...
İstiklâl Marşı Milliyetçisi
Mehmed Âkif Bey, İstiklâl Marşı’nın ifâde ettiği mânâda bir milliyetçiliğe taraftardır. On kıt’alık İstiklâl Marşı’mız, bir milletin bütün fertlerinin, âdeta bir ağızdan, birbirlerine, bayrağa gelecek nesillere ve Allah’a hitabı, haykırışı ve duâsıdır!... İstiklâl Marşı’nda kaynayıp kükreyen bu milleti anlamaya çalışalım:
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Bu millet, vatanında ki en son fert ölünceye kadar, bayrağını yere düşürmeyecek, esâreti kabul etmeyecektir, Allah’a imân ettiği ve yalnız o’na taptığı için, istiklâli kendine hak bilmektedir.
Bu millet daima hür yaşamıştır ve öyle yaşayacaktır. İmanı çok kavidir. Üzerine zırhdan bir duvarla yürüyen, çılgın düşmanlardan ve onun vahşî «medeniyet»inden korkmamaktadır.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar...
Bu millet, yurduna yapılacak her hücuma, vücudunu siper edecek, Hakk’ın va’dettiği hürriyet dolu günleri inanarak bekleyecektir.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Bu millet, altında binlerce şehid ecdâdının yattığı vatan toprağını, dünyâlardan kıymetli tutar. Bu vatandan ayrılmamak için malını ve canını verir.
Bu millet, canını verdikten sonra bile, son bir dilek olarak Allah’tan mâbedini korumasını ve ezanların yurdu üzerinde devam etmesini isteyecek kadar müslümandır. Ancak bu isteği yerine gelirse rûhu şâd olacaktır.
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli...
Bu millet, yurdunu, ancak istiklâlini sâhib bir müslüman ülke olarak gördükten sonra neş’elenebilir ve şöyle haykırır:
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.
İşte merhum Mehmed Âkif Bey, böyle bir «millet»in «milliyetçisi» idi.
...
M. Ertuğrul Düzdağ - Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar, sayfa 186-187
...
ONBİRİNCİ BÖLÜM
İSTİKLÂL MARŞI İÇİN
AÇILAN MÜSÂBAKA VE ÂKİF
Türkiye Büyük Millet Meclisi, 1920 yılında, o zor ve heyecanlı günlerin mânâsını ve imanlı havasını terennüm ederek, kalblere kuvvet ve heyecan aşılayacak bir millî marş yazdırılmasına karar vermişti. Bu marş istiklâl için çarpışılan o günlerdeki yüksek duyguları gelecek nesillere de duyuracak ve düşmanlarından kurtulup yeniden kurulacak olan devletin «İstiklâl Marşı» olacaktı.
Bunun için 1920 yılı kasım ayının başlarında «Türk şâirlerine» bir çağrıda bulunuldu. «İstiklâl Marşı» için bir müsabaka açıldığı ve birinciliği kazanana beş yüz lira mükâfat verileceği duyuruldu.
Mehmed Âkif merhum bu müsabakaya katılmadı. Bunun sebebinin verileceği bildirilen mükâfat olduğu kendisini tanıyanlarca biliniyordu.
Müsabakaya katılmak için yedi yüzden fazla manzume gönderilmişti. Fakat kendisi de meşhur bir edip olan Maarif Vekili Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey, henüz «herkesi tatmin edebilecek ve o günlerin heyecanını ifade edebilmiş bir şiire rastlamadıklarını» söylüyordu.
Bunun üzerine Mehmed Âkif’in de müsabakaya katılmasını sağlamak için çareler arandı ve Hamdullah Suphi, bir mektup yazarak kazandığı takdirde kendisine para verilmeyeceğini, memleketi böyle tesirli bir «telkin ve teheyyüç vâsıtasından mahrum bırakmamasını» Âkif Bey’den rica etti.
Henüz ne yazacağı bilinmiyorken bile, onun yazacağı marşın bütün ötekilerden çok üstün olacağından herkes emin bulunuyordu. Daha önce yayınlanmış olan ilk beş Safahat ile peyderpey yayınlanmakta olan «Âsım» parçaları, herkeste bu kanaati uyandırmaya fazlasıyla kâfi gelmişti.
