AHMET DEMİREL:
İstiklal Marşı, bir gün gelip de hesaba çekileceğini birinci meselesi yapmış insanların vasfından, Müslüman vasfından doğmuştur.
Marşımız, “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” mısraı ile işin başında nereye dayandığımızı, isnâdımızın kim ve neresi olduğunu husûsen beyan eder. Yani “Korkma Allah bizimledir” der. Bizim kul, yardımcımızın ise Allah olduğu İstiklal Marşı’nın ilk ve tek dayanağıdır. Marşımız bu esasla yükselmiştir.
İstiklal Marşı metni milletin hilkatle kaim olageldiğini söyler, hilkatte kusur olmadığı fikrindedir. İtminan içinde geleceğe yönelik duasını şöyle etmiştir: “Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın/Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.” Böylece, başka umutları ve bağlanmaları geçersiz kılmıştır.
Bir ideoloji olarak İstiklal Marşı’nın mümeyyiz vasfı “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” mısraındadır. Medeniyetin tarifinin sarahaten yapılmış olmasındaki mühim nokta, canavarın canlılar topluluğu için ifade ettiği ile medeniyetin Türk milletini neye dûçar kıldığının bilgisindedir.
Günümüz medeniyetinin ayırıcı vasfı, ahireti insan hayatından çıkarmış olmasındadır. İstiklal Marşı ise ahretin bünyemizde, canımızda ve hissiyatımızda olduğu fikrindedir. İnsan olmanın sahiciliğini duyumsamamız da hakkaniyet sahibi olmamız da buradan geliyor.
Cennet vatanımız dışında kalan yerler coğrafya olarak da mahiyet olarak da dünyadır, dünyalıktır. Cennet vatan ahiretin tarlasıdır. Dünyada cennet vatanda kalmakla, daha hayırlı olan ahiret yurdu bize bir adım daha yaklaştırılmıştır.
Cennet vatanda kalmakla hayırda kalmamız temin edilmiş, bizim için daha hayırlı olan ahiret yurdu vaat edilmiştir.
İstiklal Marşı, fikriyatını varlık sebebinden ve tarihi rolünden derlemiştir.
’’Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım’’ ve ‘‘Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlâl’’ mısralarında olduğu gibi.
Şimdi, ‘‘Bir ideoloji olarak İstiklal Marşı” konulu panelimizin panelistlerini buraya davet ediyorum.
Sivas’tan Adem Yıldırım
Konya’dan Durmuş Küçükşakalak
Gaziantep’ten Mehmet Kendirci
Giresun’dan Mustafa Tosun
Trakya’dan Hamdi Özyel
İstanbul’dan Mustafa karanfil
***
ADEM YILDIRIM:
Sayın Genel Başkanım, değerli üyelerimiz ve değerli konuklar hepinizi şubem ve şahsım adına selamlıyorum.
Bir İdeoloji Olarak İstiklâl Marşı’nı konuşmadan önce “ideoloji” sözcüğü konusunda anlaşıp anlaşamadığımızı ortaya koymamız gerekiyor. Yani ideoloji deyince ne anlıyoruz?
Destutt deTracy adlı bir Fransız 1796 yılında ilk defa bu kelimeyi kullanıyor. “İdeoloji” diyor yaptığı bir takım işler için, nedir bu işler? Büyük düşünürlerin hangi fikirleri nasıl kurguladıklarını, düşüncelerinin kaynağının neler olduğunu ortaya çıkaran uğraş anlamında, yani bu uğraşın kendisi “ideoloji”dir. Destutt deTracy böyle diyor ama böyle kalmıyor. Daha sonra İdeoloji tanımı tarihi gelişim içerisinde hepimizin üzerinde mutabık kalabileceği en makul tanımına kadar geliyor.
Biraz önce arkadaşlarımızın da değindiği üzere İdeoloji Latince “idea” ile “logiké” kelimelerini bileşiminden meydana gelmiştir, birebir çeviride “fikir bilimi” ya da “mantıklı düşünce” gibi bir anlamı çağrıştırıyor, çağrıştırıyor diyoruz çünkü etimolojik olarak baktığımızda İdée sözcüğünün “fikir, kavram, düşünce, biçim” ve lojik sözcüğünün de akıl yürütme sanatı, mantık, oran, tutarlılık ve söz anlamlarını içeriyor, dolayısıyla ancak“fikir bilimi” gibi bir karşılığı var.
Biraz önce bahsettiğimiz Destutt deTracy, aslında daha sonra bir çok filozofun mesela Karl Manheim’ın gibi ideoloji kuramı dediği bir uğraş alanının temellerini atmış oldu. 19. Yy da ideoloji sözcüğü Avrapa tarihi içerisinde karşı tarafı aşağılamak için kullanılıyor. Bu yüzyılda kelime rasyonel düşünceden uzak, açık seçik algının önündeki engel olarak algılanır oluyor. Bugün de bu anlamda birini yargılarken kullanılabiliyor “sen olaya ideolojik yaklaşıyorsun, ideolojik bakıyorsun ya da bu ideolojik çerçeveyi kır” gibi bir şeyler söyleniyor.
Burada Amerikalı sosyologlar olan Daniel Bell ve Seymour M. Lipset’in geliştirdiği ve ideolojilerin sonu tezini de bilmekte fayda var. Onlar kısaca ideolojilerin ekonomik ve siyasi alandaki vakıa ve değişimlerin bir sonucu olarak önem ve değerlerini, insanları harekete geçirebilme kapasitelerini yitirdiklerini öne sürerler.
Günümüzde kullanılan birkaç sözlüğe baktım ideoloji ile ilgili olarak, Mesela, Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü’nde verilen tanım -sizi sıkmamak için tanımı okumayacağım-şu temel tanımları içermektedir:
1.Tutarlı inançlar kümesi.
2.Siyasi bir öğreti meydana getiren düşünce inanç ve görüşler sistemi
3.Toplumsal bir öğreti meydana getiren düşünce, inanç ve görüşler sistemi
4.Siyasi eylemi yönlendiren düşünce, inanç ve görüşler sistemi
5.Toplumsal eylemi yönlendiren düşünce, inanç ve görüşler sistemi
6.Bir topluma özgü inançlar bütünü
7.Bir döneme özgü inançlar bütünü
8.Toplumsal bir sınıfa özgü inançlar bütünü
9.Bir toplumsal durumu yansıtan düşünceler dizgesi ve bence buradaki temel tanım;
10.İnsanların kendi varoluş koşulları ve ilişkilerinden doğan yaşam tarzlarıyla ilgili tasarımların tümü.
Ahmet Cevizci oldukça geniş bir tanım yapmış ideolojiyi anlatabilmek için.
İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük eserine göz attığımızda iki tanım görüyoruz. Bunlardan ilki “İdeleri, idelerin kaynağını, özelliklerini, kurallarını inceleyen bilgi dalı” yani ilk kullanıcısının maksadını gösteren, daha sonra filozofların ideoloji kuramı diye sınırlarını çizdikleri alanı tanımlıyor. İkincisi ki çok önemli “İlme, akla, tartışmaya dayanmadan zihinde oluşturulup bir gruba, bir partiye, bir devlete benimsetilerek toplumda uygulanmaya konulmak istenen siyasi, hukuki, dini, felsefi... düşünceler bütünü.” olarak tanımlanmaktadır. Yani günümüzde kullanılan bir sözlükte “İlme, akla, tartışmaya dayanmadan elde edilen düşünceler, inançlar olarak” ideoloji tanımlanmakta.
Meydan Larousse ‘da da ideoloji “bir partinin, bir sosyal sınıfın hareketlerine yön veren düşünce görüşler sistemi” olarak tanımlanmıştır.
Günümüzde bizi kandırmak adına, biraz önce sözü edilen İlhan Ayverdi’nin Misalli Büyük Türkçe Sözlük’ünde verilen anlamıyla yani “İlme, akla, tartışmaya dayanmadan zihinde oluşturulup bir gruba, bir partiye, bir devlete benimsetilerek toplumda uygulanmaya konulmak istenen siyasi, hukuki, dini, felsefi... düşünceler bütünü” anlamı öne çıkmaktadır. Bu yüzden olsa gerektir ki birinin yaklaşımının önyargılar barındırdığını, gerçeği göremediğini belirtmek için “olaya ideolojik yaklaşıldığından” bahis açılmaktadır. Bu Türkiye’de devlet adamlarının, siyasi önderlerin de kullandığı bir argüman. “Onlar olaya ideolojik yaklaşıyorlar, işin aslı, doğrusu şu gibi laflar” ediyorlar. İnsanlara parlak fikirler serdedilirken olaya ideolojik yaklaşılmaması gerektiği büyük bir olgunlukla güya baştan söyleniyor, bize bir şey yutturmak istediklerinde. Aslında burada şeytani bir tutum ile “senin ideolojin burada sökmez, bundan sonrasını benden, benim ideolojimden öğreneceksin ve benim ilkelerime göre hareket edeceksin” denilmektedir.
Bu kısa araştırma sonucunda ideolojiyi “Siyasi ve toplumsal işleyişle ilgili olan tutarlı ve inanç ve düşünceler sistemidir, diye tanımlayabildim.
Öyleyse panelin başlığını şöyle okumamda bir sakınca olmayacaktır:
SİYASİ VE TOPLUMSAL İŞLEYİŞ İLE İLGİLİ TUTARLI İNANÇ VE DÜŞÜNCE SİSTEMİ OLARAK İSTİKLÂL MARŞI
İstiklâl Marşı siyasi ve toplumsal işleyiş ile ilgili bir şeyler söylüyor mu? Genel kanı, bize verilen genel bakış açısı İstiklâl Marşı bu hususta bir şey söylemiyor. İstiklâl Marşı o dönemin tarihi havası içerisinde yazılmış tamamen duygusal içerikli bir metin. Hatta marş olarak okunduğunda o duygusallığını da yitirmiş, Sayın Genel Başkanımızın da dikkat çektiği üzere Anayasa’ya bir müzeye kaldırılır gibi hapsedilmiş, milli marş etiketi dışında hiçbir değeri olmayan bir metin, bugün ki haliyle. Biz bu derneği bunun böyle olmaması gerektiğine inandığımız için kurduk. Yani İstiklâl Marşı siyasi ve toplumsal işleyiş ile ilgili bir şeyler söylüyor.
İstiklâl Marşı’nın ideolojisi ile ilgili birkaç hususa dikkat çekmek istiyorum, genel bir bakış açısı elde edebilmek için. İstiklâl Marşı’nın başlığının altında Kahraman Ordumuza ibaresi bulunur. Bu hep gözden uzak tutulmuş –eskiden ders kitaplarında özellikle olurdu- (neden kaldırıldı bilemiyorum) bir ibaredir. Muhatap aldığı kitlenin kimler olabileceği konusunda ayırt edici bir anlama sahip olarak. İkinci hususta marşımızın ideolojisi “istiklâl” üzerine kurulmuştur. Neyin istiklâlidir bu? Elbette İslam Milleti’nin yani Türk Milleti’nin istiklâlidir, marşımızın temel ideolojisi. Bu istiklâl ideolojisini ortaya koyarken de bir takım görev ayrımları, bir takım konular ile ilgili uyarılar, Türk Milleti’nin istiklâli için dikkat edilmesi gereken hususlar marşımızda açıkça vurgulanmıştır. Bunları kısaca dile getirmeye ve sonunda da toparlamaya çalışacağım:
Birinci kıta’mızda:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Derken, yurt/vatan savunması görevini verdiği ordusuna/evladına “al sancak”ın aslında milletin kendi emanetinde olduğunu, ona sadece bir savaş görevi verdiğini anlıyorum. Yani biz neye sahip çıktığımızı biliyoruz. Sen işine bak, korkacak bir şey yok. Nereye kadar korkmayacaksın? Son ocağa kadar korku yok. Ocak bahsi ile ilgili arkadaşlarım güzel konulara değindiler. Her birimiz bulunduğumuz yeri bir ocak haline dönüştürmekle mükellefiz. Bu ailemizdir en başta, bu derneğimiz, vakfımız, tarikatımız, cemaatimiz yani insan ilişkileri bakımından bir alan açmış isek istiklâle hizmet etmesi bakımından orasının geliştirilmesinden mükellefiz, diye düşünüyorum. Ki bu son ocak kalana kadar millet emanetine sahip çıkabilsin.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!'
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl...
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl!
Mısralarında vurgulandığı üzere bu milletin kahraman bir millet olduğu hatırlatılmaktadır. Yani biz çocuklarımıza bu milletin kahraman bir ırka sahip olduğunu öğretmeliyiz. Kahraman kimdir? Sorusunu sormak gerekiyor. Belki birçok tanımı yapılabilir ama hepimizin üzerinde mutabık kalacağı en belirgin husus; kahramanlar görevlerini ifa ederken üstün gayret gösteren insanlardır. Şartları gözetmeksizin görevini yerine getirmek için üstün gayret gösteren insanlardır. Kahraman ırkımızın devamını istiyorsak çocuklarımıza bu anlayışı vermemiz gerekiyor. Nedir bu yerine getirilmesi gereken görev? Bu hilalin dalgalanması ve onun temsil ettiği İlâ-i Kelimetullah’ın gerçekleşmesidir. Yani buna hizmet eden her şeydir. Dolayısıyla bu uğurda kahramanlık yapıldığı için yani bu gayreti gösterip “Hakk’a tapma” noktasında sabit kalındığı için istiklâl bizim hakkımızdır.
