Mehmet Akif hakkında yazılan kitapların hemen hepsinde Cenap Şahabettin’den iktibas edilen şu satırlara denk geliriz:
“Şiir-i millî namı ile ırkımızın rüsum ve ananâtına ait neşideler kast ediyorsak pîşinde serfürû edeceğimiz bir deha-yı muasır görüyorum: Mehmet Akif... Hiç kimse o kadar saf ve şeffaf bir billûr-i beyan içinde menâzır-ı milliyeti teşhir etmemiştir; Türk ve İslam ruhu “Safahat”ın rüşeym-i ilhamı oldu. Tarih-i edebiyat şimdilik büyük Akif’ten daha büyük bir İslâm ve Türk şairi tanımaz.”
Cenap Şahabettin’in yazısının Akif’le alakalı kısmının hemen devamında da şu cümleler var ki Süleyman Nazif ve Eşref Edip dışında kitabına almayı tercih eden pek olmamış:
“Fakat ben her kime olursa olsun, şair-i millî sıfatının münhasıran tahsis olunmasını haklı bulmam. Şairden safha-i sanata düşmüş bir mucize-i dimağ beklenir: Bunu kim ibda ederse şair odur. Her güzel eser eğer bir Türk elinden çıktı ise “millî” sıfatına namzet olmak lazım gelir...”
Yanlış bir künye ile ve siyakına sibakına bakılmadan Akif’i övmek gayesiyle iktibas edilen bu satırların İsmail Kara’nın “Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İstiklâl Marşı” adlı kitabında da aynı hata ile ve metnini zedeleyecek şekilde tekrar edilmesi[1] vesilesiyle birkaç hususa dikkat çekmek istiyoruz.
Mezkur iktibas, Cenap Şahabettin’in Peyam’ın 21 Ağustos 1335 (21 Ağustos 1919) tarihli “Perşembe günleri neşrolunur ilave-yi edebiyye” nüshasında yer alan “Millî Şairimiz” başlıklı yazısından. İlk defa Süleyman Nazif, Servet-i Fünun mecmuasında neşrettiği Mehmet Akif/Zâtı ve Âsârı serlevhalı yazılarının 7 Zilhicce 1337 (4 Eylül 1919) tarihli nüshasında yer alan kısmında “millî şiir”, “millî şair” meselesine değindikten sonra, “Üstad-ı Güzîn Cenap Şahabettin Bey geçen gün intişar eden bir makalesini bu meseleye hasr ederek diyordu ki” demiş ve söz konusu kısmı künye vermeden iktibas etmiş.[2] Takriben 20 sene sonra aynı yeri Eşref Edip “En Büyük İslam ve Türk Şairi” başlığı altında künyesiyle beraber iktibas etmiş: Peyam, 11 Ağustos 337.[3] Bu iktibas Eşref Edip’ten sonra Akif hakkında yazılan neredeyse bütün kitaplara[4] ya rumî “11 Ağustos 1337”[5] ya miladî “11 Ağustos 1921” tarihi ile ya da künyesiz girmiş.[6]
Rumî takvim esas alınarak neşredilen Peyam’ın Hicrî tarihinin 24 Zilkâde 1337 olduğunu söylersek Eşref Edip’in yaşadığı karışıklık anlaşılabilir. Akif hakkında yazılan sayısını benim bilmediğim kadar çok kitabın “güvenilirliğini” de buradan anlayabiliriz. İsmail Kara sunuş yazısında “Âkif çalışan herkes gibi biz de Ertuğrul Düzdağ’ın Safahat’ı ve Âkif’in metinlerini güvenilir bir şekilde ve kronolojik irtibatlarını göstererek neşretmiş olmasının imkânlarını kullandık.”[7] diyor. Halbuki Ertuğrul Düzdağ yayına hazırladığı Safahat’ta Cenap Şahabettin’in yazısının tarihini 11 Ağustos 1921[8], “Mehmet Akif Ersoy” adlı kitabında ise 11 Ağustos 1922[9] olarak veriyor. İsmail Kara nedense birinci tarihi tercih etmiş.
İsmail Kara kitabının İstiklâl Marşı’nda geçen “ırk” kelimesinin “soy-sop” manasına ve “milliyetle irtibatlı”, “millete yakın" manasına temas ettiği “Millet”[10] başlıklı ikinci kısmında söz konusu iktibası şu satırlardan sonra dipnot olarak vermiş:
“...Fakat Akif’in çok sık olmasa bile Safahat’ın bazı kısımlarında, herhalde soy-sop manasına “ırk”ı yine “rahat” bir şekilde kullandığını hatırlatmak faydalı olabilir. Öyle anlaşılıyor ki bu rahatlık sadece Akif’e ait olan bir tutum da değildir.”