Maarif Vekili, Hamdullah Suphi, Mehmed Âkif Bey’e gönderdiği ve onu, millî marşı yazmaya davet ettiği mektupta şöyle diyordu:
«Pek aziz ve muhterem efendim,
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-i üstâdânelerinin matlub şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır. Endişenizin icabettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve teheyyüc vâsıtalarından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetlerimi arz ve tekrar eylerim efendim.»
5 Şubat 1337(1921)
Umûr-i Maârif Vekili
Hamdullah Suphi»
Bu para bana âid değil
Mehmed Âkif Bey'i «İstiklâl Marşı»nı yazmaya iknâ etmek için kendisine verilmeyeceği söylenmiş olan bey yüz lira acaba ne olmuştur?
Bu paranın Âkif Bey tarafından hiç alınmadığı, orduya bağışlandığı, Kızılay’a verildiği, fakirlere dağıtıldığı gibi çeşitli rivâyetler yazılmıştır.
Birinci Büyük Millet Meclisi’nde zabıt kâtibi olan, rahmetli hocamız Mahir İz Bey, hatıralarında bu hususa şöyle temas etmektedir:
«Marşın kabulünden sonra Meclis muhâsebecisi Necmeddin Bey, kanunen müsabakayı kazanana verilecek olan beş yüz lira nakdî mükâfatı getirdi ise de Âkif Bey, «Ben müsabakaya girmedim, bu para bana âid değildir» diye reddetti. Fakat muhâsebecinin: «Kanun metninde mükâfatın kazanana verileceği yazılıdır. Sizin marşınız kabul edilmiştir, bu para sizindir; Meclis kasasında kalamaz. Siz usûlen tesellüm edin, sonra istediğinizi yaparsınız.» diye ısrar etmesi üzerine Âkif Bey parayı alıp... (Yılların İzi, İst. 1975 s. 129).
Para nereye verildi?
Millet Meclisi’nin «İstikâl Marşı»nı resmen kabûlü 12 Mart tarihli toplantısında kararlaşmıştı. Bu tarihten sonra ilk yayınlanan nüshasındaki bir yazı ile Sebilürreşad dergisi bu meseleye açıklık getirmektedir.
21 Mart 1337 (1921) tarihini taşıyan bu nüshada çıkan ve «İstiklâl Marşı» başlığını taşıyan yazıyı tarihî bir vesika olarak aşağıya aynen alıyoruz:
«Maarif Vekâletince müsâbakaya konulan (İstiklâl Marşı) için dâhilde ve hâriçte bütün şâirlerimize ilân sûretiyle müracaat edilmişti. Müsâbakada birinciliği ihrâz edecek zâta (500) lira mükâfât-ı nakdiye verilmesi de tekarrür etmişti.
Marşın mükâfat ile yazılmasına öteden beri tarafdar olmayan başmuharririmiz İslâm şâir-i muhteremi Mehmed Âkif Beyefendi hazretleri kendisine vuku bulan müracaatlara karşı bu endîşe-i hamiyetini izhâr etmiş ve nihâyet bu cihet o necîb arzûsuna muvâfık bir sûrette halledilmek şartıyla 468 numaralı nüshamızda münderiç marşı yazmış ve Vekâlet-i müşârünileyhâya takdim eylemişti.
Milletimizin ve bütün İslâm âleminin giriştiği istiklâl mücadelesini pek beliğ ve canlı bir sûrette tasvîr ve terennüm eden muhterem üstâdımız Mehmed Âkif Beyefendi’nin mezkûr marşı, diğer marşlarla birlikte Büyük Millet Meclisi’nin geçenki müzâkeresinde mevzû-i bahs olarak, ittifâka yakın bir ekseriyet-i azîme ile ve pek sürekli alkışlarla kabul edilmiş ve ba’del-kabul Maarif vekil-i muhteremi Hamdullah Suphi Beyefendi tarafından Meclis kürsüsünde okunarak Meclis yine büyük bir takdir ve alkış tufanlarıyla dolmuştur.
