ŞİİRİN İDAMESİ VE/VEYA ŞİİRLE İDAME
İSMET ÖZEL
شعرڭ ادامەسی و/ویا شعرلە ادامە

Divan edebiyatının reddedilmesine rağmen Türk şiiri idame etti. Benim şiirin hakikatine kafa yorduğum günlere kadar esrarlı bir oyun içinde yaşayageldik. Bütün gücünü İslâm’ı reddetmekten alan Tanzimat şiiri ne yaptıysa yetkililere mealen “Madem toplumun yeniden tanzim edilmesinden söz ediyoruz, o halde niçin bize Kur’an tecrübesini, elinden gelecek yardımını esirgemeyen yüzyılların fıkıh tecrübesini devre dışı bırakıyoruz?” sualini açan Namık Kemal’e rağmen kendini topluma emdiremedi. Buna mukabil Servet-i Fünun Türk şiirinden ümit kesilemeyeceğini bir koldan Tevfik Fikret, diğer koldan Cenap Şahabettin üzerinden ispat edebildi. Kur’an ve fıkha dirsek çevrilmiş bir ortamda Aristoteles’in retoriği imdada yetişti. Bir insan diğer bir insanı nasıl ikna (persuasion) edebilirdi? İkna için Büyük İskender’in hocası Aristoteles’e göre üç araç kullanılabilirdi: Ya akıl yoluyla karşınızdakiyle bağ kurabilirdiniz (Logos), yahut karşınızdakinin topluluk hayatına kefil saydığınız bünyesine hitap edebilirdiniz (Ethos) veyahut karşınızdakinin hislerini harekete geçirebilirdiniz (Pathos).

Gerçekte bir ikna faaliyetinin hem logos, hem ethos ve hem de pathos yönü vardır. Bir şeyi mukni bulmuşsak ikna edicinin aklen, millî ve hissî değerlerin gücüne istinaden bizde bir “biz” duygusu canlandırdığını kabul etmişizdir. Biz duygusunu ciddiye alan herkes hakkını teslim yolunu arayacaklardır. Bu kabul millî hayatın yürürlükte olduğunun, yani milliyetin kanlı canlı tarafıdır. Son şeklini üç unsurun (İngiliz, İskoç ve Galler bölgesi) uzlaşmasından alan Britanya halkına kabaca İngiliz deriz. İngilizler önce deneye dayalı bilgi, sonra analitik düşüncenin gölgesinde İngiliz’dirler. Fransızların hangi telden çalıyor olurlarsa olsunlar Kartezyen düşüncede bir olabildiklerini gözleyebiliriz. Almanlar bütün çeşitlilikleri içinde mistik kalarak (iki cihan harbinin mağlubu bilinmelerine rağmen) bu güne gelebilmişlerdir. Ruslar dünyaya bir “intelligentzia” sınıfı hediye ederek Katolikliğin himayesindeki Avrupa kültürünün altını oyma başarısı gösterdi. Bu başarı kısa zamanda Rusların dünya siyasetinde gösterdikleri başlarını yedi.

Dünya tarihinde kendinden söz etme çizgisi çeken her millet ikna faaliyetinde Aristoteles’in retoriğine uygun bir usul bulmuştur. Söz etme çizgisini Türklere kadar uzatmamız mümkün müdür? Dananın kuyruğu burada kopuyor. Türklerin modern hayatta ne işleri var? Türkler dünya kamuoyunun gözünde olmamaları gereken yerdedir. Cumhuriyet ilân edenler kendilerini ne cumhuriyeti sualine cevap bulma vazifesi karşısında buldu. Cevap şu oldu: Türkiye Cumhuriyeti! Kelimenin sonundaki “e” nerden geliyordu? Niçin İtalya, İspanya gibi “Türkiya” demediler? Siyasi örgütümüzün olduğu kadar ordu tanzim edişimizin de anlaşılmaz ve her gün biraz daha anlaşılmaz hale getirilen cilveleri var. Anlaşılırlık Türk düşmanlarının canını yakıyor. Anlaşılabilir gerçek Türklerin I. Cihan Harbi mağlubu sayıldıkları sırada mücahit ordumuzun elinde bulunan saha Musul’dan Selânik’e İslamlaştırıldığından şüphe edemeyeceğimiz sahadır. Şuurundan şüphe etmediğimiz Kürtler özerklik, bağımsızlık tekliflerine düşmanlık gösterdiler. Düşmanımız yabancı olduğu kadar yerli gayri-Müslimlerdi. Türk topraklarında yerleşik halde bulunan gayri-Müslim ahali beynelmilel teminat altına alındı. O kadar ki bu teminata güvenerek bir süre İstanbul’un Kurtuluş, Feriköy gibi semtlerine Türk polisini sokmadılar.