Üçüncü kıtamız;
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Burada zincire vurulmaktan bahsediliyor. Zincire vurulmak, ölmek demek değildir. Dolayısıyla burada yine istiklâl vurgusu yapılıyor. Zincire vurulamayacak şekilde bizlerin bir coşkunluğu barındırmamız gerekmektedir. Bu kıtanın akabinde dördüncü kıta bize kimin zincir vurma niyetinde olduğunu hatırlatırcasına devam etmektedir. Yine bu kıtada “medeniyet” vurgusu önemli, medeniyet kavramının günümüzde yeterince anlaşıldığı, aydınlığa kavuştuğu söylenemez. Medeniyet konusunda şunu söyleyebiliriz; bize medeniyet diye tanıtılan şey bu ismi hak etmiyor. Bunu şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy Çanakkale Şehitlerine ithafen yazdığı şiirinde de söylüyor:
Maske yırtılmasa hala bize bir afetti o yüz
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.
Yani medeniyet diye yutturulan şey medeniyet değildir. Yani bizim anladığımız anlamda medeni olmak anlamında, şehirli olmak anlamında bir medeniyet değil. Bize bir afet gibi, çok hoş, cicili bicili gösteriliyor ama bu maskenin arkasında başka şeyler var. Medeniyet artık, arkadaşlarımız, Genel Başkan Yardımcımız da ifade etti, insanlık dışı ve hatta insanlık karşıtı bir anlam taşımaktadır. O artık canavarlığı temsil ediyor.
Eskiden ders kitaplarında bizim 1. Dünya Savaşı’nda yenilmediğimiz ama müttefikimiz olan ülkelerin yenilmesi nedeniyle bizim de yenik sayıldığımız bir kandırmaca gibi gelse de, ruhumu okşayan bir anlatım vardı. Burada ben şairimizin de temsil ettiği düşüncenin de “biz aslında yenilmemiştik” müttefiklerimiz yenilmiş olabilirler, biz de artık onlar adına değil ama kendi adımıza savaşa devam edebiliriz diyen, insanların tarafında olduğuna inanıyorum. Çünkü şairimizin garbın çelik zırhla korunsa bile bizim iman dolu göğsümüz karşısında bir şansı olmadığını ifade edişindeki o özgüven bunu gösteriyor.
Yine bu kıtada batılıların bize hep şark meselesi diye dayattıkları mefhumun karşısına bir “garp meselesi” oturtulmaktadır. İnsanlığın başına türlü belalar açmış bir garp meselesi vardır. Bizim bu mısralardan hareketle garbın insanlığın başına nasıl bela olduğunu ortaya koymamız gerekiyor.
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
Devletin koruması altında olduğu iddia edilen marşımızın “Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.” Mısrasının Arkadaş! Yurdumu alçaklara uğratma sakın. Şeklinde okunmasının devletin yetkili makamlarının bu konudaki samimiyetsizliğini göstermektedir. Millet evladına “Arkadaş!” hitabıyla siyasi ve toplumsal işleyiş ile ilgili yani milli savunmamızın, milli ekonomimizin, milli kültürümüzün ve benzeri alanlarımıza yapılan hayâsızca akın karşısında durma, mukavemet etme görevini tevdi etmektedir. Vatanımız alçakların saldırılarından korunabilirse ancak o zaman bir başarı kazanılabilir. Bu milli bakış açısı net bir şekilde İstiklâl Marşı’nda ifade edilmiştir.
İstiklâl Marş’ımız sayesinde bu toprakların sıradan topraklar olmadığı, şehitlerle bir cennet vatan hüviyeti kazandığı, bu toprakların karşılığının dünyalar olmadığı gibi dünyevi de olmadığı tespit edilmiştir. Siyasi ve toplumsal organizasyonumuzun amacı netlik kazanıyor. Birincisi mabetlerimizin gayri Müslimlerin müdahalelerinden emin olmalıdır. Yani mabetlerimiz gereği gibi işlevini yerine getirmelidir.
İsmet ÖZEL: Buradaki mabet tüm vatan topraklarıdır. Yani Türkiye’nin göğsüne namahrem eli değmemelidir.
Evet, benim söylediklerimden de bu sonuca varılabilir. Gâvur, gayri Müslim müdahalesinden azade bir Türkiye istiyoruz. İkincisi ezanlarımız utana sıkıla değil gür bir şekilde, çekinmeden, hür bir şekilde okunmalı. Bizim temel ideolojimiz mabet ve ezan temellidir. Haklılığımızın Hakk’a tapmaktan geldiği marşımızda iki yerde açıkça ifade edilmiş olup, varlığımız ve istiklâl nedenimizi de açıklamaktadır.
Toparlayacak olursam: İstiklâl Marşı’nın siyasi ve toplumsal işleyiş ile ilgili düşünce ve inanç sistemi;
1.Türk Milleti’nin istiklâli üzerine kurulmuştur. Türk Milleti bu istiklâli Hakk’a taptığı için hak etmektedir.
2.Millet kendi istiklâlinin koruyucusudur. Bu görevi bizatihi kendi üstlenmiştir. Yurt savunmasında millet adına yetki kullanan ordusuna Korkma ve Verme diyerek ihtarda bulunmaktadır. Korkma arkanda millet vardır, verme bu toprakların mübadele aracı dünyevi değildir.
3.Milli bir ülkü olması bakımından “hayasızca akına” karşı durulmalıdır. Eğitiminden, kültürüne, savunmasından ekonomisine kadar dış müdahaleden emin olunmalıdır.
4.Bunu sağlamış olmanın iki göstergesi vardır: Mabetlerimizin gereği gibi mabet olarak işlevini yerine getirmesi, ikincisi bu toprakların İslam toprakları olduğunun en açık göstergesi olan ezanların inlemesidir.
5.Medeniyet olarak takdim edilen şeyin ne olduğu açıkça ortaya konulmalı. Diğer taraftan da bu toprakların nasıl vatanlaştırıldığı unutulmamalıdır.
Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
***
DURMUŞ KÜÇÜKŞAKALAK:
Selamün Aleyküm. Merhabalar.
