DÜNYA İKİDEN FAZLA PARÇA KALDIRMAZ
İSMET ÖZEL
دنیا ایكیدن فضلە پارچە قالدرماز

Modernliği nimet bilen Türkler yadırgatıcı bir dengenin eline bırakılmış durumdadır. Çünkü kıymet bilmekle kıymete sahip çıkmak Türk topraklarında aynı sahayı paylaşmaz. Yani bu ikisinden biri nereye geldiyse diğeri terk-i diyar etmiştir. Şunu göz önüne alın: Saygı veya ihtiram değer bilenin tanıdığı bir duygudur. Saygı bir değerdir ve fakat onun yerinden, değerler sıralamasındaki yerinden haberdar olmak değer kazanmışların haddidir. Bazılarına duyduğumuz saygı hak etmediği bir tuhaf saygıdan istifade edenleri gözden düşürür. Her sahada, her ilişkide ikilik görünür veya görünmez; ama dünya hayatına anlam katan şey ikilikte gizlenene verilmiştir. Dünyanın karanlığı bize gerçekte hangi ikiliğin belâsına uğradığımızı veya hangi ikiliğin sefasını sürdüğümüzü saklar. Bir cehalet bir başka cehalete yol açar ve biz nerede olduğumuz meselesine bir türlü akıl erdiremeyiz. Bu acayip halin temelinde sayı saymada düştüğümüz yanlış vardır. Sadece Türkler değil, bütün dünya sayma işinde düşülen yanlışa uymanın kârlı olduğu fikriyle bugünlere geldi.

Sayı saymada düştüğümüz yanlış bir elimizde beş parmak bulunmasıyla başlıyor. Pençe kelimesinin kökü burada. Üç parmaklı kuşların bile pençesine düşebiliyoruz. Zihnimiz iki elimizin verdiği 5+5=10 tamlamasına bizi zorluyor. Sayı saymada bizi nelerin zorladığını yerli yerince bilmiyoruz. Bilgimizi hakkı olan yere nakletmek için Tasmanya ahalisinin sayma yöntemine başvurabiliriz. Çok diyerek başlıyor Tasmanya ahalisi saymağa. Gözümüz dünyada önce çoğu görüyor çünkü. Çoktan ikiye geçiyoruz ve nihayet bize bir geliyor. Dünyada hayatın cereyanı olarak bildiğimiz her ne ise çoklukla başlıyor. Sualimiz dünyada nelerin olduğu ise bunun cevabı çokluk olacaktır. Çok türlü, çok çeşitli mevcudiyetler arasındayız. Çokluğa dikkatle baktığımızda sayıların azaldığını fark ederiz. Renkler ya açık veya koyudur. Sonunda ister açık olsun, isterse koyu, hepsinin birer renk olduğu fikrinde birleşiriz.

Bir tarafta biz bulunuruz, (Kim bulmuş bizi? Bulunduğumuz vaki mi? İslâm ümmeti nazarındaki yerimize sahip çıktığımız vaki mi gerçekten?) diğer tarafı onlar teşkil eder. Yekparelik bize düşer. Onları ecnebileştiren çoklukta (kesrette) lezzet arama meşguliyetidir. Ecnebilik Kur’an nâzil olduktan sonra onların karakteri olmuştur. Bizim ilgilendiğimiz asırlar boyu “bizim tarafta bulunuş” olduğu için, birliği dirlikte bulan halimize söz söyletmediğimiz için kendimize biz demişiz. Onlar ise işgal ettikleri sahaya şekil vermeleri sebebiyle bizden başkasıdır. Bize göre bir kimsede “din-iman kalmamış olması” o kimsenin iyilerden kopmuş bir kötü addedilmesine kâfidir. Kime iyi, kime kötü deneceği bahsinde de kolonyalizmin mucidi onlar çokluk peşindedir. Bir alçağın son sığındığı kalenin vatanperverlik oluşu gibi. Gerek İtalyanlar ve gerekse Almanlar kolonyalizmi sonradan, yani bir millet-devlet olarak tarih sahnesinde yerlerini alışlarının delili saydıkları için benimsemişlerdir.

Türklerin tarih sahnesinde yerlerini alışları dünyayı Müslim ve gayri-Müslim olarak ikiye ayırma vakıasına yaptıkları katkı sebebiyledir. Anadolu topraklarında Büyük Selçuklulardan, Anadolu Selçuklularından sonra Gaza Beyliklerinin ortaya çıkışını Bizans’a hâkimiyet sahası bırakmayışlarına bağlamaktan başka çaremiz yok. Bir inatlaşmanın Bizans’la başladığına dikkat etmek gerekir. Uzlaşmacı teknologiyi bir güç şekline sokarak üstünlük temin ederek modern çağla eşgüdümü üreten Bizans’tan başkası değildi. Aramızda kongre hâkimiyeti olarak yaşayan da budur. Patriklerin aralarında anlaşarak parçaların ikiden çok var oluşunu mesele durumundan çıkarma işini başarmaları demeğe gelir. Buna din üzerinde sivil üstünlük de diyebilirsiniz.

Türkler sivil olmağı üniforma giymeyişle özdeşleştirmişlerdir. Ziya Paşa’nın : “Bed asla necabet verir mi hiç üniforma / Zerduz palan vursan eşşek yine eşşektir” deyişinde geçen üniformanın anlamı düşündüğümüzden daha kapsamlıdır. Cumhuriyet idaresi başlangıçta sivil olarak başıbozukları ve resmi kimlikten veya ilişkilerden kaçanları gördü. Başlangıç 37 sene devam etti. Hepimiz 1923-1950 arasını 1950-1960 arasından ayrı düşünmeğe şartlandırıldık. Oysa DP hükümetleriyle yönetilen Türkiye dış politikada ayrı telden çalan bir siyasi güçle karşılaşmadı. İhtilâl devlete halel getirdi. 27 Mayıs 1960 sonrasında sivil kelimesinin başına gelen hiçbir kelimenin başına gelmedi. Günümüzün insanları sivil anayasa istediklerini kabara kabara söylüyor. Anayasa bir tür resmiyeti sivil hayatın tepesine geçiren metindir. Söz gelişi halkın silahlanmasını mahdut hale getiren anayasaya sivil diyemezsiniz. Halk tıpkı ABD’de olduğu gibi silahlanma hakkını elinde tuttuğu silahından alır.

Niels Bohr’un “Dünyanın içini dışına çıkardık” hükmünde zerre kadar doğruluk payı yoktur. Kuantum fiziği bir işe yaradıysa bir zamanlar tanrı rolüne özenen bilimi hafife almamıza yaradı. Kopenhag Mektebi’nin nükleer fizik konusundaki yaklaşımını Albert Einstein Mektebi’nin yaklaşımından daha yerinde saymak bir yanlışın yerine yenisini getirmekten başka işe yaramaz. Schrödinger’in kedi üzerinden kurduğu denklem Wolfgang Pauli’nin tabiriyle “yanlış bile değildir”. Bütün bu saçmalıkların varacağı bir yer var mı? Evet, var: Varacağımız yer aynı zamanda bir zamandır: Dünya bir yanda Müslimlerin ve öte yanda gayri-Müslimlerin yer aldığı bir alan durumuna geldiğinde herkesin aklını başına alması gibi bir zaman. O öyle bir zamandır ki, Türk topraklarında Türk düşmanları sözlerini geçiremezler. O güne kadar kıyamet kopmazsa iyi…

İsmet Özel, 28 Recep 1442 (12 Mart 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.