Orduda varlık göstermekten ve çiftçilikten başka alanlarda marifet gösterme imkânları ellerinden alınan Türkler gerek duraklama ve gerekse çöküş devrinde “çarıklı erkân-ı harp” olmaktan başka meşguliyet bulamadı. Asırlardır Türkleri ceberut tedbirlerle yönetenler Harf İnkılabı yaparak yangına körükle gittiler. Modernleşme yarışında baş çekecek ne bir aristokrasi, ne bir ruhban sınıfı, ne de bir zihin krallığı kuracak eğitim kurumuna sahip olmadıkları halde modernlik yarışında kendine yer arayan Türkler memurları bu arabaya, modernleşme, asrileşme, çağdaşlaşma arabasına koşma hevesine kapıldı. III. Selim İlmiye sınıfına mensup âlimlerin galip devletlerle yapılan anlaşmaların İslâm’la uyuşmadığını belirtmeleri üzerine onların yerine Kur’an ve Sünneti askıya alıp devletin doğrularını ikame eden eşhası göreve çağırdı. Bu hadisenin vuku bulması Tanzimat Fermanı öncesindedir. Yani III. Selim İlber Ortaylı’nın ifadesine göre “part-time” padişahtı. Yeğeni II. Mahmut “full-time” padişah kalabilmek için kendisine gâvur denilmesine sebep oldu. Sonuç vatana ihaneti görünmez hale getirmeğe vardı. Modernleşme vatan ihanetini görünmez kılan bir sihirli değnektir. Müslüman rolü yaparak Mısır’a yerleştiğini söyleyen Napolyon konuştuğu Goethe için “Voila, l’homme!” (Adam dediğin böyle olur!) demiş. Bir övgü mü bu? İpin diğer ucunda III. Senfonisi’nin (Eroica) Napolyon’a ithaf kısmını yırtıp atan mükemmeliyetçi Beethoven var. Dünyanın modern dönüşüm yaşamasında Napolyon’un gözden çıkarılması halinde bunu yapanın pişman edileceği bir modernleşme tarihinden geliyoruz. “Code civil Français”nin bir adı da “Code Napoleon” dur.

Osmanlılar çağında okur-yazar olmak seçkinleşmek anlamındaydı. Kimler hayrı, diğer kimler şerri gözetiyordu? Bunu dikkatle tefrik etmek zaruridir. Cinayetlere ve katliamlara kulak asmayın. Seçkinler arasında menfaat çatışmaları her dönemde vuku buldu. Türk hayatında bir istikbal aranmadığı için Divan Edebiyatı koruması altındaki Türk yüzyılları göz ardı edildi. Edebiyat tarihinde kendisine Tanzimat’ı uygun gördüğümüz Abdülhak Hamid’in ölüm tarihi 1937. Yani Türk şiirinin var olmak için kendine farklı ve bu yüzden yeni bir yol arayış tecrübesi bir insanın ömrünü ancak dolduruyor. Bu kısa süre içinde neler oldu? Batı şiirini derdest etme başarısına eren Türk şairi çıktı mı? Çıkmadıysa Türk şiiri kendine hangi varlık gerekçesi edinebildi? Türk şiirinin varlık gerekçesi “ikna” idi. Türkçe konuşan çevreleri modernliğin, medeniyetin kaçınılmazlığına ve terakkinin zaruretine ikna etmek gerekiyordu. Bu işin hiçbir çağda altından kalkılamadı. Edebiyat bir fazlalık olarak mı süregeldi? Eğer misak-ı millî inkârıyla Türk üretebilen bir vakıa kalacaksa evet, bir fazlalıktan söz etmek zorundayız.

Osmanlı İmparatorluğu güç göstereceği alanı, Roma önleri değil de Viyana önleri olarak seçmekle kalmayıp şehrin fethi için planları olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı idamdan geri durmadıysa Batı Tesirindeki Türk Edebiyatı gayri-millî etkinliğiyle övünebilir. İkna faaliyeti için başvurulan akıl yürütme, Logos, Akif Paşa’nın ve Sadullah Paşa’nın seviyesinde donduruldu. Ethos kanalından iknaı öne alan şiir Tevfik Fikret’in, Nâzım Hikmet’in, Mehmet Akif’in yazdıklarıyla vücut buldu. Cenap Şahabettin’le baş gösteren Pathos eğilimi, Ahmet Haşim ve Yahya Kemal üzerinden canlı tutuldu. Orhan Veli’nin yanına Melih Cevdet ve Oktay Rifat’ı alarak başlattığına Garip şiiri diyor ve fakat Birinci Yeni demiyoruz. Oysa İkinci Yeni şiir akımı edebiyat dünyasındaki yerini Garip şiirini yetersiz bularak edinmişti.

