Akdeniz’den (Batı denizinden) Karadeniz’e (Kuzey denizine) veya tersine Kuzeyden Batıya geçmek için Marmara’yı kat etmek mecburiyeti coğrafya tarafından dayatılmıştır. Marmara denizi üzerine iliştirilmiş bu adı ebediyen taşıyacak mı? Niçin bütün sahilleri Türklerle meskûn bu iç denize Türk Denizi demedik ve halen demek aklımıza gelmiyor? Bu istikamette bir niyete niçin bu kadar yabancıyız?
İsmet Özel
Türk denizi deyince, Orta Asya’da kuruyan bir “iç deniz”den bahsetmiyoruz. Türklere Orta Asya’da bir köken icat edilmesi günü gelince Türkleri oraya postalamak içindir. Orta Asya’da bir iç deniz varmış sonra bu deniz kurumuş, kuraklık sebebiyle de Türkler dünyaya yayılmış! Türkçü Zeki Velidi Togan bir tarihçi olarak Orta Asya’da hiçbir zaman böyle bir Türk denizi olmadığını, Orta Asya’da bir deniz, kuruyan bir iç deniz olmadığını söylediği için ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Hıristiyan takvimine göre 1932’de bu tarih tezi uydurulduğunda Türklerin yaşadığı Türkiye Cumhuriyeti’nin boğazlarda ve Marmara denizinde bir hakimiyet hakkı yoktu. Tarih adına neyin ne maksatla uydurulduğunu da düşünmek lazım.
Biz Türk denizi deyince dünyada eşi benzeri olmayan bir “deniz”den bahsediyoruz. Hem tarih hem de coğrafya derslerinde öğrendiğimiz bir kavram var: İç deniz. Dünyada herkesin bildiği altı tane iç deniz var. Akdeniz, Kızıldeniz, Karadeniz, Azak Denizi, Marmara Denizi ve Baltık Denizi. Bunlardan ilk dördü tarihte uzun bir müddet “Türk gölü” hüviyetine bürünmüştü. Halihazırda yalnızca Marmara Denizi bu vaziyettedir.
İsmet Özel’in beyin kanaması geçirdiği gün birisi, üzerinde Türkler Avrupa yakasından Asya yakasına çekilsin yazan silahıyla Yeni Zelanda’da bir camiye girip önüne gelene ateş etti. Bu o herifin düşüncesi miydi? Batı için “şark meselesi” bundan ibaretti ve hâlâ öyledir. Misak-ı Milli’nin ilanından aylar sonra küfür alemi bize Sevr haritasını dayattı. Sevr’e göre Türklere bırakılan yerin Marmara denizine bir tek kıyısı yoktu. O bölge için İngilizler’in “İstanbul ve Boğazlar Devleti” projesi vardı. Zafer mi hezimet mi olduğu konusunda aklı başında bir tenkide tabi tutulamayan ve beynelmilel sahada Türkiye’nin tapu senedi hükmündeki Lozan’a göre ise Boğazlar için beynelmilel bir komisyon kurulacak ve Türkiye’nin boğazlarda asker bulundurma hakkı olmayacaktı.
Cumhuriyetin ilk on üç yılında Türk boğazları resmen açıktı ve dolayısıyla başta İstanbul olmak üzere bütün Türkeli her türlü saldırıya karşı muhafazasız idi. Boğazların iki yakasında, Çanakkale boğazını tutan İmroz ve Bozcaada’da, Marmara adalarında asker bulunduramıyorduk. Ordu komutanlarının itirazlarına rağmen Lozan’a Türk ordusunun terhis edilerek gidildiği düşünülürse Lozan’ın boğazlar bakımından neticelerini –Misak-ı Milli’deki gibi-anlamlandırmakta bir kolaylık sağlayabiliriz. Dünya kadar noksanına rağmen “Marmara ve boğazlarda” Türk hakimiyetini beynelmilel ölçüde tescilleyen antlaşma Montrö Antlaşması (1936) oldu. O günkü gazetelere de aksettiği gibi Montrö Antlaşması’nın imzalanması Türkiye’de büyük sevinçle karşılanmıştı.
Türk denizi şu anda dünyada hem coğrafi olarak hem de beynelmilel hukuk çerçevesinde benzeri olmayan bir “iç denizdir.” Boğaz veya boğazlarla açık denizlere bağlanan dört tarafı karayla kaplı denizlere iç deniz denir. En büyük iç deniz sayılan Akdeniz de dahil olmak üzere yukarıda saydığımız denizler coğrafi olarak iç deniz kabul edilir. Bu iç denizler arasında bütün kıyıları tek ülkeye, devlete ait bir tek Marmara Denizi vardır. Rusların 18. Asırda ancak tanışabildiği ve onun öncesinde bir “Türk gölü” kabul edilen Karadeniz’e bugün kıyısı olan birçok ülke var. Kızıldeniz’e kıyısı olan hem Asya hem de Afrika kıtasında ülke olup olmadıkları su götürür birçok devlet var. Akdeniz’i saymaya lüzum dahi yok. Konjonktür gereği herkes bu konuyu ajans haberlerinden takip edebiliyor. Baltık ülkeleri diyerek Estonya, Letonya ve Litvanya’yı kast ediyoruz. Fakat haritaya bakıldığı zaman bu ülkelerden başka İsveç’in, Almanya’nın, Finlandiya’nın, Rusya’nın, Polonya’nın da Baltık denizine kıyısı vardır. Bir de Polonya ile Litvanya arasında Rusya ile karadan bir bağı olmayan bir Rus şehri; Kaliningrad vardır. Geriye belki de dünyanın en sığ denizi olan Azak denizi kalıyor. En derin yerinin 15 metre olduğu söylenir. Bu rakam Marmara denizinde 1300 metre civarıdır. Haritaya baktığınız zaman Azak denizi de Rusya ve Ukrayna arasında müşterek bir iç denizdir. Neredeyse bütün kuzey kıyıları Ukrayna’dadır. Yani dünya üzerinde şu anda bütün kıyıları bir devlete ait olan tek bir iç deniz vardır o da Marmara denizi.
