(...)
İstiklâl Savaşı’na ilk günlerden itibaren gönüllü olarak katılan Mehmet Âkif, Sebil-ür Reşad’ı Ankara’da çıkartmaya başladı. Kendisi de Burdur Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Oturması için kendisine Taceddin Dergâhı tahsis edildi. İstiklâl Marşı’nı bu sıralarda Taceddin Dergâhı’nda yazdı.
Bir millî marş yazdırma ihtiyacı ortaya çıkınca, marşı yazana 500 lira ödül verilmesi de kararlaştırılmıştı. Bu marşı ordu yazdırmak istiyordu. Mehmet Âkif, “Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini” düşünerek bu yarışmaya katılmak istemedi. Önce marş yazmak için bir çalışma da yapmadı. Fakat yazılarak Meclis’e gönderilen şiirler de istendiği gibi değildi. O zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, Mehmet Âkif’e bir mektup yazdı. Bu mektupta “Memleketin böyle bir marştan mahrum bırakılmaması” isteniyordu. Kendisine bir para ödenmesinin söz konusu edilmeyeceği de belirtiliyordu. Bunun üzerine Mehmet Âkif, “Memleketimin ihtiyacı olan marşı yazmalıyım” diye karar verdi. Bu sırada Hamdullah Suphi Tanrıöver de kendisini ziyaret etti.
“Kahraman Ordumuza” ithaf ettiği şiiri 17 Şubat 1921 günü tamamladı. Bu şiir, bir kaç gün içinde bir çok gazetede yayınlandı.
1 Mart 1921 günü Maarif Vekili Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından Meclis’te üç defa okundu. Türk Milletinin İstiklâl Marşı olarak kabul edildi. Bu marş, bir İstiklâl Savaşı yapan Türk Milleti’ne yakışacak kadar güzeldi. Şair, bu marşın mısralarında, Türklüğüyle ve Türk ırkı ile iftihar ediyor.
Milletine:
“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.”
Bayrağına,
“Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl”
Diyordu.
Şiirin ilk defa Meclis’te okunduğu gün, Mehmet Âkif başını kolları arasına alarak sıranın üzerine kapandı..
12 Mart 1921 Cumartesi günü yapılan görüşmeler sonunda Mehmet Âkif’in yazdığı İstiklâl Marşı Millî Marş olarak kabul edildi. Meclis’te tekrar okunduğu sırada heyecanından salondan dışarı çıktı.
İstiklâl Marşı isimli şiiri Millî Marş olarak kabul edildikten sonra sıra 500 Lira ödülü almaya gelmişti. Mehmet Âkif, böyle bir ödül için şiir yazmamıştı. Onu Orduya ithaf etmişti. Fakat, orduyu gücendirmek de doğru değildi. Esasen kendisi dünya malına itibar da etmezdi. Yağmurlu havalarda giyecek bir yağmurluğu bile yoktu. Meclise giderken yağmurlu günlerde arkadaşının paltosunu giyerdi. Buna rağmen bu günkü değeri ile 25 milyon liradan fazla olan parayı “Dar’ül Mesai’ye” armağan etti.
(...)
Hastalığı sırasında kendisini ziyaret eden arkadaşları ile eski günleri konuşuyordu. Bir defasında, şöyle dedi:
“– İstiklâl Marşı… O günler, ne samimi ne heyecanlı günlerdi. O şiir milletin o günkü heyecanının ifadesidir. Binbir facia karşısında bunalan ruhların, ıztıraplar içinde kurtuluş dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin bir hatırasıdır. O şiir, bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O milletin malıdır. Benim, millete karşı en kıymetli hediyem budur.”
Bir başka gün de şaire şöyle sordular:
“– Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?
Yorgun ve hasta yatan Mehmet Âkif, başını kaldırdı ve sert bir cevap verdi:
– Allah, bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırtmasın.
Büyük zafer kazanıldıktan sonra, dostları sormuştu:
“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk’ın,
Belki yarın, belki yarından da yakın” mısraları bir kehanet mi? Bu kadar nasıl inandın?
– Başımızdaki adam... Kim görse, zaferin doğacağına inanırdı. Cevabını vermiştir.
(...)
Cenazesine Türk gençliği ve büyük bir kalabalık toplandı. Tabutuna, adına İstiklâl Marşı'nı yazdığı Türk bayrağını sardılar. Tabutunu, mezarlığa kadar gençler eller üzerinde götürdü. Kur'an sesleri arasında gömüldü. Daha sonra gençler bir ağızdan İstiklâl Marşı'nı okudular.
(...)
Nusret Karanlıktagezer, İstiklâl Marşı ve Mehmet Âkif Ersoy,
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü, 1986, s. 26-30.
Ama ne yazık! Ne de olsa gerçek bir Doğu'lu sayılmam. Düşüncelerim uyumamı önlüyor. Bir yığın insanı, zehirli gaz saldırısından sonra çalıştığım hastaneye getirildikleri günlerden beri, hiç bu kadar şiddetli öksürükler korosu dinlememiştim.
Millî marş
Marş için bir edebiyat dehasının değil, İstiklal fırtınasının uğultusunu can kulağı ile duymuş birinin haykırışı kâfidir.
Antakya 9 (A. A.) - Hatay millet meclisi dünkü toplantısında Halep ve Lazkiye hudutlarında Suriye memurları tarafından bazı Hatay köyleri üzerine yapılan tazyika nihayet verilmesi için hükûmetin teşebbüslerde bulunması
Lozan Sulhünün Yıl Dönümünün Tes’idi
Dün Lozan sulhünün yıldönümü darülfünun konferans salonunda büyük merasimle tesit edilmiştir.
Nazım Hikmet: "Bizim İstiklâl Marşında aksayan bir taraf var"
Mehmed Akif ve Nurullah Ataç..
Nurullah Ataç’ın hatası, “Mehmed Akif” i henüz yeni tanımağa çalışmış olmakla başlıyor.
İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİ MEHMED AKİF HAKKINDA -2-
Dünkü söz mecramıza girelim: Tenkid; bir mevzuun ayıb ve kusurlarını sayıp dökmek değildir, demiştik.
İşte Akifin -sözün zıddını murad etmek yolu ile- bize, pek edibane olarak, anlattığı gibi tenkid; göze kestirdiğimiz bir hedefe karşı doludizgin hücum etmek ve hasmımızın faziletlerini, bir yıldırım şuaile eritip mahveylemek mânasına gelmez.
Ben İstiklâl Marşı’nı anlatırken, o devrin, dine diyânete, millete milliyete, ahlâka âdâba aykırı düşen durumlarını ve dolayısıyla çocuklara verilmesi gereken din diyânet, millet milliyet terbiyesini İstiklâl Marşı içinde işleyerek verirdim. O devrin müfredatı bu değerleri vermeye müsait değildi!