Bir ideoloji olarak İstiklal Marşı… Zor bir konu açıkçası. Neden zor? Çünkü hem medeniyet aleyhinde bir şeyler söyleyeceksiniz hem de İstiklal Marşı’nın önüne veya sonuna “ideoloji” diye bir kelime koyacaksınız. Bu çıkmazın içinden nasıl çıkarız, bakalım.
“Bir ideoloji olarak İstiklâl Marşı” derken İstiklâl Marşına yoktan bir ideoloji mi giydirmeye çalışıyoruz ya da modası geçmiş birçok deli gömleğinden idrakimize uygun bir gömlek bulamadık da yeni bir gömlek siparişi mi veriyoruz? Hayır, ne biri ne öteki. Peki o zaman nasıl oluyor bu iş? Nasıl oluyor da dua olarak gördüğümüz bir şiirden bir ideoloji zuhur ediyor? Medeniyetin tek dişi kalmış canavar olduğunu ilan eden bir anlayışın tüm medeni ideolojilerin dışında bir şeyler söylüyor olması lazım. İstiklâl Marşı ideolojisinin kaynağı, tedavüldeki söylemlerin cazibesinde değil İstiklâl fikrinin derinliğinde aranmalı. İstiklâl fikri hayatımızda öyle kıymetli bir yere sahip olmalı ki; bu topraklarda istiklâl kelimesinin bir marşı yazılmış ve uğrunda bir savaş verilmiş. İstiklâl bir şeyi yüklenip götürmekse yüklenilen şey hayati öneme sahip bir şey olmalı.
İstiklâl kelimesinin kendisi bile başlı başına bir fikri yansıtıyor. Milli Marşımıza en başta konulan isim zaten bir ideolojinin eseri. Yani İstiklâl Marşı, metin olarak ortaya çıkmadan ideoloji olarak belirmeye başlamıştı. İstiklâl fikri, İslam diye bir derdi olan insanların zihninde canlıydı. Metin bu ideolojinin adını koydu, omurgasını ve istikametini tespit etti. Önce zannediyordum ki: “Her ülkenin bir marşı var, bizim de bir milli marşımız olsun” edasıyla bir yarışma açıldı. Merhum Mehmet Akif yarışmaya İstiklâl Marşı isimli şiiriyle katıldı, diğeri memleket marşı dedi, bir diğeri diyelim ki TBMM açılalı bir yıl olmuş ve şiirinin adını birinci yıl marşı koymuş gibi bir yarışma tahayyül ediyordum. İlginçtir, bana çok ilginç gelmiştir ki; yarışmanın adı “İstiklâl Marşı Yarışması” imiş. Ve böyle bir yarışma açılması teklifini Türk ordusunun meclise ilettiğini öğrendiğimde; bu işin öyle abur cubur bir iş olsun diye ortaya atılmadığını anlamış oldum. Marşımızın “kahraman ordumuza” ithaf edilmiş olmasının bir sebebi de bu olabilir. Bir İstiklâl Marşı Yarışması açan meclis ve böyle bir yarışma açılmasını isteyen ordu ne yaptığının şuurunda olanlardan müteşekkildi. Yani asırlardır bir şeyi yüklenip götürmüş olan Türk milletinin marşı olsa olsa İstiklâl Marşı olabilirdi. Başkası akla bile getirilemezdi. Bu durumu İstiklâl Marşının kabulü sırasında ki tepkilerden rahatlıkla anlıyoruz: İlk mısradan başlayarak o dönemdeki heyecana tercüman olan her mısrada alkışlanıyor. Alkışlayanlar neyi alkışladıklarını reddedenler neyi yuhaladıklarını biliyorlar. Mesela “Canı, cananı bütün varımı alsında Hüdâ / Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ” mısraları okunduğunda alkışların yerini inşallah ve amin sedaları alıyor.
İstiklâl fikri münferit olarak işimize yaramayan, işlevi olmayan bir fikir. İstiklâl düşüncesi bir mensubiyet bağıyla anlama kavuşan bir düşünce. Yani ya topluca İstiklâli hak ediyoruz ya da birey olarak ancak özgür olabiliyoruz. Yani Türkçede “İstiklâlimi elde ettim” gibi bir cümle manasız kalıyor. Ama “İstiklâlimizi elde ettik” cümlesinin anlamı toplum hayatımızda bir yere oturuyor. İstiklâl fikri ancak bir milletin fikri olabiliyor. Marşımızda ifade edildiği şekliyle Hakka tapan bir milletin hakkı istiklâlden başka bir şey değil. İstiklâl fikri bu topraklar için bir düşünce zemini oluşturuyor. Daha doğrusu her şeyin zeminini oluşturuyor. Yani Türkiye’nin kaidesi. Ezanlardaki namaza ve felaha çağrı ancak İstiklâl zemininde mümkün olabiliyor, istiklâl olmadan felaha erilemiyor. Felaha ermeden ne sosyal hayatımız ne ekonomimiz ne de siyasetimiz kurtulamıyor. Kısaca bu topraklarda dünya ve ahirette felaha ermenin ilk şartı istiklâl olarak karşımıza çıkıyor.
Metne baktığımızda ideolojisi hakkında da rahatlıkla zihnimizde bir tablo oluşabilir. Milletçe yapılmış bu dua öyle dinamik ki: Yüzüyor, tütüyor, parlıyor, nazlanıyor, celalleniyor, hak ediyor, hür yaşıyor, aşıyor, taşıyor ila ahir… Yani İstiklâl Marşı İdeolojisi ile millet hayatında güzellik ve estetik adına ne varsa tebarüz ediyor.
Bu güne kadar Türkiye’de müsaadeli ideolojilerin hepsi bu topraklarda sırıttı. Bu ideolojilerle Türkiye çıkmazların içinde bırakılarak varlığı hissedilemez bir duruma itildi. Hepimizin malûmu; Türkiye Cumhuriyeti 1. Dünya Harbi’nin galiplerine verdiği teminatlarla bugüne geldi. Bu teminatlar en başta büyük rüya görmeyeceği; hele hele siyasi rüyaya hiç bulaşmayacağı yönünde oldu. İdeolojisi ile birlikte doğan İstiklâl Marşı ise her şeyin teminat altında olduğu Türkiye’de bu rüyaya teminat konulamayacağının ifadesi idi. Hâsılı, bu ideolojinin harcı iman, dua, rüya ve siyasetle karılmış. Çünkü bir şiir olarak ifadesini bulabilmiş. Şiir olarak ifadesini bulduğundan dolayı Türkiye ile doku uyuşmazlığı olmayan tek ideoloji. Bu, doku uyuşmazlığı sözü benim severek kullandığım, hoşuma giden bir söz. Şimdi, canlı vücudunda doku uyuşmazlığı olmayan tek şey cenindir. Onun dışında hangi doku nakledilirse edilsin az veya çok uyuşmazlık söz konusudur. Uyuşmazlık çoksa o doku hemen vücutla bağlantısı kesilir, reddedilir. Uyuşmazlık az ise bu açık, değişik ilaçlarla vücuda tolere ettirilir. Cenin ise bambaşka bir kan gurubuna, bambaşka bir dokuya sahip olsa bile uyuşmazlık göstermez. Vakti gelinceye kadar ana karnında durur. Ve hayatın devamı için doğum şarttır. İslam’ın tek vatanı olan bir yerde İstiklâl Marşı ideolojisinin doğumundan doğal bir şey olamazdı. Çünkü Batıl’ın karşısında Hakk’ın olması lazımdı.
