GERÇEKLİK İÇİNDE DİN, DİN İÇİNDE GERÇEKLİK
İSMET ÖZEL
.

Aramızdan az sayıda cennetlik ve çok sayıda cehennemlik çıkmıştır ama hiçbir çağda biz Müslümanlar dinimizin gereğini yerine getiremedik. İslâm’ın gereğini yerine getirmek bir başarı idiyse buna gücümüz yetmedi. Yetebilir miydi? İlk bakışta bu imkânsız görünüyor. İmkânsız denilince içinizi kara bulutlar kaplamasın. Müslümanlara imkânsızlık bir teselli olarak verilmiştir. Allah bizi bizim üzerimizden üstün-insan olma beklentisi yükünü kaldırarak eğer bir türden bahis olunacaksa her hal ve şartta Allah’tan korkan ve yine her hal ve şartta Allah’tan ümit eden hayat dolu, hayatın hareket gücüyle dolu bir insan türü imkânıyla donatmıştır. Korkunun ve ümidin tadını tatmış Müslümanlar tarih içinde hayret uyandıracak siyasi ve askeri başarıların temsilcileri oldu. Diğer din saliklerinden daha samimi, Hıristiyan ve Yahudilerden daha cengâver oluşları sebebiyle mi başardılar? Bu başarılarının sebebi olarak Müslümanların gerçekliğin içinde dini, dinin içinde gerçekliği keşfetmelerini gösterebiliriz.

Gerçeklik kelimesi kulağınıza çarpınca zihninizde oluşan nedir? Gerçeklik denildiği zaman hatırımızda varlığından şüphe edilmeyen şey canlanır. Rüyada gördüğümüz bir şey değildir gerçeklik; hayal ettiğimiz bir şey ise asla değildir. Büyük bir ihtimalle “göreceklik” ibaresinin değişiminden ortaya çıkmış bu ifade görülmeğe hak kazanmış şeyleri işaret eder. Gerçekliği kabul etmemiz için bir ispata gerek duymayız. Gerçeklik bize istemediğimiz kadar yakındır. Bu bakımdan din adını verdiğimiz kuram ve kılgıyı gerçeklik içinde aramak boş bir çabadır. Bütün kültürlerde din gerçeklikle çatışma halindedir. Yahudilerin tercih edilmiş bir millet olduğuna inanmağı bir tarafa bırakıp Yahudi olamazsınız. İsa’nın bütün peygamberlerden biri değil, Hıristiyanların Rabbi olduğu vakıasını askıya alıp bir kilisenin (bu kilise ister Ortodoks, ister Katolik ve isterse Protestan olsun) papazıyla yoldaşlık etme şansına eremezsiniz. Ya Müslümanlar? Onlar daha ilk adımda en akla, hayale sığmayacak bir inancın muhafızları olarak işe başlarlar. Bu cümlenin yerine oturmadığının farkına vardım. Yine de silmedim. Silmedim çünkü yaygın olarak bilinen din tasavvuruna Müslümanlığın sığmayacağını savunacağım. Giderek İslâm inancının aşina olunan inançlarla aynı öbeğe konulamayacağına göndermede bulunacağım.

Rüya veya hayal mahsulü olmayan gerçeklik gerek rüyadan ve gerekse hayalden daha esrarlıdır. Gerçekliğin esrarı binlerce yıl öncesinin geçim sıkıntısından doğdu. Nedreti modern çağ tahtından indirdi. Yerine koyduğu şey “ihtiyaç” oldu. Çünkü ne türden olursa olsun gerçeklik geçim şartlarımızla iç içe girmiştir. Geçim şartları sözünü işitirsek dikkatimizi ilk planda neyin yenip, neyin içildiğine çevirmek zorundayız. Bir zamanlar Türk hayatı demek ekmeğin elden (ilden) suyun gölden sağlandığı hayat demekti. Bilinen şey insan olarak hayatta bulunmamıza nefes alıp vermemizin kâfi gelmediğidir. Ona (hayvanî bile değil) nebatî hayat deriz. Türkler hâkimiyeti ele geçirdikleri toplum içinde öyle cömert yaşadı ki, ilimiz bize, dünya ölçüsünde biz Türklere ekmek temin eden beşerî ilişkilerin işlediği yer olarak bilindi. Türkçede “Aç ayı oynamaz” diye bir söz var. Acaba kaç kişi aç askerin savaşıp savaşmayacağını merak etmiştir? Küçültme itkisiyle at çobanı olarak anılan Türk boylarının “Akkoyunlular”, “Karakoyunlular” gibi adlar taşıdıklarını bilişimiz hayvancılık bakımından Türklerin dünya halklarının gerisinde kalmadıklarını gösteriyor. Ellerindeki malları meta haline getirmesini bilen Türkler rızkın onda dokuzu olan ticaretin sırlarına vakıf idiler. Bu vasıfların yanı sıra vatanlarındaki binlerce yıllık zanaata da alışmaları ve her ikisinin yedeğinde onların Türk topraklarının Sünnîleştirilmesinde ellerinden tuttu.