“Soy-sop manasına ırkı rahat bir şekilde kullanmanın” Akif’e has bir tutum olmadığını beyan ettikten sonra verilen dipnotta yine soy-sop manasında bir ırk kullanımına misal vermesi beklenirdi fakat dipnot yanlış yerde verilmiş olacak ki “milliyetle irtibatlı” bir ırk misali geliyor:
“İstiklâl Marşı’nın yazılma ve kabul edilme sürecinden birkaç ay sonra Cenap Şahabettin’in, hem de Akif’le ilgili olarak Peyam’ın 11 Ağustos 1921 tarihli nüshasında yayınlanan yazısındaki milliyetle irtibatlı ırk kullanımı örnek olarak verilebilir: “Şiir-i millî namı ile ırkımızın rüsum ve ananâtına ait neşideler kast ediyorsak pîşinde serfürû edeceğimiz bir deha-yı muasır görüyorum: Mehmet Akif... Hiç kimse o kadar saf ve şeffaf bir billûr-i beyan içinde menâzır-ı milliyeti teşhir etmemiştir; Türk ve İslam ruhu “Safahat”ın rüşeym-i ilhamı oldu. Tarih-i edebiyat şimdilik büyük Akif’ten daha büyük bir İslâm ve Türk şairi tanımaz.”
İsmail Kara’nın iktibas ettiği paragrafın yer aldığı, hiç kimsenin aslını ve tamamını okuma zahmetine katlanmadığı “Milli Şairimiz” başlıklı yazısında Cenap Şahabettin’in ne anlattığına bakalım. İkinci Meşrutiyet döneminde devletin resmî görüşü haline getirilen Türkçülük hareketinin ve bu hareketin cari kılmaya çalıştığı edebiyatın Süleyman Nazif’le beraber önde gelen muarızlarındandı Cenap Şahabettin. Münakaşadan uzak bir şekilde Akif de onlara bu hususta refakat ediyordu. Bu sebeple aslında olmayan fakat hakimmiş gibi gösterilen bir edebiyat ortamının tecrit ettiği isimlerdi. 1. Cihan Harbi döneminde başlayan ve Cumhuriyetin ilanından sonra da devam eden “millî şiir”, “millî şair” münakaşalarının hala tesirini sürdürdüğü günlerde Cenap Şahabettin’in yazdığı yazılardan bir tanesidir “Millî Şairimiz.” Yazıda, “eğer millet şairinden müessir elhan-ı vatan bekliyorsak millî şairimiz Namık Kemal’dir” der. “Yoook” diyerek devam eder: “Şiir-i millî namı ile ırkımızın rüsum ve ananâtına ait neşideler kast ediyorsak pîşinde serfürû edeceğimiz bir deha-yı muasır görüyorum: Mehmet Akif...” “Fakat ben her kime olursa olsun, şair-i millî sıfatının münhasıran tahsis olunmasını haklı bulmam.” dedikten sonra “Devr-i hâzırda yalnız bir kişiye “şair-i millî” mesnedi verilmek lazım gelse bilâ tereddüt! Abdülhak Hâmid derdim.” der ve uzun uzun sebebini izah eder. Velhasıl İstiklâl Marşı ile irtibatı kurulabilecek bir tarafı yoktur metnin.