"
Yani Marmara denizi esasen Tuz gölü, Van gölü hükmündedir. Fakat gayrimüslim dünya on yıllardır Marmara’yı bir iç deniz olarak kabul etmemekte ısrarlıdır. Beynelmilel sözleşmelerdeki tanımlamalar ve adlandırmalar dolayısıyla bunu halletme peşindeler. Mesela 1958 Cenevre sözleşmesinde iç denizin tanımı yapılırken “bir boğazla açık denize bağlanan” ifadesi Türk tarafınca kabul edilmeyip “boğazlarla” ifadesi teklif edilmiştir. Bugün dünya ölçüsünde Marmara denizinin açık denizlerin bir parçası olduğu tezi kuvvetle savunuluyor. Türkiye’deki bilinç noksanlığı Türkiye’ye “köprü” vazifesi yakıştırarak, kapitalizmin Türk boğazlarına yaptığı geçitleri matah bir şey sayarak bu teze su taşımaktadır. Buna mukabil Marmara denizimizi Türk denizi olarak isimlendirmek hususunda İstiklal Marşı Derneği hariç bir temayül görülmüyor. Güncel meseleler dolayısıyla Akdeniz’in tarihte bir Türk gölü olduğundan bahis açanların aklının ucundan Marmara’ya Türk Denizi demek geçmiyor. Halbuki bugün dünyada Türk denizinin sahip olduğu hususiyetleri taşımayan yerler Japon Denizi, Çin Denizi, Finlandiya Körfezi… şeklinde adlandırılıyor ve bunların hiçbirinin bütün kıyıları aynı devletin sınırları içinde değil.
Türk denizinin altına ve üstüne yapılan geçitlerin Türk hakimiyetinin aleyhinde görülmemesi millet olarak “Marmara ve boğazları”nı Türk boğazları ve Türk denizi şeklinde adlandırmamıza mani oluyor. Milli varlık endişesi, milli hedef, bir Türk geleceği hesap dışı tutulduğu için elimizdeki imkanların farkında bile değiliz. Ruslar bu konuda çok daha bilinçli. Rusya Ukrayna’ya bağlı olan Kırım Muhtar Cumhuriyeti’ni 2014'te ilhak etti. Akabinde Kerç boğazına Avrupa’nın en uzun köprüsünü yaparak, Kerç boğazını bir şekilde hakimiyeti altına aldı. Rusya’ya bitişik ve Azak Denizi’ne kıyısı olan Donetsk Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını temin etti. Ve bütün dünya Rusya’nın bu hamlelerini protesto etti. Niye? Çünkü Türk boğazlarına yapılan bütün geçitleri finanse edenlerin işine Azak denizinin bir “Rus gölü” haline dönüşmesi gelmiyor. Kaldı ki Azak denizi ile Türk denizinin kıymeti ve ehemmiyetinin mukayese kabul etmez olduğunu anlamak için haritaya bakmak kifayet eder.
Gökhan Göbel
26 Cemâziyelevvel 1442 (9 Ocak 2021)
“Salgın” dolayısıyla İtalya’nın başına gelenler ve akıbeti birçok kişinin fakat hassaten batı medeniyetini hasım sayan insanların zihnini kurcaladı, kurcalıyor.
Kozlu'dan Soma'ya yazımızda Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü'nün Kozlu Yürüyüşü’nden bahis açmıştık. İsmet Özel’in Türkiye’deki “sessiz yürüyüşleri” sesli yürüyüşe dönüştürdüğü Kozlu eyleminden kısa bir müddet sonra sol hareket içinde mühim bir yer tutan başka bir hadise de olur: 15 günlük bir siyasî gazete olan Dönüşüm yayınlanır.
"Virüs" dolayısıyla hiçbir gerçeği bilmiyoruz. Çünkü en büyük sermaye sahibi biz değiliz. Ortada fol yok yumurta yokken en büyük sermaye parasını boşuna genetik, elektronik, kozmik, atomik araştırmalara yatırmadı.
Sabahattin Ali 1928’de tahsil için trenle Almanya’ya giderken onu yolcu etmeye gelen Pertev Naili Latin harfleriyle neşredilen ilk gazetelerden birini uzatıp “bunu sakla yüz yıl sonra çok değerli olacak” demiş. Sabahattin Ali de gülerek “tabii harf inkılabı başarılı olursa” diye cevap vermiş.
Geçtiğimiz günlerde AKP’li Meclis Başkanı'nın İsmet Özel’in sözlerini tahrif ederek anması hakkında bir yazı neşretmiş, bir çetele tuttuğumuzu da o yazıda söylemiştik.
ABD seçim sonuçları dolayısıyla pozisyon alanları ve kendine uygun bir pozisyon arayanları fark etmek çok kolaylaştı.
İsmet Özel’in "Evet, İsyan" kitabı Hıristiyan takvimiyle bundan tam 50 yıl önce yayınlandı.
İsmet Özel “Tersinden Edebiyat Tarihi” yazılarına devam ediyor. Biz “Partizanın Amentüsü” serlevhası altında yazdığımız yazılarda olanca gayrete rağmen edebiyatın dışına itilemeyen İsmet Özel’in aleyhindeki faaliyetleri, İsmet Özel düşmanlığını ayan etmeye çalışırken İsmet Özel'in ne yaptığından bahis açmaya pek fırsat bulamıyoruz.