Sünnîlik “Şia” zümresine iltihak etmeği alçalma sayanların mesleğidir. Müslüman olduğunu itiraf edenlerden “ehl-i Sünnet ve’l cemaat” kaidesini benimsemiş olanları Ali’yi terk edip onun yerine Muaviye’yi (eba Yezid’i) koyanlar değildir. Muaviye ismi Sünnî cemaat içinde öyle netameli sayılmıştır ki en gözüpek olanlar Yezid’in babası (eba Yezid) lakabından öteye geçememiştir. Allah’ın halifesi olma vasfı hiçbir insanın üzerine almağa cesaret edemeyeceği bir hususiyettir. Muaviye buna cür’et eden kimse olarak bilinir. Katolik Hıristiyanlardan aldıkları ilhamla halifeliği Allah’ın dünyadaki gölgesi halinde hayal edenler eksik olmamıştır. Bütün bu tür yaklaşımlar İslâm dinini kendi dini bilenleri her şeye şaşı bakma zaafına sürüklemiştir. Dolayısıyla gerçeklik içindeki dini olduğu kadar din içindeki gerçekliği görme imtiyazından habersiz yüzyıllar geçirilmiştir.
Vaktinde kılınan namaz ibadetlerin en makbulü olarak Resûl-ü Ekrem tarafından ifade edilmiştir. Esas alınanın namazı vaktinde kılmak olduğundan haberdar olmamız beklenir. Namazı güneş doğmadan (1), gün ortasını geçtikten sonra (2), insanın gölgesinin insan boyunu bir (veya iki) kat aştığı andan sonra (3), güneş battıktan sonra (4) ve gecenin ilk üçte biri içinde (5) kılmak farzdır. Biz Müslümanlar namaz kılmak suretiyle yalnız kâfirle değil, aynı zamanda küfürle de cenge tutuşmuş oluruz. Dünyanın deveranının bir parçası olduğumuzu belli ettiğimiz yerde güneşe tapınmanın dinden çıkmakla eş anlamlı olduğunu dışa vurmuşuzdur. Kâinatın bir parçası olmanın insan kalmağa yaradığını bize İslâm öğretti.

İslâm’dan öğrendiğimiz hiçbir şey bizi, biz Müslümanları İslâmî bir toplum teşkiline teşvik etmedi. Tam tersine İslâm’dan ne öğrendiysek bunların hepsi küfür sistemiyle kan kardeşi olmağa sevk etti hepimizi. Ne demek bu? Eğer İslâm’ın teferruat saydığı her hangi bir şey öğrenmişsek bunun her birimizi küfürden uzak durmağa rapt etmesi gerekmez mi? Hayır, gerekmez. Diyelim ki, temizlik. Bir Müslüman hem bedenini, hem çevresini temiz tutmakla mükelleftir. Biz aldığımız pozitivist eğitim gereği temizliğe içimizde makbul bir yer ayırıyoruz. Bu da İslâm’ın temizliğe verdiği önemi beraat ettiriyor. Yani biz hayatı nasıl yaşayacağımız hususunda seçimimizi temizlik lehine yapmış bulunuyoruz; İslâm lehine değil. Dolayısıyla güçlendirdiğimizin İslâm olduğunu iddia etmemiz bizi gülünçleştirecektir. Hadise bu kadarla neticeye varmıyor. Teknologiyi hayatımıza hâkim kılacak eğitimi eleştiri süzgecinden geçirmeksizin benimsemek bize dayatılan her illetin savunulmasına götürüyor bizi. Gökdelenli bir insan hayatını yücelten bir otomobil reklamını protesto etmek aklımıza gelmiyor. Böyle bir protestoya niyetlenenleri protesto ediyoruz. 

Gerçeklik yerküre üzerindeki hâkimiyetini günden güne artıran Dünya Sistemi’dir. Dünya Sistemi açık, bariz ve etkisi ânında hissedilen bir finans hâkimiyetidir. XIV. yüzyılda İtalyan Şehir Devletlerinde finans kaynaklarının hatırı sayılır kısmını sanat eserlerine tahsis ettiler. XVII. yüzyılda Hollanda’da yaşanan Lâle Çılgınlığının sebebi finansın aradığı sistem idi. Günümüzde Pandemi dolayısıyla Dünya Sisteminden aşı yanlılarının olduğu kadar aşı karşıtlarının da bahis açmayışları dikkate değerdir. İşte burada pandeminin İslâm’la ne alıp veremediği hesaba katılmalıdır. Pandemi namazda Müslümanların safları düzgün ve sıkı tutmalarına açıktan muhalefet ediyor. I. Cihan Harbi’nin mağlupları arasına Osmanlı Devletini de katmak İslâm’ın en mukaddes alanlarının güvenliğini Müslümanlardan çekip koparmak anlamı taşıdı. 1916 yılından sonra Müslümanların Hac Farizasını yerine getirdiklerine hangi sebepten ötürü inanalım?

Dinimiz bizi, Muhammed ümmetini dünyada mukim en şerefli insanlar basamağına yükseltti. Biz bu irtifaa liyakat kesp edemediğimiz yerde Müslümanlık taslayamayız. Taslamağa kalkışmamız Cibril’e iftira ettiğimiz anlamına gelir. Takvimimiz Hicrî takvimdir. Çağdaşlık bu ölçüyü korumamızı gerektirir. İnsan hayatı yaşama hakkının savunulmasına dayalıdır. Hicret herhangi bir göç değildir. Mekke’nin Müslümanlarca fethini öngörmekle hicrete gerçek anlamını yükledik. Köle hayatı ile insan hayatının aynı şey olamayacağını âleme ilân ettik. Din bir insan icadıdır. Bu sebeple İslâm dışında din yoktur demeyiz. Allah katındaki dinin İslâm olduğuna iman ederiz. Neden böyle? Çünkü dinin içinde gerçeklik arayıp bulmak ancak İslâm’la mümkündür.

İsmet Özel, 19 Muharrem 1443 (27 Ağustos 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.