Eğer yazının ismi geçen üç şairden birisi ile ilgili olacağını söyleyecek olursak hiç şüphesiz Abdülhak Hâmit diyebiliriz. Künyeyi yanlış vermesinden ve yazının Akif’le ilgili olduğunu söylemesinden anlaşılıyor ki İsmail Kara da yazıdan haberdar değil. Bu sebeple Cenap Şahabettin’in ırkı ne anlamda kullandığı hakkındaki yorumunun isabetli olup olmadığını bir tarafa bırakıyoruz. Asıl mesele İsmail Kara’nın “İstiklâl Marşı’nın yazılma ve kabul edilme sürecinden birkaç ay sonra” ve “hem de Akif’le alakalı olarak yayınlanan yazısında” vurgusundan, üstü kapalı da olsa bu yazı ile İstiklâl Marşı arasında bir münasebet kurduğunun anlaşılması ya da okuyucuya öyle aksettirmiş olmasıdır. Eğer Cenap Şahabettin’in o cümleleri kurmasına İstiklâl Marşı’nın da bir katkısı olduğu düşünülmüşse ikaz edelim: Ne Cenap Şahabettin ne Akif’i yere göğe sığdıramayan yakın dostu Süleyman Nazif ne de Akif’in sanatını takdir etmiş olan bir başka imza sahibi İstiklâl Marşı hakkında müspet tek kelime etti. İstiklâl Harbimizden lehimize bir netice çıkacağına sonuna kadar inanmayanlardandı Cenap Şahabettin. Nazif’in ifadesiyle “her teşebbüs-i millîyi bir hareket-i mezbuhane” görenler zümresinde idi. Bu sebeple yazının künyesine kim hangi tarihi yazmış olursa olsun düşünülmeliydi: Cenap Şahabettin ordunun isteği üzerine cephede okunmak üzere ve İstiklâl Harbinin kazanılması için yazılan İstiklâl Marşı ile bir yakınlık kurabilecek durumda mıydı? Her iki şairin de Akif’in 1924’te tab edilen “Asım” kitabı ile ilgili sitayişkâr yazıları vardır fakat bu yazılarda ne abidevî bir sanat eseri olan İstiklâl Marşı ne de şairi vardır.[11] Bunu Akif’in İstiklâl Marşı’nı kitabına almamış olmasıyla izah edemeyiz.
O günlerin gazete ve dergilerinin bazıları hicrî tarih vermeyi terk etmişlerse de birçoğu Hicrî, Rumî ve Milâdî tarihlerle neşrolunuyordu. Tarihlerin karıştırılmasındaki dolayısıyla sıranın bozulmasındaki asıl sebep budur. İsmail Kara’nın kitabındaki bu takvim karmaşası yazımıza konu olan iktibasla da bitmiyor. Kitabın “Din” başlıklı üçüncü kısmında Akif için söylenen “İslâm şairi” sıfatından bahsedilirken bu sefer Yakup Kadri’nin şahitliğine müracaat ediliyor:
“Yakup Kadri 25 Şubat 1922 tarihli İkdam’da yayınlanan ve Akif’in edebî şahsiyetini ele aldığı “Şiirde Dindarlık” başlıklı yazısında onun için “İslâm Şairi”, “dinî ve İslâmî şair” ifadelerini kullanacaktır.”[12]
Yazının Latin harfli neşri için mehaz verdiği kitap “Aklı Kamaştıran Belagat Karmaşası.” Safahat hakkındaki yazıların derlendiği kitapta Cenap Şahabettin’in yazısının tarihi tashih edilmiş ve yanlış künye sebebiyle yazının aslına ulaşma hususunda sarf edilen çaba uzunca bir dipnotla anlatılmış.[13] Fakat kitabın yazarı bu defa hatanın müsebbibi olmuş. Yakup Kadri’nin yazısı İkdam gazetesinin hicrî 25 Cemaziyelahir 1340/Rumî 23 Şubat 1338/ Milâdî 23 Şubat 1922 tarihli nüshasında yer alıyor. Kitabın yazarı bu tarihleri mezcederek “25 Şubat 1922” tarihini çıkarıvermiş ortaya ve dolayısıyla İsmail Kara da bu tarihi esas almış.[14] İsmail Kara’nın kitaptan haberdar olmasına ve hatta mehaz gösterdiği yerin birkaç sayfa ilerisinde bahsettiğimiz dipnotun bulunmasına rağmen bunu görmeyerek hatayı devam ettirmesi kitabını “100. Yıl”a yetiştirebilme telaşından mı bilemiyoruz. Aslına ulaşmak isteyen olursa diye yine belirtelim: Yahya Kemal’in Tevhid-i Efkar’ın 25 Şaban 1340 (23 Nisan 1922) tarihli nüshasında neşrettiği “Ezansız Semtler” yazısının tarihi bu kitapta 30 Mart 1922 olarak verilmiş.[15]
Bütün bu garabet medeniyete intibak gayesiyle önce takvimimizin sonra yazımızın elimizden alınması ve dolayısıyla İstiklâl Marşı’na ihmalkar bir gözle bakılmasıyla alakalı. Daha da ötesi İsmail Kara’nın “meşahir-i meçhule” tabirini İstiklâl Marşı’na uyarladığı satırlar sebebiyle söylenebilir.[16] Maalesef İsmail Kara kitapta İstiklâl Marşı'nın "meçhul kalmış meşhur" olmasına sebep olan hususları ya kenar gezmiş veya hiç zikretmemiş. Zira kitapta ne marşın anlaşılmasına mani olan bugünkü yazısı ve mevcut resmî bestesi ne de “cennet vatan”ın sınırlarının tayin edildiği “Misâk-ı Millî” mevzu bahis. Kitabı bu bakımdan TBMM tarafından “Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı Yılı” olarak ilan edilen Hıristiyanların 2021. yılı içerisinde yapılan “100. Yıl” faaliyetleri bağlamı dışında değerlendirmek mümkün mü?