İstiklâl Marşı için muhassas (500) lira Mehmed Âkif Beyefendi tarafından fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir ma’îşet temin etmek emel-i hayrperveriyle teşekkül etmek üzere olan (Dâru’l-Mesâî)ye teberru olunmuştur. Öteden beri hayatını içtimâî, dînî tekemmülâtımıza hasr ile bu vâdide millete lâyemût ve pek kıymetli şiirler, eserler ihdâ eylemiş olan müsârünileyh hakkında Büyük Millet Meclisi’nin gösterdiği takdîrât-ı kadir - şinâsâneye teşekkürler eder ve ayn-i ilâhî ile yakında tam bir halâs ve istiklâl zamanlarının hulûlünü temenni eyleriz.»
İstiklâl Marşı’mız para ile yazılmamıştır.
Sebilürreşad'ın bu yazısından, merhum Âkif Bey’in, parayı alarak, adı geçen Dârü’l-Mesâî’ye verdiği anlaşılmaktadır.
1921 yılının beş yüz lirasının bügünkü değerlerle ne tutacağını hesap etmek, zamanımızın «iktisad çağını» yaşayan vatandaşı için herhalde pek zor bir şey değildir.
Fakat çok şükür ki böyle bir «çağ»dan haberdar olmayan Âkifimiz, cebinde parası, Ankara kışında paltosu yokken, yüksek ahlâkının gereği olarak bu parayı almamış ve mübârek «İstiklâl Marşımızı» parayla yazılmış bir şiir olmaktan kurtarmıştır.
Hasan Basri Çantay, Âkif Bey’in bu her zamanki hâlini şöyle anlatıyor:
«Üstad bütün hayatını fakr u zarûret içinde geçirdi. Böyleyken hâlinden şikâyet ettiğini ne ben, ne de diğer yakınları hiç duymadık.
Bununla beraber kendisi gâyet cömert idi. Kesesinde kaç kuruşu varsa isteyene ve istemeyene dağıtırdı.» (Âkifname, s. 33)
Bu ifadedeki «istemeyene» sözünün tesâdüfen söylenmemiş olduğuna dikkatleri çekmekle yetineceğiz.
Palto alsaydın!
O günlerde de Mehmed Âkif Bey’in bu hareketinin mânasını anlayamayanların hiç de az olmadığı anlaşılmaktadır:
«İstiklâl Marşı için tahsis edilen beş yüz lira mükâfatı Üstad'ın kabul etmemesi o zaman çok kimselerce tuhaf görülmüştü. Bahusus o sırada sıkıntısı da vardı. Bu ikramiyeden bahsedenlere de çok kızardı.
«Baytar Şefik (Kolaylı) de bir gün bu sebeple Üstad'dan fena bir azar yedi.
«Üstad Ankara'da ceketle gezerdi. Paltosu yoktu. Pek soğuk günlerde Şefik'in muşambasını ödünç alarak giyerdi. Bir gün Şefik:
«Âkif Bey, şu mükâfatı reddetmeyip de bir muşamba yahut bir paltı alsaydın daha iyi olmaz mıydı?»
«Diyecek oldu. Hiddetinden ne hallere geldiğini görmeliydiniz. Böyle söylediği için tamam iki ay Şefik'le konuşmadı.» (Eşref Edip Fergan, Mehmed Âkif, s. 83, 1933)
Bir daha yazılamaz!
Acaba Mehmed Âkif Bey «İstiklâl Marşı» hakkında ne düşünüyordu? Bunu da tespit etmeye çalışmalıyız:
«İstiklâl Marşı denince Üstad'ın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, ve anlatmaya başladı:
«İstiklâl Marşı... O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir fecâyi karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halâs dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hâtırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.» (Aynı eser, s. 88)
ONİKİNCİ BÖLÜM
İSTİKLÂL MARŞI İÇİN
BİR AÇIKLAMA DENEMESİ
İstiklâl Marşı’mız, bizim âdetâ tarihimizdir. Geleceğimizin bir aynası ve bütün milletimizin iman ve ahlâkta son gâyesi olan temel esasların bir özüdür.
Büyük Âkif, milletinin rûhunu okumuş ve onu sanki taşa kazırcasına yazarak, bir anıt gibi gözler önüne dikmiştir.
Türk milletinin, geçmişte olduğu gibi, geleceğindeki inanç ve hareket programı da bu marş ile değişmez şekilde tespit edilmiştir.