Milliyetimiz dinimiz ile mukayyet olduğu için İdeolojimiz bir dua oluyor ve itikadi niteliğe bürünebiliyor. Şiir olması hasebi ile de bilinç katına yükseliyor. İdeolojimiz geleceğe dair (o meşhur tabirle) “projeksiyonlarda” bulunmuyor ama önümüzü aydınlatıyor. Sorunlarımıza somut çözümler önermiyor; gerçek bir çözümün mahiyetini ve nereden neşet edeceğini gösteriyor. Ve işi tamamen insanların bir şeyi hak edişi ile izah ediyor. Geleceğimizi aydınlatırken Hakk’ın vaat ettiği günlerin ve bizim gelecek anlayışımızın ahirete dönük olduğunu beyan ediyor. Müslüman olarak gelecekten beklediğimiz; hayra varmak ve şerri reddetmekten başka bir şey olmasa gerek. İstiklâl Marşı ideolojisi hesapların yarına göre yapıldığı bir ideoloji, menfaatinin kaynağını ve nerede olduğunu bilenlerin ideolojisi.
Bugün dünyanın geldiği nokta tam bir çıkmaz. Bütün alanlarda geliştirilen tezler, bu çıkmazı labirente dönüştürmekten başka bir işe yaramıyor. Artık insanlık korkularla terbiye edilir hale geldi. Onun için yok efendim küresel ısınma dendi, bu yıl gıda krizi denilerek açlık tehlikesi gündeme sokuldu. Bu numaralarla terbiye olmayan köylüler ise kışları kuş gribi ile; yazları keneden bulaşan hastalıklarla korkutuluyor.… O kadar ki; insani endişelerle değil biyolojik korkutmalarla artık sigaramıza bile el atıldı. Çünkü sistem artık sağlıklı köleler istiyor, sağlıksız köle makbul değil. (İsmet Özel: -- Masraflı) Evet masraflı. Bu korku imparatorluğu karşısında İstiklâl Marşı ise “korkma” diyerek başlıyor; tek dişi kalmış canavarın ulumasıyla korkuya kapılmayacak olanların iman sahipleri olduğunu söylüyor. Ve bizde iman ediyoruz ki insanı ve milletleri yaratan Allah, hayata ve tarihe de müdahildir. Kitabımız helak edilen kavimlerin kıssalarıyla dolu.
İstiklâl Marşı ideolojisi bu asırda ve bu topraklarda hüsrandan kurtuluşun adı olarak tezahür ediyor. Çünkü imandan, salih amelden, hakkı ve sabrı tavsiye etmekten başka bu ideolojiden bir şey sadır olmuyor. Her şeyin icbar altında tutulduğu hüsran asrında bu mecburiyeti reddetmekle önümüze bir yol açılıyor. Sadece bizim değil aslında tüm insanlığın önüne bir yol açılmış oluyor. Çünkü Türkiye dünyanın umut kapısıdır ve ideolojimiz tüm dünyaya sunulabilecek en orijinal tezdir. Tabii bu tezi sunabilecek insanların olması lazım, “sunucuların” değil.
Türkiye’de bir ideolojinin “Bu ne mezhep imiş dinden içeru” mısraının içinde bir yeri yoksa; aldanış ve aldatıştan başka bir şey değildir. Ve iyi biliyoruz ki; “aldatan bizden değildir.”
Şüphesiz en büyük mucizesi Allah Kelâmı olan bir peygamberin ümmetiyiz. Bu asırda da Müslümanlar bir keramet gösterecekse bu yine kelâm ile yani kelimelerle yani sözle yani dille olacak. Onun için ne söylendiği ve kimin söylediği çok önemli. Çünkü biz imanı; “ kalp ile tasdik, dil ile ikrar” olarak kabul etmişiz. Bu tarif çok önemli bir tariftir. (Namaz Hocalarında bile böyle geçer) İstiklâl Marşında ne söylendiği gayet sarih ve kimin söylediği de belli: Sözü söyleyen Türk Milleti. İstiklâl Marşı bir milletten bahsederken sadece bu toprakların üzerinde yaşayan insanları değil, toprağın altındaki şühedayı ve melekleri de hesaba katıyor. Gerçek manada söz sahibi, yani “sözün sahibi” bir millet bir şeyler söylüyor burada. Onun için İstiklâl Marşı ideolojisinin diğer tüm ideolojilerden farkı şurada: Şeytanların işgal ettiği bir dünyada meleklerin de bizlerle saf tutabileceği temiz bir ortam sağlamak. Çünkü biliyoruz ki melekler pis yerleri ve kötü kokuyu sevmezler. Şeytanlar ise pislikten ve çöplükten aralaşmazlar. Biz Türkçede güzel kokan bir şeye tütüyor deriz. Onun için marşımızda al sancağın sönmeyişini tüten en son ocağın varlığı açıklar. Yani tüten bir yer aynı zamanda temiz bir yerdir. Ve meleklerin meskeni orasıdır, şeytanın ise tüten yerde hiç işi olmaz.
İstiklal Marşı cennet vatanda olduğumuzu söylüyor. Genel Başkanımız da tüten son ocağın burası olduğunu söylüyor. (Ki biz de böyle düşündüğümüz için buradayız) Bende bu sözleri birleştirerek şöyle diyorum: Cennet vatanda, üstelik tüten en son ocağın içinde cennetin kokusunu alamaz isek; alma imkânımız kalmamış demektir. Çünkü Hamdi Özyel’in tespitiyle “Türkiye Ahiretin tarlası” idi. Türkiye bir ablukanın ortasında. Ayette geçtiği şekliyle “yarın ateşin ablukasından kurtulmak için dünyaları vermek isteyeceğimizi” hatırlarsak “Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı” mısraının kıymetini de anlayabiliriz diye düşünüyorum.