Seyfullah Köksal
11 Cemaziyelevvel 1443 (14 Aralık 2021)
[1] İsmail Kara, Bir Düşünce Tarihi Metni Olarak İstiklâl Marşı, Dergah Yayınları, 2021, s.69
[2] Ayrıca bakılabilir: Süleyman Nazif, “Mehmet Akif/Şairin Zâtı ve Âsârı Hakkında Ba’z-ı Ma’lûmât ve Tedkîkat”, İstanbul Amedî Matbaası, 1924. s.67. Kitap, Mehmet Akif hakkında yazılan ilk kitaptır. Ayrıca Akif hayatta iken onun hakkında yayınlanan tek kitap olma hususiyetine sahiptir. Servet-i Fünûn Mecmuasının 2 Zilkade 1337 (31 Temmuz 1919) senesi 1420 numaralı nüshasından itibaren mecmuanın “Tedkikat-ı Edebiyye Sahifeleri”nde “Mehmet Akif/ Zâtı ve Âsârı” serlevhası altında tefrika edilmeye başlanır. 1924’te bu tefrikaya, Mehmet Akif’in “Asım” kitabının neşri münasebetiyle Süleyman Nazif’in “beş sene sonra” yazdığı “Bir Mu’cize-i Şi’r” bölümü ilave edilip kitap olarak tab ettiririlir. Kitapta şöyle bir ihtar var: “Beş sene mukaddem (Servet-i Fünûn) tefrikasında intişar etmiş olan bu sayfaları kitap şeklinde tab’ ettirirken, bazı yerlerini mahv u isbât suretiyle tebdil ettiğim gibi, birkaç sayfa da ilâve ettim.” Kitabı Latin harfleriyle yayına hazırlayan Ertuğrul Düzdağ, bu ihtar sebebiyle merak edip mecmuadaki halini okumadığı gibi kitapta yer alan “geçen gün intişar eden bir makale...” ifadesine rağmen dipnotta yine aynı künyeyi vermiş: Peyam gazetesi, 11 Ağustos 1337 (1921). Süleyman Nazif, Mehmed Akif, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Kapı Yayınları, 2015, s. 127
[3] Eşref Edip, Mehmed Akif/Hayatı, Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları, Asarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı, 1939, s. 342
[4] İki kitap istisna tutulabilir: Beşir Ayvazoğlu, 1924/Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi, Kapı Yayınları, 2014, s. 104.
N. Ahmet Özalp, Aklı Kamaştıran Belagat Karmaşası/Safahat’ın Yankıları (1911-1924), Büyüyen Ay Yayınları, 2019, s. 423
[5] Mesela; Fevziye Abdullah Tansel, Mehmed Akif Hayatı ve Eserleri, Kanaat Kitabevi, 1945, s. 120. Mithat Cemal ise sadece 1337 tarihini vermiş. Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Akif/Hayatı-Seciyesi-Sanatı, Oğlak Yayınları, 2014, s.45.
Mithat Cemal, devamında bu iktibasın tarihini esas alarak “Bundan üç sene sonra (1340’ta) Cenap’ın Servet-i Fünun’da basılan medihlerine Akif sevinmek isterken acı bir şüpheye düşecektir...” diyor. Bahsedilen “Safahat Mübdii” yazısı 18 Kanunievvel 1340 tarihli Servet-i Fünun nüshasında. Üç sene sonra dediğine göre 1337 tarihini rumî takvime göre düşünmüş. Yani yine aynı takvim karışıklığı bu kitapta da mevcut. İki yazı arasında takriben beş sene var.