Bu açıklama muhakkak ki çok daha güzel olabilir ve olmalıdır. Her kelimenin yerine daha uygunu ve her cümlenin yerine daha düzgünü bulunabilir. Bizler, hepimiz «İstiklâl Marşı çocukları»yız. Bütün kardeşlerimin bu çalışmamızı bir «müsvedde» kabul ederek onu tashih edip tamamlamalarını diliyorum.
İSTİKLÂL MARŞI
—Kahraman Ordumuza—
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Ey milletim! Üzülme, endişe etme, meraklanma... Göklerimizde şafaklar içinde dalgalanan al bayrağımız, yerinden inmeyecek ve milletimiz esir düşmeyecektir. En son yurttaşımız ölünceye kadar bayrağımızı yukarıda tutmaya ve istiklâlimiz için savaşmaya devam edeceğiz. Bayrağımız, milletimizin şeref ve saadetinin yıldızıdır... Benim milletim her zaman o şeref ve yücelik içinde yaşayacak ve yalnız bizim olan bu bayrak, daima göklerimizde parlayacaktır.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl,
Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl.
Ey hilâl kaşlı güzel bayrağım! Sana kurban olayım, ne olur bana darılma... Neden bize böyle kızmış gibi, azarlar gibi bakıyorsun?... Seni gökten indirmelerine izin vereceğiz, seni düşman ellerine bırakacağız mı sandın?... Hayır! Benim kahraman milletim; senin sevgine ve güler yüzüne lâyıktır. Bu millet, hür yaşamak ve seni hür yaşatmak için çok kan döktü ve şu anda dökmektedir. Bize kaş çatar, senin için yaptığımız fedakârlıkları takdir etmezsen; dökülen kanlarımız sana helâl olmaz. Benim milletim, Allah’a inanır, ondan başkasını Tanrı tanımaz. Böyle inanan ve hürriyeti için kan döken millet, elbette istiklâline kavuşacaktır.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.
Ben, yaratıldığı günden beri hür yaşamış bir milletim. Başka bir milletin beni esir edeceğini hayal edebilmesi için, ancak aklını kaçırmış olması gerekir. Çünkü ben, şimdiye kadar hiç esir olmadım... İstikâlimi elimden almaya kalkışan olursa, kükremiş bir sel gibi coşarım. Etrafımı çevirmek isteyen setleri yıkar, aşarım. Beni dağlarla çevirmek isteseler, dağları yırtarım. Enginlere hapsetmeye kalksalar, sığmam, taşarım. Ben sarılmaya, çevrilmeye, hapsedilmeye, sınırlanmaya dayanamam. Yaşarsam, hür yaşarım!...
Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
«Medeniyet!» dediğin tek dişi kalmış canavar!
Batı orduları çelikten bir duvar gibi, tankları ve topları ile üzerimize yürüyorlarsa, ne olmuş! Böyle şeyler bizi korkutmaz. Ben onların karşısına hepsinden üstün bir silâh ile çıkıyorum: Bu silâh benim imân dolu göğsümdür! Onların gürültüleri, homurtuları, ulumaları seni ürkütmesin! Medeniyet maskesi altında zayıfları ezen, insanları öldüren, sömüren bu canavar, böyle gerçek ve kuvvetli bir imânın sahiplerini mağlûp edemez!..
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yarından da yakın.
Arkadaş! Alçakların yurdumuza girmesine sakın izin verme! Onların vahşî hücumlarına karşı dur! Onlarla ölünceye kadar savaş... Böyle yaparsan Allah sana çok yakın zamanda zafer nasip edecektir. Çünkü Allah, sabreden ve korkmadan savaşan mü’minlere zafer vereceğini Kur’an’da va’d etmektedir.
