BİR MİLLETİN BAŞKA BİR MİLLETE ETTİĞİ (I)
İSMET ÖZEL
.

Erkek veya dişi bir insan kendisi dışındaki bir insana ne gözle bakar ve bu bakışın gereği olan davranışı nedir? Sualimi “Ne olmalıdır?” şeklinde tertip etmediğime dikkat edin. İnsanın insanı yetiştirme tabirinin yerine oturmadığını ve insanın yetiştirdiği şeyin nebat ve/veya hayvan türü bir şey olması gerektiğini yıllardan beri söylerim. Biz insanlara olduğumuz şekli tercihlerimiz verir. Dünya hayatına daldıktan sonra sebebine vakıf olamadığımız seçmeler güder bizi. Buraya kadar iyi. Buraya kadar ne yazdıysam hepsini iyi anladınız mı? Buna pek ihtimal vermiyorum. İnsanın insanla kaynaşmasına değil, insanın insandan farkına parmak basarak bu yazıya başladım. Eğer çalışmışsa insan zihni her şeyi her şeyden tecrit ederek çalışmıştır. Oysa ben bu yazıya bir tecrit ile değil, bir tür teşhis ile başladım. Daha yazının başında insan varlığının mücerret bir model üzerinden izlenemeyeceği görüşüne bağlı kalarak insanın ya erkek veya dişi olduğundan söz ettim. Erliği ve dişiliği uzlaştırmak ne mümkündür, ne de gerekli. İslâm dışındaki bütün kültürlerin böyle bir uzlaşmadan medet umduklarını hatırdan çıkarmamak lâzım. Acaba hayatımızı idame ettirme imkânlarımız dünyanın her yerindeki erkekleri ve/veya dünyanın her yerindeki kadınları aynı modele sığdırmamıza el veriyor mu? Bunun imkânsızlığının farkındayız. Farkında olduğumuz şeyleri icbar edici sayıyor muyuz? Bu sualin de cevabı menfidir.

Karşısında Türk milletini en azından dört asırdır zebun düşüren –ülke içinde gücünü korumasına fırsat tanınmayanlarla hangi fırsatların kendilerine gizli ve açık sunulduğu çevreleri birbirinden ayrı tutmak lâzım- medeniyet bir kararsız denge timsalidir. “Kararsız denge” tâbirine bir mim koyalım. Eğer Kur’an-ı Kerîm’in dünya kültürü içinde kendine bir yer açtığı fikrine itiraz edemiyorsak bu dört yüz yıllık tecrübenin bize, biz Türk milletine yol göstermesi gerektiğine de itiraz edemeyeceğiz. Tarihte ne oldu sualine verdiğimiz yanlış cevap bizi bugüne o yanlışı dallandırıp budaklandırarak getirdi. Ne idi tarihte ne oldu sualine verilen yanlış cevap? Cevap tarihin bir gelişme ve ilerleme sahası olduğuna dair bir sapkın görüşe tutunmadan yaşanamayacağı hakkındadır. İnsanın kendine mahsus bir gelişmenin ve her şahsın bir diğerini geçerek altından kalktığı türden bir ilerlemenin mahsulü olduğu efsanesi XVII. yüzyıl (yani 1600’lü yıllar) Avrupası tarafından uydurulmuştur. Bu efsaneye niçin ihtiyaç duyuldu?

Önce Hz. İsa’nın doğumunu takip eden yılların 1571incisinde vuku bulan İnebahtı hezimetine dikkatimizi çevirelim. Hıristiyanların Lepanto diye adlandırdıkları yerde o güne kadar Akdeniz’e hâkim Türk donanması yakıldı. Böylece Macarların 1526’da maruz kaldıkları Mohaç yenilgisi sebebiyle Avrupa aristokrasisinin kalbine düşen Türk korkusu yavaş yavaş silinmeğe başladı. Türk korkusunun baskın çıktığı günlerde Türklerin mağlup edilemeyeceği bir veri alındığına göre bir gün Türkler Avrupa’yı ele geçirecekler ve aristokratlara yaşama sahası bırakmayacaklardı. Aristokratlar arasında Avrupa’dan Amerika’ya taşınma fikri çok canlı idi. Zihinlere Türklerin mağlup edilebileceği fikri bir kez yerleşince kafası çalışan herkes kök salacakları Avrupa’da daha iyi bir hayat planlarıyla meşgul oldu. Türklerin hezimetini takip eden yüzyıl A.N. Whitehead’in deyişiyle bir dâhiler yüzyılı oldu. Bu dâhiler Portekiz’e ve İspanyollara mahsus müstemleke imparatorluklarının yerlerini Fransız ve İngiliz müstemleke imparatorluklarına bırakmasına vardıranlardır.

İşte burada kararsız denge tabirine niçin bir mim koyduğumuz hususuna dönelim. Avrupa hâkim sınıflarının Türk korkusunu aşmış olmaları bir gelişme veya bir ilerleme değildi. Yüksek tabakalar Türk korkusundan kurtulmakla tehlikeli bir hadiseyi atlatıp kendilerine bir hayat sahası icat etmişlerdi. Modern Avrupa Aristokrasisi bu tuhaf ilişkiden istifade ederek kendini korudu. Ne var ki, bu sahada yükselen binanın hiçbir temeli yoktu. Neydi Türk’ten başını kurtaranların yükselttiği bina? Buna istersek modernleşme, çağdaşlık, Dünya Sistemi ve nihayet kapitalizm diyebiliriz. Kapitalizm feodal imtiyazların çevre değişikliğine rağmen devamı sayesinde bugüne gelebildi. Yani sistemi insanı insandan ayıran farklar ayakta tutuyor;  insanlar arasındaki dayanışma veya yardımlaşma değil. Farklar bir toprak parçasının mülk olarak kullanılmasına, bir teknologi maharetine ve nihayet mali haklar bakımından üstünlüğe dayalı olabilir.

Tarifi bakıldığı her açıdan değişen kapitalizmin bir tarifi de şöyle olabilir: Kapitalizm ahlâken güvenilmeyecek insanların bir hakimiyetidir. Toplum hayatının idaresini her gün biraz daha çekilmez hale getirerek idame ettiren otoritelere dönüştürülmesine kapitalizm diyoruz. Gününü gün etmenin bir adı da ekonomik düzen kılıfıyla karşımıza çıkıyor. Ne oluyor? Kapitalizmi ömrün zehir edilmesi olarak görenler toprak oluyor. Mezarlardan bir muhalefet beklemeyeceğimize göre canlıların Darwin’e ve kapitalizme borçlu kaldıkları için ömür sürdükleri inancına şapka çıkarmamız bekleniyor bizden.

İsmet Özel, 3 Safer 1443 (9 Eylül 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.