[6] Mesela; Hasan Basri Çantay, Akifnâme, Ahmet Sait Matbaası, 1966, s.51. Emin Erişirgil, İslâmcı Bir Şairin Romanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1986, s. 98 (“Cenab’ın bu yazısında bazı kelimeler Türkçeleştirilmiştir; yeni nesil kolay anlasın diye” notuyla beraber.) Orhan Şaik Gökyay, Kim Etti Sana Bu Kârı Teklif, Yeditepe Yayınları, 2019, s.192 (Akifnâme kitabı mehaz gösterilmiş.) Necip Fazıl, Edebiyat Mahkemeleri, Büyük Doğu Yayınları, 2013, s. 55 (Ananât kelimesi san’anat şeklinde yazılmış.) Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif, Dizerkonca Matbaası, İstanbul, 1958, s. 106. Zeki Sarıhan, Mehmet Akif, Kaynak Yayınları, 1996, s.207. Cemil Sena Ongun, Mehmed Akif, Tefeyyüz Kitabevi, 1947, s. 33
[7] İsmail Kara, age, s.8
[8] Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Hazırlayan: M. Ertuğrul Düzdağ, Bağcılar Belediyesi Kültür Yayınları, 2014, s.33
[9] M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Akif Ersoy, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1996, s. 186
[10] İsmail Kara Akif’in İstiklâl Marşı’ndan önce yazdığı şiirlerinde “ırk”ı soy-sop manasında “rahat bir şekilde” kullandığını dipnot verilen yerin devamında misalleriyle göstermeye çalışmış ve kitaptaki bir çok meselede olduğu gibi pek net bir şekilde olmasa da İstiklâl Marşı’ndaki ırkın hususi bir manaya işaret ettiğini ifade etmiş:
“İstiklâl Marşı’nda olan ise yeni şartlarda ırk kelime-kavramını millete yakın manada daha rahat bir tarzda, belki o sırada içinden geçtikleri zor günleri ve amansız mücadeleleri hesaba katarak, vezin zaruretleri dışında biraz da tercihen kullanmasıdır.”
İstiklâl Marşı’nda ırk kelimesi vezin zaruretleri dışında kulanıldı ise ırk nedir? Neden “millet” kelimesi ile beraber kullanılması tercih edilmiştir? Ya da bununla alakalı olarak İstiklâl Marşı’nda neden Türk ve İslâm kelimeleri zikredilmiyor? Meselenin aslına taalluk eden ve sadece İstiklâl Marşı Derneği’nin sarahate kavuşturduğu bu suallerin cevabı kitapta olmadığı gibi “millete yakın manada” veya “biraz da tercihen” gibi ifadelerle muğlak hale getirilmiş bir “ırk” çıkıyor karşımıza.
İsmet Özel’in bu hususu izahı “düşünce tarihi” açısından önemlidir:
“İnsanlar Türkiye’de Türk dışında bir kavmiyetten ve milletten ya da ırktan bahsedildiği zaman hiçbir tedirginlik duymuyorlar. Yani bir insan, mesela Türkiye’de Çerkezlerin de hakları var dediği zaman niye ırkçılık yapıyorsun kardeşim, denmiyor ona. Ama Türk milletinin varlığını dikkate aldığınız zaman, o zaman ırkçılık yapma, deniyor. Değil mi? Bunlara günlük hayatımızda rastlıyoruz. Halbuki, şimdi, İstiklal Marşında ve başka yerlerde de mesela "ırkına çek" diye bir ibaresi var Mehmet Akif’in. Mehmet Akif Fransızca bilirdi ve yaşadığı zamanlarda yani İngilizcede “race” Fransızcada “rass” olarak telaffuz edilen ırk, Türkçeye biz ırk diye tercüme ediyoruz onu. Daha doğrusu onlar İngilizceden ve Fransızcadan tercüme edildiği için ırk kelimesi konulmuştur orada. Mesela o yıllarda, yani İstiklal Marşının yazıldığı yıllarda Fransa’da Fransızlar için “la race française” denirdi. Yani Fransız ırkı denirdi, denebilirdi. Doğrudan doğruya Fransız medeniyetinin ürettiği insan tipinden bahsetmek için söylenirdi bu. Demek istediğim Mehmet Akif de bu "kahraman ırkım" derken de "ırkına çek" derken de doğrudan doğruya bu toprakların, yani yaşadığımız toprakların, vatan olması için bir dirayet sahibi olduğunu göstermiş zümrenin varlığına işaret ediyor. Irk dediği şey etle, kemikle, kafatası ile alakalı bir şey değil. Bir ahlaki tutumla, bir karakter üstünlüğüyle alakalı bir şey. Onun için "ırkına çek" diyor. Yoksa öbürü zaten olabilecek bir şey değil. Öbürü Mendel yasaları falan filan girer işin içine, o zaman insanın ırkına çekmesi bahis konusu olmaz ki. Demek ki bir insanın ırkına çekmesi için ya da kahraman ırka mensup olması için o kahramanlığın bir parçası olması, o kahramanlığın hakkını vermesi gerekir.”
