik bekleriz. Yaşamak, var olmak nebatat ve hayvanat için bir yetişme sürecine dâhil olmak anlamına gelir. İnsan haline gelmenin ve ölünceye kadar insan kalmanın sırrı buradadır. İnsanın bir hayvan türü olmadığını da buradan anlarız. Bitkiler ve hayvanlar söz konusu olduğunda yetişme sürecinin bir yükseliş ve çöküş dönemi geçirdiğine şahit olmuşuzdur. Oysa insan bedeninde hangi yaşlılık belirtisi görülürse görülsün yani ömür ne kadar uzamış olursa olsun insan mükemmele yönelişi elinde, gönlünde tutabilir.

Mükemmele yönelmek bir felsefe yapıntısı değildir. Müslümanlar bir ölüm haberi alırlarsa dinleri gereği şu tepkiyi verirler “Allah’tan geldik ve yine Allah’a rücu edeceğiz”. Kur’an bize dünya hayatını ahiretin tarlası olarak bilmemizi öğretti. Müslüman karşısına dünya hayatı her hal ü kârda bir gayret zamanı kıyafetinde çıkar. Ona ulaşmamızın imkânsızlığını bile bile mükemmele yönelir aklımız. Sahiden öyle midir? Eğer Batı Medeniyetinin yücelttiği kâr kavramına intikal etmişlerdenseniz yöneldiğiniz mükemmel değil “komşuda pişer, bize de düşer” havasında bir şeydir. İçi havayla dolu bir şey, bir balondur yani. Ne kadar şişkin, ne kadar süslü olursa olsun bir iğne ucu kadar ömrü vardır. Batı Medeniyetiyle pompalanmış balonun ömrünü nihayete erdirecek iğneyi nereden tedarik edeceğiz? Yıllar boyu ihlastan uzaklaşmamız medeniyet balonunu şişiren pompa oldu. Tersi için de yıllara mı muhtacız? Asla bu fikre yakın durmayın. Kalbinizdeki (isterseniz özünüzdeki deyin) haslık Allah vergisidir. Önce kalbinizdeki haslığın gücüyle direnç gösterecek ve boyunduruk altında yaşamağı reddedeceksiniz. Bunu başardınız mı gerisi çorap söküğü gibi gelir. Sözünü ettiğimiz şey, yani gerisi dediğimiz şey atılımdır. Bin bir zahmetle ve hayrete salan maharetle örülen çorabın süratle çözülüşü bir atılımın fark edilmesi şeklinde tezahür edecektir.

Batılı insan ne yaptı da dünyaya hâkim oldu? Medenileşmek bahsinde dünyaya öncülük etmek niçin batılara nasip oldu? Bu suallerin içi boştur. Boşluk kendini batılı saymayan veya batılı olmamaktan kazanç uman kimseleri medeniyetin sihri altında tutmak üzere uydurulmuş oluşundan doğuyor. Müstemlekecilik fethin sayesinde ihdas edilmiş bir hâkimiyet türü değilse batılılar dünyaya hiçbir zaman hâkim olmamıştır. Büyük kolonyal imparatorluklar kuran İberik yarımadasının değil, Avrupa’nın kentsoylusu Osmanlıların Balkan hâkimiyetine cevap vermek kastıyla dünyayı karış karış istimlak etmiştir; hepsi bu. Dünyayı anlamlandırma işinin püf noktası müstemlekecilik icat edilmeden önce Kur’an-ı Kerim’in nâzil oluşundadır. Biz Türkler asırlar boyunca tarihe bir ayar verdiğimizin şuurundan uzak yaşadık. Bu uzaklık hâkimiyet sırasının Avrupa’ya geldiğini birilerine inandırdı. Oysa arşın yücelerinden inen ayetlerin gölgesinde Türkler bir vatan sahibi olmakla kalmamış, Avrupalıları içinde yaşadıkları zor şartların gereğini yerine getirmeğe icbar etmişlerdi. Bu sallantı içinde batı medeniyetinin yılmaz bekçilerinden Francis Bacon “Tabiatı öyle zora sokmalıyız ki, istediğimiz cevabı alabilelim” demekten çekinmedi.

Avrupalılar istedikleri cevabı fazlasıyla almış olsalar bile bundan bir tatmin elde edemedi. Bir manevi mal olarak teknologi yeryüzünde modernlik hastalığından salim kalmış bir metrekare bırakmadı. Bu hastalığın şifası saklı gizli değildir. Kur’an apaçık bir kitaptır. İnsanın Kur’an menşeli bir sağlıktan haberdar olmasının ancak Kur’an eliyle inşa edilmiş vasıtalara sahip çıkmasıyla mümkün olacağını İslâm’a dolaylı ve dolaysız savaş açmış olanlar biliyor. İslâm ümmeti kendi gücünün farkında olmayıştan bir medet umdu ve şimdiye kadar yaşadıklarımız bu bigâneliğin sonuçlarına katlanmaktan ibaret. Şimdi zihnimizin selâmetinden destek alma zamanıdır. Türklerin pılısını pırtısını toplayıp Avrupa’dan el çekmesini dünyada Britanya hâkimiyetinin şartlarından biri olarak gören Gladstone Türkleri mağlup etmenin ancak Türklerin ellerinden Kur’an-ı Kerim’i alarak mümkün olabileceğini söyledi.

Türk topraklarında batılılaşma, modernleşme, kapitalist gelişme birbirlerine malzeme taşıyarak canlılık edinmiş şeylerdir. Bütün dünyada aynı şey olmadı mı? Niçin “Batı” der demez aklımıza Türkler geliyor? Çünkü Batı Medeniyetine yaptıkları cazgırlıkla servet ve mevki gasp edenler bizi inşası Türklerin belli toprakları vatan edinmelerinden sonra başlayan bir sahneye sıkıştırdı. Haham torunu Karl Marx’ın emek ile sermayenin çatışmasına has kıldığı düzen yükselme hırsına sahip olanlara toplumdaki her kötülüğün korunduğu bir şekil kabul ettirdi. Emeğin savunması gibi anlaşılan sosyalizm kapitalizmin ölüm şerbeti içmesine yol açan bir görüntü ortaya çıkarmadı. Dolayısıyla zaman zaman kapitalizmin hürriyetin bir belirtisi sayıldığı günler geçirildi. Fuhuş bir hürriyete mi işaret ediyordu? Ben Berlin duvarı yıkılır yıkılmaz adım başı kendini pazarlayan güzel, ter ü taze kadınların arasında yürüdüm.

İçi boşaltılmış ve toplum hayatının dokusuna duyarsız edebiyat zihnin selâmetine düşmandır. Bu düşmanlık topluma akıl ermez fedakârlıklar sonucu kazandırılan ölçülerin zararlı sayılmasıyla tezahür eder. Divan edebiyatına “yamalı bohça” tabirini yakıştıran Namık Kemal’dir. O ki, 16, diyelim 17 olsun, yaşında bir kolunda divanı, diğer kolunda karısıyla İstanbul’a gelmiştir. Şiirin ne işe yaradığını yeniden düşünme gereğini Batı’ya ilâhlık atfeden Tanzimat doğurmuş. Tanzimat’ı doğuran neymiş peki?

İsmet Özel, 14 Recep 1442 (26 Şubat 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.