Orhan Veli’nin “Bir de rakı şişesinde balık olsam” deyişi Ahmet Haşim’in “Göllerde bu dem bir kamış olsam” deyişine hicviyedir. Orhan Veli'nin yazdığı gazeli okur okumaz Yahya Kemal'in siz bizi de geçeceksiniz demesi üzerine genç şairin “Aman efendim biz bunları alay kastıyla yazıyoruz” cevabında bulunması Pathos ağırlıklı şiirle kendi yazdıkları arasındaki mesafeyi işaret eder. Türk şiirinin yüzünü nereye çevirdiğini edebiyat çevresinin halkın davasını Nâzım Hikmet’in üstlendiği, buna mukabil Orhan Veli’nin halkın zevkini esas aldığı değerlendirmesi içinde anlayabiliriz. Türk şiiri başarıyı Avrupalı şairlerin gıpta ettikleri hünerlerde aramıştır. Şairlerin medeniyet trenine bedeli ne olursa olsun atlamaktan başka hedefleri yoktu. Şimdi var mıdır? Yahya Kemal elçilik görevlerinden uzak durmayışı yetmezmiş gibi ömrünün son yıllarını Avrupa’da geçirme sevdasındaydı. Terekesinde bir miktar döviz bulundu.

Modernleşme derdi içinde yanıp kavrulan şiirin halkın davasıyla halkın zevkini birbirleriyle uyuşmaz eğilimler olarak algılayışına fiilen cevap teşkil edişi sebebiyle modern Türk şiirine mahsus zirvenin Metin Eloğlu’nda eğleştiği görüşündeyim. Cumhuriyetin inkılaplar sebebiyle beğendiği kıyafet en iyi onun üzerinde duruyor. Garip şiiriyle başlayan dik başlı tavır İkinci Yeni’nin Türk dili inceliklerine eğilişiyle geniş bir yayılma sahası gözetti. Bütün bunlar biz Türklerin mağlup ayrıldığımız I. Cihan harbi sonrası hem şerefini kollayan, hem de Batı’yı acı kaynağı görmekten perva etmeyen bir yönelişe sahip çıkmasına engel olamadı. Şerefimizi kolladık ve Batı’yı sıkıntının odağı bildik. Niçin Türk milletinin hem hayat seviyesini, hem de gururunu yüksekte tutamıyoruz? Millî bir rota izleyemeyişimiz bizi o rotada tutacak millî bir hedef seçmeyi tehlikeli buluşumuzdan kaynaklanıyor. Millî rota hesabına şiir bir yola girecek midir? Şiirden beklenilenler milletten beklenilenlere bugünkü kadar uzak duracaksa, hayır.

Türk milletinin Türk şiirinde tecessüm etmesi ilk millî hedeftir. Atlarımıza dönmek ve sularımızın kıymetini bilmek büyük dönüşümlerin hasılası olacaktır. İşe başlayacaksak Türklüğün çıkış yerini misak-ı millîde görmekle başlayalım. Bu işe kendimizi yabancılaştırarak hiçbir edebî başarıyı tanımamız mümkün değil. Almanlar dünya edebiyatında söz sahibi olmağı aynı çevrede hak sahibi olmakla karıştırdılar. Goethe işine dünya edebiyatının hakemi olma tavrı ile başladı ve bu tavrı devralanlar olarak Almanya’yı yönetenleri gördük. Sonuç Almanları NAZİ acımasızlığına, bu acımasızlığın İtalya’yı işgal etmesine vardı. Rusya Ana-Çar Baba çiftinin kirasıyla bir zaman geçinen Ruslar şimdi gülünç durumdadırlar. İnsanı daha da güldürenin gündelik kazancını Rus turistlere bağlayanlar olduğunu hatırdan çıkarmamak lâzım.

Şiirin idamesi modernleşmenin varabileceği son noktaya götürdü Türkleri. Bu günden itibaren şiirle idame dönemi mi açılacak? Böyle bir göreve sahip çıkma saflığına kapılanlar canlarını kurtaramayacakları bir batağa saplanabilir. Her şeyden önce bir milletin elinden alınamayacak kozları üretmesi gerekiyor. Koz üretmek de neyin nesi demeyin. Önce karar mekanizmasındaki pisliklerden kurtulmamız şartına riayet etmeliyiz. Bunun karar mekanizmasına yaklaşmanın kirlenmekten geçmediği fikriyle doğrudan irtibatlı olduğunu anlamamız gerek. Rasulullah Muhammed kendisinden valilik isteyen kimseye valilik vermedi. İdareciliğin vebalinden korkanları vali tayin etti. Kur’an nâzil oldu, yani indirildi; günahsızlık gökten zembille inmeyecek. Bilakis salih kullar yerden yükselip göğe kavuşacak.

İsmet Özel, 27 Şaban 1442 (9 Nisan 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.