Kinimiz yurdumuzdur bilmeyen varsa bilsin
Yurdumuz vatanımız hem sılamız hem ilimiz biz
Kin ile kinler ile
Küfre küffara
Kin ile kinler ile
Yatıp kalkarız
Burası bizim memleketimiz
Bıçak bu yerlerde saplandı şiire
İsmet Özel - Dinosorus’un Rinoseroslara Bitimsiz Yakınması
Derneğimizin kuruluşunun 10. ve 11. Sene-i devriyelerinde İstiklâl Marşı’nın ilk okunduğu yer olan Kastamonu ilimizdeki Nasrullah Camii’nde Mevlid-i Şerif ve İstiklâl Marşı’nı okumuştuk. 12. Sene-i devriyemizde ise resmi makamlar marifetiyle kolluk kuvveti nezaretinde caminin içinde İstiklâl Marşımızı okumamıza mâni olunmuştu. Biz de marşımızı ancak avluda okuyabilmiştik. Aynı gün Kastamonu’da tertip ettiğimiz panelde karşılaştığımız bu tavır dolayısıyla şunu söylemiştik: İstiklâl Marşı Derneği’ne İstiklâl Marşı’nın ilk okunduğu yerde İstiklâl Marşı okutmamak İstanbul’un işgal altında olduğu günlerden daha kötü bir zamanda olduğumuzu gösterir. Zira İstanbul işgal altında iken İstiklâl Marşı Nasrullah Camii’nde bilhassa okunmuştu.
İstanbul şehrimiz beş sene işgal altında kaldı. İstanbul işgal altındayken şehir ahalisi emniyetini İngiliz, Fransız, Yunan, Amerikan bayrakları altında arıyordu. Alenen Türk Bayrağı altında bir emniyet sahası yoktu. Nitekim Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde milli marş olarak kabul edilen İstiklâl Marşımız İstanbul’da, ancak gizlice bastırılabilmiş ve dağıtılabilmişti. İstanbul işgal altındayken emniyetini Yunan bayrağı altında arayanlar, Türk Bayrağı’nı sokaklara serip gelene geçene çiğnetiyordu. Hasan Pulur kendisiyle yapılan uzun soluklu söyleşiden ibaret “Olaylar ve İnsanlar”ın Peşinde Bir Ömür” kitabında şöyle diyor: "Annem bazı şeyleri hiç unutmazdı. Mesela, daha sonra Moda'ya taşındığımızda, oranın en ünlü berberine gitmeyi yasaklamıştı bana. Rum bir berberdi bu; işgal sırasında Türk bayrağını yere sermiş, gelip geçen çiğnesin diye. Annem onu kesinlikle affetmiyordu."
12. Sene-i devriyemiz, İstanbul’daki iptal edilen büyükşehir belediye başkanı seçiminden sonra, tekrarlanan seçimden önce olmuştu. Orada İstanbul’daki seçim hadisesini Ömer Seyfettin’in bir hikayesine başvurarak anlatmaya çalışmıştık. Ömer Seyfettin’in Nakarat isimli bir hikayesi vardır. Hikayedeki Türk zabiti bir kıza gönlünü kaptırır. Kız bizim zabiti görünce hep Bulgarca nakaratı “Naş naş çarigrad naş” olan bir şarkı mırıldanır. Hikayenin adı da bu yüzden “nakarat”tır. Bizim zabit safiyane, bu şarkıyı kendine söylenmiş aşk şarkısı zanneder ve türlü manalara yorar. Hikayenin sonunda öğrenir ki Bulgar kızının Bulgarca söylediği şarkının anlamı fena. Hele de nakaratı “Naş naş çarigrad naş”. Meğer bizim zabitin aşk şarkısı zannettiği şey "Bizim olacak, bizim olacak İstanbul, bizim olacak.” şarkısıdır. İstanbul’daki seçimlerde insanların iki taraftan birine meyletmesi, anlamını bilmedikleri çeşitli dillerde söylenmiş Türk düşmanı şarkıları, kendilerine söylenmiş aşk şarkısı zannetmeleridir demiş idik.
Geçtiğimiz günlerde CHP’li İstanbul Belediye Başkanı, eski Yunan Başbakanı Papandreou’nun da katıldığı hususi bir toplantıda gazete haberine göre: “Papandreou’nun Size zeytin dalı getirecektim, taşıması zor olduğu için zeytinyağı getirdim” diyerek başladığı, barıştan ve umuttan yana samimi konuşması büyük alkış aldı. Ekrem İmamoğlu ise bu konuşmaya cevaben “Biliyorsunuz değil mi, seçim kampanyası sırasında bana Yunan dediler! Ne sakıncası varmış Yunan olmanın, onu da hiç anlamadık zaten.” dedi."
İstanbul’a belediye başkanı yapılan kişi “Ne sakıncası varmış Yunan olmanın” diye bir cümle telaffuz ediyor, bu gazete haberi oluyor ve Türkiye’de yer yerinden oynamıyor. Çünkü bugün siyaset sahasında bu lafı söyleyene karşı ne diyorsun sen diyebilecek bir kimse yok. Adama hemen cevabı yapıştırırlar: siz “hepimiz Ermeni’yiz” derken iyiydi diye. Nitekim seçim başka türlü neticelenseydi aynı veyahut benzer cümleyi diğer taraf kuracaktı. Ve yine kimse kimseye bir taş atamayacaktı. Türkiye’de taş yağmuruna ancak Türküm deyince maruz kalınıyor. Mahkeme kararıyla “Andımız”ın okunmasının yasaklanması aleyhine karar çıktı. Ama kimse Türküm demeyi savunamadı. Öyle olsaydı okunurdu Andımız. Mahkeme kararına rağmen Türküm demek savunulamadı. Bilakis mahkemenin kararına karşı çıkanlar oldu ve o karşı çıkanlar Andımız’a sonradan eklenen “Ey büyük Atatürk” ile başlayan kısma itiraz etmediler, “Niçin Türküm diyecekmiş çocuklar” diye itiraz ettiler.
