Tarih, felsefe, bilim, sanat… Bunlar ne derse desin, hayatın tamamı senin hayatından başka bir yerde değil. Senin hayatın bir şeyi izah etmiyorsa, izahat diye bir şey de yok. O halde sen kimsin? Bunu senden başkası bilmez. Allah da bilmez mi? Şimdiye kadar kimsenin cesareti “Hayır, O da bilmez” demeğe yetmedi. Üstelik bu cesaretsizliğe dillerde dolaşan Allah’a ödenecek can borcunu da ilâve etmeliyiz. Görüyorsun, senin hayatın da, yegâneliğinden dem vurmakta hiç zorlanmadığımız senin hayatın da ödünç, veresiye bir hayat.
Dikkatini kendin üzerinde toplaman geçicilik vesilesiyle kalıcılığı yakalama imkânı sağlıyor sana. Bugün varsın, yarın yoksun. Demek ki sana yarın vadedenler sana boşa emek harcama çağrısı yapmış oluyor. Meseleyi şimdi halledemezsen zarara gireceksin. Var oluş pazarlığında senden önce bir şekilde uyuşulmuş. Şimdi sana düşen iş bu pazarlığın mahiyetini kavramaktan ibaret. Ahde gireceksin. Girişilen varlıkta pazarlık sırrını senden ve Allah’tan başka bir bilen yok. Sır olan, sır kaldıkça değeri artan bu şeye bilgi deme alışkanlığına sahibiz. Bilmeği insanlık tarihi boyunca âdet edinmişiz. Bıçak sırtı bir şey: Kıskançlıkla saklamadığımız zaman yok olan bir bilgiyle donanmış halde yaşıyoruz. Kendimiz olmamız sırrı saklamamız demek. Sırrını dost bildiğine söyleyecek olursan, o da bildiğini dostu saydığı birine aktarır. Böylelikle her şeyi ucuzlatanın boşboğazlık, yani yersiz konuşma olduğunu öğrenmiş olursun. Yaşarsan hayat denilen şeyin senin hayatından ibaret olduğu bilincine duyduğun kıskançlıktan vazgeçtiğin an her şeyi berbat edeceğin tehlikesini hissederek yaşayacaksın.
“Her fırça darbesinde hayatımı tehlikeye atıyorum” demişti Paul Cézanne. Yaşıyor olmanın, hayatta kalmanın pahasını sanat eserlerinden başka bir şeyle ölçebilmemizin imkânı şimdiye kadar bulunamadı. Ucuzluğu terk etmenin en kestirme yolu şiir okumaktır. Sanatların şahı şiirden anlamak da öncelikle ve ister istemez bir felsefi kıvâmı, buna bağlı olarak da felsefî muhtariyeti gerektiriyor. O kıvâma, o muhtariyete erişmeden şiirden zevk alabilir, çok zevk alabilirsiniz ve fakat yine de şiirin size vereceği özden hiçbir şey size ulaşmamıştır. Türkçe okuyabilen kişide başlangıçtan beri mukim felsefi kıvâm Necip Fâzıl’ı bir tek şiiriyle (Sakarya Türküsü) gümüş şairler arasından sıyırıp altın şairler katına çıkarmıştır. Eğer Necip Fâzıl bu şiiri yazmamış olsaydı Türk şiir merdivenini çıkarken onu Sabahattin Kudret’i andığımız basamakta anacaktık.
Başörtüsünü siyasi manevrasının omurgası haline getirmiş MSP’ye Necip Fazıl “Millî Melâmet Partisi” der idi. Bu adlandırma marifetini İsmet İnönü’nün Süleyman Demirel’i “Fuzulî Şâgil” olarak adlandırışından tecrit etmek nasipsizliğin tezahüründen başka bir şey olamaz. Hadise Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyet şartlarına kesb-i vukuf hadisesidir. Millî Selâmet Partisi 12 Mart 1971 müdahalesinin intikamını alma hazırlığındaki millet iradesini saptırmak gayesiyle teşekkül etmişti. Siyasal İslâm millî melâmete bahane temin gayesinin ötesine geçmeme sözü vererek ilk adımını attı. Süleyman Demirel de Demokrat Parti ruhunun hortlamasına engel olma görevini üstlenmişti.
Olan biten Türk milletinin kendi varlığını yüceltme hedefi benimsemediğini gözler önüne sermiştir. Başını örten kızlar ve başı açık kızlar pantolon giyme ve feminizm bahsinde iştirak halindedirler. Türk düzeninin değil de, Batılı hayat tarzının kurtuluşu işaret ettiğinde her iki kesimin de şüphe duymadığı gerek kızların ve gerekse dulların İslâm fıkhının öngördüğü tesettürü zerrece umursamaksızın başlarına Hıristiyanların ve bilhassa Yahudilerin benimsemekte beis görmeyeceği saç ve kafa kaplama teknikleri tebelleş etmelerinden anlaşılıyor.
İsmet Özel, 16 Kasım 2017
İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.