Ayrıca bakılabilir: İsmet Özel, İstiklâl Marşı Irkçıdır, Küfrün İhsanı Olmaz kitabı içinde, s. 95
[11] Süleyman Nazif, age, s.90. Cenap Şahabettin, Safahat Mübdii, Servet-i Fünun, 18 Kanunievvel 1340, Nu:1479
[12] İsmail Kara, age, s.77
[13] N. Ahmet Özalp,age, s.423
Yazar dipnotta şöyle diyor: “Biz yazıya ulaşmak için önce verilen tarihlerdeki Peyam-ı Sabah’ları taradık. Böyle bir yazı yok. Günde ya da ayda yanlışlık olmuş diyerek önce 11 Ağustos 1921’den geriye doğru bir aylık, sonra da ileriye doğru bir aylık sayıları inceledik. Olmadı, yazı yok ortada. Bu kez yılın başına ve sonuna kadar bütün sayıları elden geçirdik. Yine yok. Bu kez, Ertuğrul Düzdağ hatayı görerek düzeltmiştir umuduyla 1922 yılını aynı yöntemle gözden geçirdik. Yine yok...” Bu kitaptan önce yazının künyesi doğru olarak verilmişti: Beşir Ayvazoğlu, 1924/Bir Fotoğrafın Uzun Hikayesi, Kapı Yayınları, 2014, s. 104 ve Seda Özbek, Nesir Yazarı Olarak Cenap Şahabettin, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Mayıs 2016, s.397
[14] Aynı kitapta Cenap Şahabettin’in “Safahat Mübdii” yazısının tarihi 18 Ocak 1924 olarak yine yanlış verilmiş. Yazı Servet-i Fünun’un 18 Kanunievvel 1340 (18 Aralık 1924) tarihli nüshasında yer alıyor.
[15] İsmail Kara, age, s.85. İsmail Kara’nın belirttiği tarihte Yahya Kemal’in “Ezan ve Kur’an” yazısı var: Yahya Kemal, Tevhid-i Efkar, 1 Şaban 1340 (30 Mart 1922)
[16] “Meşahir-i meçhule diye bir tabirimiz vardır; çok bilinen ve tanınan, ilk bakışta öyle zannedilen ama gerçekte bilinmeyen, derinliğine tanınmayan kişiler için kullanılır; meçhul kalmış meşhurlar... Bu tabiri metinlere de teşmil edersek İstiklâl Marşı’nın 1924’ten sonra böyle bir kadere mahkum olduğu/mahkum edildiği söylenebilir; çok okunan hatta ezberlenen ama üzerinde hak ettiği derecede düşünülmeyen ve vasıflı makaleler, kitaplar yazılmayan bir metin... Niçin acaba? İlkokul ve orta tedrisat ders kitaplarında yer almak dahil bütün yaygınlığına ve törenlerde (uzun yıllar TRT radyo ve televizyonunun açılış ve kapanışında da) mütemadiyen tekrarlanmasına rağmen üzerinde derinliğine fazla düşünülmemiş, hakkında büyük metinler yazılmamış bir şiir olması gerçeği nasıl açıklanabilir?”
Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in son on dört senedir neşredilmemiş kitabı SORULUNCA SÖYLENEN’in yeni baskısı yapıldı.
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in KALIN TÜRK kitabının “Gözden Geçirilmiş, Katmerli, İlaveli” yeni baskısı yapıldı.
Misak-ı Milli haritalı ve Türk yazısıyla matbu harflerle neşrettiğimiz İstiklâl Marşı...
Fahri Genel Başkanımız Şair İsmet Özel'in okurken hem sağdan hem soldan başlanan kitaplarının dokuzuncusu olan “TEKNE KAZINTISI" neşrolundu.
17.07.2010 tarihinde yapılan Genel Kurulumuzun ardından yapılan ilk yönetim kurulu toplantısında, yönetim kurulu üyelerimizin görev taksimatı yapıldı.
Eskiden İstanbul'a senenin ilk karı düşünce o gün matbuattaki İstanbul gazetelerinin birinci sayfasında Cenab Şehabeddin'in Elhan-ı Şıta (1897) şiiri neşredilirmiş.
Genel Başkanımız Şair İsmet Özel’in “Ve’l-Asr” ve “Neyi Kaybettiğini Hatırla” kitapları birlikte TİYO’nun 15. Kitabı olarak “Ve’l-Asr” adı ile neşroldu.