Konuşmamı Turgut Uyar’ın “Dünyanın En Güzel Arabistanı” isimli kitabından bir şiirle bitireceğim. (Haddimi aşar mıyım bilmiyorum ama süremi aşmam herhalde?) Şiirin ismi: Büyük Ev Ablukada. İçinde bulunduğumuz ablukanın nereden yarılabileceğine dair ipuçları verebilecek bir şiir. (İnşallah katletmeyiz!)
BÜYÜK EV ABLUKADA
(Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu
Bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum)
İşte böyle olmak en iyisidir olmakların
Bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim
(İndirmiştim
Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)
Tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
Üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
Çıkıp okudular durup dinledim
Bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
Saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi
(Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)
Göğe baktım yerli yerinde
Haydutlar dalavereciler yerli yerinde
Vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle
İyi dedim içim rahatladı
Düzen bozulmamış dedim sevindim
Tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim
(Ben herkese varım
Başka türlü olmuyor inanmayın)
Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
(Ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir
Utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)
Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
Yalana dolana itliklere keten elbiselere
(Sonra karısı öldü o çocuğun
Yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
Kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
Anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
Ölen de kurtarmamıştı)
Bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
Şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
Bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı
Biz kurduk istersek umursamayız ya
(Abluka burada başlıyordu çünkü)
Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
Sen bir onu yap yeter bak göreceksin.
Zahmetinizden dolayı teşekkür ediyorum.
***
MUSTAFA TOSUN:
Selamlar. Şimdi ben konuşmama kendimden bahsederek başlayacağım.
Bazen insanın başı bir sıkıntıya giriyor, bir bela ile karşı karşıya kalıyor. Ben o zaman bildiğim duaların en esaslılarını okurum, mesela Fatiha, Felak ve Nass surelerini okurum.. Şu sıkıntıyı bir atlatayım namazlarımı daha iyi kılacağım, şunu şöyle yapacağım diye bir çok şey söylerim. Ne alakası var diye düşünebilirsiniz bunun İstiklal Marşı ile. İstiklal Marşı ile alakası şu şekildedir. Türklerin sıkıştığı bir yerde bir anlamda dua gibi bir şey. Bu dua edilirken de en esaslı şekilde yani dışarıda bırakılması gerekli şeylerin dışarıda bırakıldığı, içine dahil edilmesi gerekli şeylerin dahil edildiği bir metin olarak ortaya konulmuştur.Bunun için dua gibi sıkıştırılmış bir hal taşımaktadır.
İnsanın bu sıkıntılı halinde dua etmesine ilişkin bir Kuran’dan bazı ayetlerin mealini size okuyacağım. Zümer Suresi 8 ile 12 ayetler arasından.
8- İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman bütün gönlünü vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O'na dua ettiği hali unutur da, yolundan sapıtmak için Allah'a ortaklar koşmaya başlar. Ey Muhammed! De ki: "Küfrünle biraz zevk et, çünkü sen, o ateşliklerdensin."
9- Yoksa o, gece saatlerinde kalkan, secdeye kapanıp, kıyama durarak daima vazifesini yapan, ahireti hesaba katan ve Rabbinin rahmetini uman kimse gibi olur mu? De ki: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Ancak temiz akıl sahibi olanlar anlar.
10- Ey Muhammed! Tarafımdan söyle: "Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir."
11- De ki: "Bana, dini sadece kendisine halis kılarak Allah'a ibadet etmem emredildi."
12- "Hem O'nun birliğine teslim olan müslümanların ilki olmam da bana emredildi."
Bu ayet mealini niçin okudum. Bunda bir çok sebebin yanında ayette Müslümanların ilki tanımlamasının bulunması da çok önemli. İstiklal Marşı gibi milletlerin ilki olma imkanı sağlayacak, bir millet inşasını sağlayabilecek olan bir metin. Yine çok sıkışıldığı bir zamanda yazılmış olan müstesna bir metin. Aslında ideoloji ilk başta olumsuz çağrışımları olan bir terim. Ancak İstiklal Marşı ile birlikte düşünüldüğünde ideolojilere rağmen bir ideoloji yani ideolojilerin panzehiri olarak yani başka bir şeye tabi olmamak için yalnız Allah’a tabi olmak için başvurulan bir ideoloji. İstiklal Marşı, Allah’ın dinini kafire karşı savunan Türk milletinin yeniden inşası için kurulmuş bir derneğin toplantısında konuşma yapıyorum.
Bunun için Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
***
HAMDİ ÖZYEL:
Madem panelimizin başlığı “Bir İdeoloji olarak İstiklâl Marşı, o zaman her şeyden önce İstiklâl Marşı’nın bir ideoloji olup olmadığını, eğer değilse ne olduğunu, eğer öyleyse bunun ne manaya geldiğini niye kendimize mesele ettiğimizi sormamız lazım. “İstiklâl Marşı bir ideoloji olsun veya olmasın bundan bana ne?” diyemez mi birileri? Elbette diyebilir. Derlerse ne olur? Dünya mı yıkılır? Belki yıkılır belki de yıkılmaz. “Ben dünyada olmadıktan sonra dünya yıkılmış yıkılmamış beni ilgilendirmez” diyenler de çıkabilir. “Eğer dünya ben dünyadayken yıkılacaksa da yıkılır benim buna yapacak bir şeyim yok; evet, farkındayım; çevre sorunları giderek içinden çıkılmaz bir biçimde artıyor, su kaynakları giderek azalıyor, dünya nüfusundaki sürekli artışın yol açacağı sorunları tahmin etmek güç değil. Bütün bunların dünyada sebep olacağı daha büyük sorunlara karşı ben ne yapabilirim ki…” falan filan diyenlerden de bol miktarda var. Elbette bütün bu söylenenler anlaşılabilir şeyler. Kimin için anlaşılabilir şeyler? İstiklâl Marşı Derneği’ne üye olmayanlar için. İstiklâl Marşı Derneği üyesi olanlar için anlaşılması, bilinmesi, fark edilmesi gereken esas mesele bizi neyin beklediği meselesidir. Bizi bekleyen çetin bir hesap günüdür. O çetin hesap gününün dünyada hesaba katılması gereken yegâne ve en acil şey olduğunu bize bildiren, daha doğru bir tabirle gözümüzün içine sokan bir metindir İstiklâl Marşı. Eğer İstiklâl Marşı bir ideoloji ise bu ideolojinin idesi budur.