Bastığın yerleri «toprak!» diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Şu üzerinde yaşadığın vatan, bu topraklar, öyle önem verilmeden basılıp geçilecek yerler değildir. Bu toprakların altında, onun yolunda can vermiş yatan binlerce şehid var. Onları unutma!.. Sen de o şehidlerden birinin oğlusun. Vatanına gereken değeri vermez, onu korumazsan; şehid atalarını üzersin. Bu cennet vatanı, her ne pahasına olursa olsun korumalı, onu hiçbir şeyle değişmemelisin.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Ben de neler söylemekteyim? İçimizde bu cennet vatan uğruna canını feda etmeyecek kim var?... Öyle bir kişi bile yok! Şimdiye kadar bu güzel vatan uğruna o kadar yiğit canını seve seve verdi ki, toprağı sıksan, sanki bu şehitlerin kanı damlayacak gibidir... Allah bizi sevgili vatanımızdan ayırmasın!... Canımızı verebilir, sevdiklerimizin acısına katlanabilir, her şeyimizi kaybedebiliriz; fakat vatan mahrumluğuna dayanamayız.
Rûhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli;
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
Bu ezanlar —ki şehadetleri dinin temeli—
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
Yârabbi! Senin yolunda bu vatan için ölen şehitlerin ruhları, yüce katından, sadece şunu diliyorlar: Vatanıma düşmanlar girmesin, camilerime yabancılar el sürmesin ve şehâdetleri benim dinimin temeli olan ezanlar, yurdumun üzerinde sonsuza kadar okunmaya devam etsin!... Vatanım ve milletim kıyamete kadar hür ve Müslüman olarak yaşasın...
O zaman vecd ile bin secde eder - varsa - taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım!
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki, başım.
Yârabbi! Bu dileklerim olur, vatanım hür ve milletim mü’min yaşamaya devam ederse... İşte o zaman, öldüğüme sevinirim ve eğer varsa, mezar taşım da coşkunluklar içinde secdeye kapanır. Sevinç gözyaşlarım, savaşta aldığım yaralardan boşanır ve cisimsiz bir ruh gibi, cesedim göğe yükselerek, sevinçli başım göğün en yüce katına erişir.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.
Ey şanlı bayrağım! İşte kahraman milletim canını verdi, dinini, vatanını ve istiklâlini kurtardı ve işte seni göklerden indirtmedi... İşte düşman vatanımıza giremedi ve işte ezanlar yurdumun her yerinde okunmaktadır!... O halde, sen de artık şafaklar gibi al renginle, göklerimizde hür ve mes'ud olarak dalgalan!... Artık dökülen kanlarımız sana helâl olsun! Sana ve milletime artık esirlik ve ölüm yok!... Daima hür yaşamış olan bayrağıma hür olmak ve Allah’a tapan, haktan ayrılmayan milletim için istiklâl, artık hiç vazgeçilmeyecek, ebedî bir haktır.
...
M. Ertuğrul Düzdağ - Mehmed Akif Hakkında Araştırmalar, sayfa 230-236
(Rubabı Şikeste) müellefini, cihan harbi içinde kaybetmiştik..
Fikret’in ölümü, birçok münevverlerle perestişkârlarını derin ve sonsuz bir keder içinde bırakmıştı. Bu derin ve sonsuz keder içinde, onu ihmal eden devrin hükûmetine karşı dudaklarda iğbirarın korkak fısıldayışlarile ifşa edildiğini hatırlarım. Yahud, harb yıllarının sıkıntılı şartları içinde hükûmete küsmüş olanlar, bir hak kazanmış gibi bu noktada birleşmiş oluyorlardı…
Milli Türk Talebe Birliği, ayrıca, aradan on yıl geçmiş olmasına rağmen, İstiklal Marşı’nın doğru dürüst söylenemediğini göz önünde tutarak, gençlerin toplu halde
P.T.T. Genel Müdürlüğü tarafından şâir Mehmet Âkif Ersoy'un ölümünün 20 nci yılı münasebetiyle bugünden itibaren 30 kuruşluk bir seri pul çıkarılmış bulunmaktadır. Üç ayrı renkte olan bu pulların herbirinin üzerinde İstiklâl Marşımızın birer mısraı bulunmaktadır.
Zindeliğin en üstün derecesinde bulunan Türkiyede Türk milletinin maneviyatının mümessili olan marş...
"Bir politika Atatürkçü olmak için neye layik olmalıdır?" sorusundayız.
Fertlerin ve milletlerin hayatı, maddi şartlardan ziyade inandıkları kıymetlere bağlıdır. Daha başlangıçta yenileceğine inanan bir insan veya ordu, savaşa girmeden mağlup olmuş demektir.