Biraz daha geriye gidelim. Bundan üç sene evvel (Hıristiyan Takvimine göre 8 Mart 2016) AKP’li Maliye Bakanı Meclis’te İsmet Özel’in “Amentü” şiirinden bir kısım okuma gafletinde bulundu. Daha doğrusu okuyamadı. Amentü şiirinin kendisi onu okumaya kalkana "Senin bu şiiri okuyacak ehliyetin yok." dedi. O kaydı bulup dinlerseniz okuyamadığını görürsünüz. Şiir sahtelik kaldırmaz. Hem yazan hem okuyan açısından bu böyledir. AKP’li Bakan’ın okuyamadığı kısım şu idi:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiş minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeşim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere:
Tanrı uludur Tanrı uludur
polistir babam
Cumhuriyetin bir kuludur
İsmet Özel'in hem seferberliğe hem de İstiklâl harbine katılan 1315’li (1899) babasından duyduğu bir marş ve arkasından İsmet Özel’in yazdığı mısralar. Bu marş bu şekliyle İstiklal Harbi esnasında söyleniyordu. Ama daha önce hem Balkan savaşları hem Seferberlik zamanında sözlerde ufak değişikliklerle yine söylenmiştir. Hangi savaşta isek “Yunan” yerine "Katil Bulgar" veya "Kafir düşman" şeklinde değişen çeşitli versiyonları vardır.
AKP’li Bakan şiiri Meclis’te okuyamadığı zaman Meclis karışmıştı. Tabii ki bu şiir böyle okunmaz diye değil. Bu Meclis’te “Kafir Yunan” denilemez diye hücum edilmişti. Bakan da tahmin edildiği üzere "Aman yanlış anlamayın ben demiyorum İsmet Özel diyor." mealinde laflar etmişti. Hatta o günkü meclis tutanaklarını okursanız “Kafir Yunan” ifadesinin tutanaklara geçmemesi için çaba gösterilmiş, münakaşalar olmuştur.
İstanbul işgal altındayken İstiklâl Marşı yazıldı ve Meclis’te büyük alkışlarla ve kahir ekseriyetle kabul edildi. Tunalı Hilmi gibi İstiklâl Marşı’na red oyu veren birkaç kişi vardı. Fakat reddedenler arasında Kürdistan mebusları yoktu. Onlar kahir ekseriyete dahildiler. Bu gözden kaçırılır. Biz İstiklâl Marşı Derneği olarak başından beri 1918 şartlarından daha kötü durumdayız diyoruz. Nitekim İstanbul işgal altındayken İstiklâl Marşı’nı kabul etmiş, İstiklâl Harbi’ni vermiş Mecliste “Kafir Yunan” ifadesi şiddetli protestoya uğradı ve bu ifadenin kayıtlara geçmemesine çalışıldı.
Olan biten karşısında kulağımızın üstüne yatmadığımız bilinsin. Ve başından beri dediğimizi de tekrar hatırlatalım: İstiklâl Marşı hangi gayeyle yazıldıysa İstiklâl Marşı Derneği de o gayeyle kuruldu. Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Gökhan Göbel
22 Muharrem 1441 (21 Eylül 2019)
"Virüs" dolayısıyla hiçbir gerçeği bilmiyoruz. Çünkü en büyük sermaye sahibi biz değiliz. Ortada fol yok yumurta yokken en büyük sermaye parasını boşuna genetik, elektronik, kozmik, atomik araştırmalara yatırmadı.
İsmet Özel’in "Evet, İsyan" kitabı Hıristiyan takvimiyle bundan tam 50 yıl önce yayınlandı.
“Salgın” dolayısıyla İtalya’nın başına gelenler ve akıbeti birçok kişinin fakat hassaten batı medeniyetini hasım sayan insanların zihnini kurcaladı, kurcalıyor.
Derneğimizin kuruluşunun 10. ve 11. Sene-i devriyelerinde İstiklâl Marşı’nın ilk okunduğu yer olan Kastamonu ilimizdeki Nasrullah Camii’nde Mevlid-i Şerif İstiklâl Marşı’nı okumuştuk.
Önceki yazımızda İsmet Özel’e adını anarak veya anmayarak “Müslüman oldu biz ona artık şair demeyiz” diyenlerin bu sözlerini tutamadıklarını söylemiştik.
Türk denizi deyince, Orta Asya’da kuruyan bir “iç deniz”den bahsetmiyoruz. Türklere Orta Asya’da bir köken icat edilmesi günü gelince Türkleri oraya postalamak içindir.
İsmet Özel “Tersinden Edebiyat Tarihi”ni yazmaya devam ediyor. Sekizinci Mukaddeme’de “Niçin İtalya, Patagonya der gibi Türkiya denmiyor da, İstinye, fasulye dermiş gibi Türkiye deniyor?” diye sual etti. Ülkemizin adına niçin cumhuriyetten sonra Türkiye dendi? Türkiye Türkçe bir kelime mi?