Tam da bu noktada İstiklâl Marşı’nın bize doğruyu söyleyip söylemediğini, kendisinin doğru bir şey olup olmadığını yani bize sunduğu idenin (fikrin) dikkate alınması, takip edilmesi, bağlanılması gereken bir fikir olup olmadığını sormalıyız. Felsefede –eğer böyle bir şey varsa; çünkü felsefe diye bir şeyin olmadığını, felsefelerin olduğunu ileri süren azımsanamayacak sayıda felsefeci vardır– büyük ölçüde kabul görmüş tanıma göre doğru bilgi, bilenin bilinen hakkında bildiğinin bilinenle uyuşmasıdır. Eğer bu tanıma uyacak olursak, işin içinden çıkmamız pek mümkün görünmüyor. Bilen kim, bilinen ne, bilme hangi zeminde gerçekleşecek? Bunları tespit etmeye çalışarak verimsiz bir alana sürükleneceğiz. Oysa Resûlullah’ın bize bildirdiği şudur: Doğrunun ölçüsü mü’minin kalbidir. Ne ki mü’minin kalbini yatıştırır, onda itminan doğurur o doğrudur. Dolayısıyla İstiklâl Marşı’nın bize söylediklerini anlamamız, doğru anlamamız ancak mü’min olmayı gözetmemizle mümkün olabilecek bir şey. Tersinden bakacak olursak, mü’min olup olmadığımızın teyidini de İstiklâl Marşı’nın kalbimizde uyandırdıklarına bakarak anlayabiliriz.
***
MUSTAFA KARANFİL:
Selâmün Aleyküm,
Panelimizin konu başlığı ve bu başlıktaki tuhaflık sanıyorum kimsenin gözünden kaçmamıştır. Ben burada bunu anlatmaya ya da açıklamaya niyetli değilim. Zaten bu konu bizi aşar. Ancak, genel başkanımız Sayın İsmet Özel gerekli görürse bu duruma temas eder. Ben, İstiklâl Marşımızın -hayatımıza yön verici bir metin olması hasebiyle- bir ideoloji olduğu kabulünden hareketle bir şeyler söylemeye çalışacağım. İnşallah isabetli bir şeyler söyleyebilirim.
İstiklâl Marşımızın temsil ettiği ideolojiye geçmeden önce, bu ideolojinin bizzat bu millet tarafından kurulduğunu tekrar hatırlamakta fayda var. Hani, ‘‘Bu şiiri ben yazmadım; milletin bizzat kendisi yazdı’’ diyordu ya şairimiz, o mesele. Yine bu yüzden Safahat’ına da almamıştı, biliyorsunuz. Dünyada kurucusu tarafından hemen uygulanmak ve bizzat yaşanmak için kurulan kaç ideoloji var, bilmiyorum.
İstiklâl Marşımızın Türk’ün tarihten silinme tehlikesi karşısında bir dua ve yakarma olduğunu ve bu duaya icabet edildiğini biliyoruz. Bu öyle bir duaydı ki, sanki kabulü mutlaktı. O yüzden ‘‘Korkma…’’ diye başlıyordu. Tıpkı mağarada Allah Resulünün (SAV) arkadaşına ‘‘Korkma; şüphesiz ki Allah bizimle beraberdir’’ demesi gibi. İstiklâl Marşımız da ‘‘Korkma; çünkü Hakk Tealâ böyle bir duayı geri çevirmez’’ diyordu. Velev ki, son bir ocak kalsın. Şimdilerde bu son ocağın İstiklâl Marşı Derneği olduğu hepimizin malumu. O yüzden buradayız.
İstiklâl Marşımızın ne söylediğini ve neyi amir olduğunu anlamak için kime hitap ettiğini, kimi muhatap aldığını anlamamız lazım. İstiklâl Marşımız İslâm’ın ve Müslümanların, istiklâli kendi elinde olan bir vatana sahip olması gerektiğini söylüyor. ‘‘Doyduğum yerdir benim vatanım’’ diyenleri hesaba almıyor. Vatan sahibi olmayı ve bu vatanı sevmeyi, onu canı ve malı pahasına korumayı her şeyin üstünde gören, bilen ve bunu bir itikadî mesele olarak algılayanları muhatap alıyor.
Bezm-i Elest’te Rabbinin sorusuna hür iradesiyle verdiği cevabın ispatının ancak bir vatan sahibi olmakla mümkün olduğunun bilincinde olanlara hitap ediyor. O yüzden de ‘‘Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı’’ diyor. O yüzden ‘‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım’’ diyor. Hangi ezelden beri? Kâlû Belâ’dan beri. Karşılığında alacağın şey, her ne olursa olsun -bu, dünyalar bile olsa- bu vatanı verme. Bu vatanı vermenin imanından vazgeçmek demek olduğunu hatırından çıkarma. Sana emanet olarak bırakılan bu vatana sahip çıkarak sadıklardan, sıddıklardan olduğunu ispat et ve istiklâlin ancak Hakk’a tapanların hakkı olabileceğini unutma. Hakk’ın va’dettiği günlere talip ol, diyor.
İstiklâl Marşımızın temsil ettiği ideolojide dikkat çeken çok önemli bir nokta da medeniyete biçilen yerdir. Medeniyet çok açık bir şekilde olumsuzlanan bir şeydir. Bu söylem bugün bize çok garip görünse de bu ideolojiye göre, millet çok açık bir şekilde medeniyetin karşısında yer almalıdır. Çünkü medeniyet dediğin şey, yürürlükteki dünya sisteminden yani küfürden başka bir şey değildir. Üstelik onu gözünde büyütmene de gerek yok. Aslında o, dişleri sökülmüş ve tek dişi kalmış bir canavardır. Bu tek dişi kalmış canavardan korkmak bize yakışmaz. Sen korkma; o senden korksun. Değil mi ki, sen Hakk’ın tarafındasın, değil mi ki, Hakk’tan başkasına tapmıyorsun ve değil mi ki, İslâm’ın istiklâlini her şeyden aziz biliyorsun, korkma; ya yaşa vatanında hür olarak ya da şehit ol.
Bir de İstiklâl Marşımızın bize öğrettiği şey şudur ki, küfrün kazanımı hangi noktada olursa olsun bu, geri döndürülemez ve tersine çevrilemez bir durum değildir. İstiklâl Marşı bize bunu söyler. Yeter ki bu milletin, içinde bulunduğu durumdan kurtulmak ve kendisini yükseltmek gibi bir niyeti, bir gayesi bulunsun. İstiklâl Marşımızın hangi durumda yazıldığı ve İstiklâl Harbimizin hangi şartlarda kazanıldığı düşünülürse ne demek istediğimiz çok daha iyi anlaşılacaktır. Aslında bütün mesele itikadımızla alakalıdır.
