BİR MİLLETİN BAŞKA BİR MİLLETE ETTİĞİ (II)
İSMET ÖZEL
.

Eğer önümüzde hal edilmesini gerekli gördüğümüz bir mesele bulunuyorsa bu bir kısım insanın değil, bütün insanlığın meselesidir. Niçin bir şahsın meselesini değil de bütün insanlığın meselesini öne alıyoruz? Çünkü ne zaman “fert” diyorsak o zaman çokluk gerçeğinin içinde yer alan her bir tekten bahsediyoruz. Ancak çokluğu kavrayabilmek bizi tekliğe götürebiliyor. Çokluk olmadan teklik de olmuyor. Bu hüküm bilhassa insan için geçerlidir. Emmek için bir çift dudağımız var. Yaşamak adını verdiğimiz şeyi haz almakla anlaşılır kılabiliyorsak ilk merkezimiz dudaklarımızdır. Fert isek Baudelaire’in iğrenç bulduğu kalabalıktan fırlayıp ezdiğimiz benzerlerimize rağmen fert değiliz. İnsan gerçeği daha başında çift olmak ile var olmanın bir arada bulunuşunda anlam kazanıyor.

Arap aklını emmeği başardıkları için (ve kadar) Türkler bir millet oldu. Arapça ifadelerin görünenden daha yüksek bir mânâ taşımasının yolunu açarak bir Türkçe edindik. Arapçayı yabancı dil bilenler bin bir müşkülatı aşarak ulaşabildiğimiz Türkçeyi tahrip etti. Bu acınası yıkıntıdan hayran olunacak bir bina elde edemeyiz. Ne yapılacaksa yıkıntıyı yıkarak yapılacak. Kara derililerin Afrika’dan yeni bulunmuş kıtaya naklettikleri ritmi hayatta tutan caz halka açılma bakımından altın çağını II. Cihan Harbi sonrasında yaşadı. ABD’nin ihdas edildiği günden bu yana bir musibet yuvası olmaktan başka hususiyetler barındırdığını biz cazdan öğrendik. Türkçe caz şarkısı reddedilmekle kalmamalıdır. Dünya milletlerine şerefli olmağı öğretecek Türklerin midesini bulandırmayacak bir meşguliyete emek verilmelidir. Böyle bir ihtimal var mı? Hıristiyanların XXI. yüzyılında millet olma gayretine yer açılması mümkün mü? Ismarlama millî kimlik kime nasip olmuş?

İhtimal, imkân, nasip… Nasibimizde ne varsa onu yaşayacağız. Nasibimize ne düştüğüne müdahale gücü bizim elimizde değil. İmkânlarımız ne kadarsa ancak onu kullanabiliriz. Üzerinde yaşadığımız toprakların yurt özelliğinde kalıp kalmayacağına karar verme imkânına sahibiz. Yani bir yurt sahibi olmanın bizi tatmin etmediğini görüp vatansız yaşamanın şerefli sayılamayacağına karar verebiliriz. Uğraşıp didinmeden nasibimizde ne bulunduğunu fark edemeyiz. Ne için boşuna uğraşıyoruz? Ne için boşuna didiniyoruz? Bu suallere ancak uğraşıp didinirsek cevap bulabiliriz. Eğer Cumhuriyet idaresi Misak-ı Millî’den en büyük tavizi verenlerin bir saltanatı değilse nasibimiz hususunda ileri geri konuşabiliriz. Türkiye dediğimizde yırtıp yapıştırma bir sahadan mı bahsediyoruz; yoksa Türklerin başka hiçbir insan topluluğunun altından kalkamadığı bir melek vasıtasıyla Allah katından indirilmiş Kur’an ile varlığını Aristoteles mantığına borçlu Fıkhı, Arap aklıyla Grek bilimini uzlaştırarak inşa ettiği toplum ilişkilerinden mi?

Cumhuriyet idaresi yüz yılı aşkın bir zamandır hiçbir millî hedef gütmeksizin kendini ancak kendi değerleri içinde yerinde hisseden Türk milletine keyfince hükmedenlerin kaprislerine teslim edildiğinin resmidir. Nasıl bir yazı çeşidinin ehven olduğu bahsinde Mustafa Kemal her ne kadar Enver’in hatasına kapılmadıysa da Cumhuriyet idaresini “Enverland” tabiriyle beraber Milattan Sonra 1908‘de başlatmak akla yatkındır. Yahya Kemal’in Fransız sağcılarından öğrendiği türden bir milliyetçilik Türkleri yönetenlere ışık tuttu. Bizans otoritelerine hesap vermeden Diyâr-ı Rûm’un İslamlaştırılmasına imkân tanıyan 1071 zaferi bir başlangıç sayıldı. Bin yılımızı ancak 2071’de dolduracağız. Yani henüz yerleşik bile değiliz. Sonra sıra dil meselesine gelecek ve İstanbul Türkçesine göre “banka” değil “panga” diyeceğiz. Hayret edeceğiz: Neden İstanbul Türkçesi sözü kulağımızı tırmalamıyor da, niçin bir Ankara Türkçesi denilmesini densizlik sayıyoruz?

Türk vatanında milliyetçilik fikri “Altay’dan attığım ok” ibaresinin bir parmak ötesine geçemedi. Türk vatanını Türklerin ihya ettiği inkâr edilemez bir gerçek basamağına çıkmış olsa idi hadise şimdikinden çok farklı bir görünüm arz edecekti. Türkler Türk olmayanların hangi sebepten millî kimlik kazandıkları hadisesine açıkağızla bakıyor. Milliyetçilik aleyhtarı olma eğilimine hız kazandırma yarışına her Türk âmade görünüyor. Milletler nereye geldilerse oraya kendilerine mahsus dayanışma yollarını keşfederek geldi. Türklüğü Türk düşmanlarına yaranarak ileri götürmek isteyenler aradıklarını, aradıklarının hiç olmazsa bir kısmını şimdiye kadar buldular mı, bulacaklar mı?

Bulmadılar ve bulamayacaklar. Çünkü sırtını hiçbir dayanağı olmayan efsanelere dayamış olan milliyetçilikle üzerinde yaşanılan toprakların kıymetini takdir etme fikri birbirlerine çok yabancı duruyor. Fatih kanunnamesinden kalkıp Kanuni Sultan Süleyman’a ulaşmış bir kültür birikimi Türkleri başı dik alnı açık duruma getiremeyecek. Olsaydı bile Otranto’dan hareketle Roma’yı ele geçirme planına bir fırsat tanınmadı. Bu tarz yaklaşımlarla zihninizi karıştırma niyetim yok. Niyetim Türk milliyetinin direncine katkı vermek. Bunu kapitalizmi zaafa uğratarak yapabileceğimize inanıyorum. Bu inancıma ham hayal diyeceğinizi biliyorum; ama her hayal kendini ilk gösterdiği zamanda hamdır. Periyodik yazılarımın başlangıcında hayale kapılmanın sonunun acı bir aldatmaca olduğunu savundum ve rüyaya talip olalım dedim. O günden bu güne fikrimi hâlâ cazip buluyorum. Çünkü her ne kadar ham hayal diyebiliyorsak da ham rüya diyemiyoruz.

İsmet Özel, 10 Safer 1443 (17 Eylül 2021)


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.