Bu vatanı sevmek de, onu kıskançlıkla korumak da itikadımızın bir gereğidir. Bu vatanın akibeti umurunda olmayan birisinin, itikadını ciddiye aldığını söyleyebilir miyiz? Böyle tipler her zaman oldu, olacak. İstiklâl Harbi’nin verildiği yıllarda da bunlardan mebzul miktarda vardı. Bugün de İstiklâl Marşı gibi bir metinden kendi iradeleriyle mahrum kalanlar bunlardır. Bunlar istiklâline sahip küfrün emrinde olmayan bir memleketin tehlike içinde olduğunu düşünenlerdir. Bunlar kâfirle çatışmayı göze alamayanlardır.
Burası Amerika’dan yeşil kart, Avrupa’dan mavi kart, Kanada’dan bilmem ne kart alamadığı için kendisini burada yaşamak zorunda hissedenlerin vatanı değildir. Zaten onların öyle bir derdi de yoktur.
Son söz olarak da ‘‘Dünyada vatan, ahirette iman’’ diyorum. Ve’s-selâm.
Hepinize, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.
***
MEHMET KENDİRCİ:
Merhabalar, hepiniz hoş geldiniz.
Derneğimiz kurulduğunda İstiklal Marşı aklımda olan bir değildi. İstiklal Marşı ile ilgili söylenmiş sözlerle ilgili araştırma yapmak istedim, ancak bu dernek çatısı altında söylenenler dışında ciddiye alınacak bir söyleme rastlamadım.
Dernek kurulduğunda ilk aklıma gelen, Antep Fransız Harbi sırasına söylenen şu söz olmuştu; “Gavur kurşunu adama işlemez”, “Bu derneğe gavur kurşununun işlemediği adamlar gelir.” dedim. Genel başkanımızı da kendimi de öyle gördüğüm için bu derneğe üye oldum.
Tanışma toplantısında genel başkanımız “İstiklal Marşı Cumhuriyet Türkiye’si gibi kâfirlerden kaçırılmış bir metindir.” dedi. Yani gâvur kurşunu hem bu marşa hem bu vatana işlememiş.
Aynı toplantıda “1918’de Türk bayrağının altı en belalı yerdi. İngiliz, Fransız, Yunan bayraklarının altı en güvenli idi. İstiklâl Harbi kazanıldıktan sonra Türk bayrağının altı güvenli bir yer olmuştur.” dendi. “İstiklâl Harbi dua ile kazanılmış bir harptir” dendi.
İlk Bayrampaşa toplantısında söylendi; “İstiklâl Marşı bir duadır.” Bu sözü biraz önce arkadaşlarımız bir kez daha tekrarladılar.
Toplumumuzda uyanık geçinenler için “bu adam yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya kaldırır” sözü söylenir. 1918’de Türk Milleti tarlasını yağmurun yağdığı yere kaldırmamış dua etmiş ve tarlasına yağmur yağdırmıştır.
Bu örneği vermemde Urfa’da her yıl yağmur duasına çıkmamız etkili olmuştur. 1994’te R. Tayyip Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda, “su sorununu nasıl çözeceksiniz?” sorusuna “yağmur duasına çıkacağız” diyerek cevap vermişti. Daha sonra o da duadan vazgeçip tarlasını yağmurun yağdığı yere kaldırdı.
Toplumumuzda “olmayacak duaya âmin denilmez” derler. Bizler olmayacak denilen duaya âmin diyoruz.
“Saymayan Sayılmaz” programında bir cümle vardı; “Türkler için vatansız yaşamak namussuz yaşamak gibidir.” Bizler geçmişte vatanla namusu aynı kefeye koymuş milletiz. “Vatan borcu namus borcu”, “Vurun Antepliler namus günüdür” gibi.
Şimdi “vatanı bölerler mi bölmezler mi” gibi sözler söyleniyor. Bu sözlerin söylenmesi bile bir tecavüzdür. Namusumuz ayaklar altına alınmıştır. İstiklâl Marşı Derneği böyle bir süreçte kuruldu. Neler yapabileceğiz hep beraber göreceğiz.
“Bir İdeoloji Olarak İstiklâl Marşı” konusu bana bildirildiğinde neler söylemeliyim diye düşündüm. Ancak “Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı” mısraı ekrana eklenince söyleyeceklerim netleşti.
Ben bu mısraı derneğimizde söylenen anlamı dışında daha da farklı anlıyordum. O günün birincisi olan M. Altaytaş arkadaşımızla da konuştum, o da “yoruma açık” dedi. Yanlışım varsa düzeltin, benim bu mısradan anladığım, “şehitler dünyaları aldıktan sonra bile bu vatanı vermemişler.”
Biraz önce Durmuş arkadaşım “bütün ideolojiler bu vatanda sırıttı” dedi. Vel Asr kitabında İ. Özel “Hümanizm Hakkı ve Sabrı tavsiye etmiyor.” diyor.
İstiklâl Marşı, “Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın/ Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.” sözüyle ve “Hakkıdır hakka tapan milletimin İstiklâl” derken Hakkı da Sabrı da tavsiye ediyor.
Türkler bu topraklara nasıl alışmışsa bu topraklar da Türklere öyle alışmıştır.
Bayrampaşa toplantısında Genel Başkanımız “Osman Bölükbaşı durumuna düşmek istemem, onu dinlemeye çok insan giderdi, oy vermeye gelince kimse oy vermezdi.” dedi. Fehmi Çalmuk’un haberini Hürriyet manşet yapmıştı, 28 Şubattan sonra “miting düzenleyelim” diyenlere Erbakan “Bizi Kızılay’da sallandırsalar peşimizden üç kişi gelmez” demiş.
Altı milyon siyasi İslamcının oyunu almış bir genel başkan bunu söylüyor. Derneğimizde herhangi bir arkadaşımızın böyle bir duyguya kapılması benim kâbusum olur.
Peygamberimiz Mekke’den Medine’ye hicret ederken arkadaşlarına “Namusunuzu, canınızı, malınızı, dininizi kendi namusum, canım, malım dinim gibi koruyacağım siz de bana öyle mükellefsiniz” demiş.
Saad bin Muaz Bedir’de “Sen bize denizi gösterip dalsan biz de seninle dalarız” demiş. Onlar beraber böyle yol yürümüşler ve bu dava bu günlere gelmiş.
Dinlediğinin için hepinize teşekkür ederim.
Durmuş Küçükşakalak:
İstiklal Marşı Derneği’nin birinci sene-i devriye merasimine hepiniz hoş geldiniz. İstiklal Marşı Derneği 6 Şubat 2007 tarihinde kuruldu. Dernek olarak bir seneyi geride bıraktık.
Oruç Özel:
Fikret Demir: Selâmun aleyküm,
Hoşgeldiniz. İstiklâl Marşı Derneği Sakarya Temsilciği ve yine bu vesileyle tertip edilecek bir panel,