Yaşar Çağbayır - İstiklâl Marşı'nın Tahlili

(...)

9 Eylül 1920 günü, ortalık ağarırken ilerleyen süvarilerimiz, yükselen güneşin tatlı ışığı altında İzmir’i bir tablo gibi gördüler. 2. Süvari Tümeni, Alsancak ve Kordon’dan yıldırım gibi geçerek Konak Meydanına geldi. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişleri çok heybetli oldu. Dört nala koşan atların etrafa kıvılcımlar saçan nal sesleri dünyadaki süvari zaferinin son teranesi oldu. Öncü Alayı, İzmir rıhtımından geçerken, parke taşlarının çıkardığı nal sesleri hafif dalga seslerine karışıyor, bir zafer marşı gibi nağmeleniyordu. Süvarilerimiz çiçek yağmuru altında kaldılar. Atılan çiçekler de süvarilerimizin başlarına konuyor, onlara zafer tacı oluyordu. Bu hâl heyecan artırıyor, yürüyüşteki sürat git gide artıyor, bir oluktan akan su gibi, süvariler Hükümete doğru akmağa başlıyordu. İleride anlatılacağı gibi İstiklâl Marşı’nın bestesinde Zeki Üngör’e ilham kaynağı olan olay işte bu olaydır, süvarilerimizin İzmir rıhtımındaki muhteşem ilerleyişidir. O ilerleyiş Türk Milletinin 1211 gündür beklediği andır, beklediği gündür. Beklediği zaferdir, Hakk’ın vadettiği gün, “Belki yarın, belki yarından da yakın”  diye beklediği zaferdir.

(...)

Yaşar Çağbayır, İstiklâl Marşı'nın Tahlili,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Mayıs 2015, Ankara, s. 160-161.

 

 

(...)

Ankara’da TBMM toplanıncaya kadar Avrupa devletleri örneğinde bir millî marşımız yoktu. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin toplandığı sıralarda Anadolu düşman işgali altında inliyor, işgal sahaları içlere doğru yayılıyordu. Yukarıda açıklandığı gibi millet gerek ferden, gerekse birlikler oluşturarak düşmana karşı koymaya çalışıyordu. İstanbul ve devlet merkezi düşman elinde bulunuyor, düşmanlar Anadolu’da başlatılan millî kurtuluş hareketine olanca gücüyle karşı koyuyor; bir takım kişileri kandırarak veya zorlayarak bu direnişi kırmaya çalışıyordu. Aydınlar ve halk ne kadar düşmana dirense de İngilizlerin entrikaları ile birtakım kimseleri kandırıp millî direniş karşıtı hâle getiriyorlardı. Bu arada Birinci İcra Vekilleri Heyeti (Hükümet) kurulmuş; Başkanlığa Mustafa Kemal, Millî Savunma Bakanlığına Fevzi (Çakmak) Paşa, Genel Kurmay Başkanlığına İsmet (İnönü) Paşa, Millî Eğitim Bakanlığına da Dr. Rıza Nur getirilmişlerdi. Anadolu’daki bozguncu faaliyetleri önlemek, düşmana karşı Anadolu’nun kurtarılmasının lüzumunu anlatmak için de irşat encümenin (halkı aydınlatma kurulu) üyeleri TBMM tarafından seçilmiş ve bunlar Anadolu’ya dağılmışlardı. Sadece halkın değil bizzat ordunun içine de giriyor, hatta cephede ön saflara kadar giderek askerin moralini yükseltmeye gayret ediyorlardı. Bu arada bu irşat heyetinden bir grup Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa ile görüşerek askerin millî ve manevi gücünü yükseltecek bir vatan yahut istiklâl marşının yazılıp bestelenmesini rica etmişlerdir.

(...)

O zamanlar Orta Öğretim Genel Müdürü olan Kâzım Nami (Duru), bir genelge kaleme almış ve bu genelgede ülkenin içinde bulunduğu acıklı durumu belirttikten sonra (özetle): Türk Devleti’nin ebediyen yaşayacağını, Anadolu’da verilmekte olan millî mücadelenin ruhunu, Türk milletinin istiklâl aşkını dile getirecek bir millî marş  güftesinin yazılması için yarışma açıldığını, seçilen eserin besteleneceğini, yarışmaya katılacak güftelerin 21 Aralık 1920 tarihine kadar Millî Eğitim Bakanlığı (Ankara)’na gönderilmesini, gizliliğe uyulması için yarışmaya katılan şairlerin ayrı bir zarfa adını ve adreslerini yazarak birlikte göndermelerini, seçilen esere beş yüz lira mükâfat verileceğini” ifade etmişti. Bu genelge Millî Eğitim Bakanı Rıza Nur imzasıyla 18 Eylül 1920 tarihinde vilâyetlere gönderildi. Ayrıca genelgenin bir sureti de Hakimiyet-i Millîye Gazetesinde yayınlandı. Bu arada Mecliste gelen şiirleri inceleyecek ve seçimi yapacak olan  bir jüri kuruldu. Tanınan süre içinde yurdun her yerinden güfteler gönderilmiş, bunların toplam sayısı ise 724 adet olmuştu. Bu arada Millî Eğitim Bakanı değişmiş, Rıza Nur, Türk-Rus görüşmeleri için delege olarak görevlendirildiğinden Bakanlığı bırakmış, yerine 16 Aralık 1920’de Hamdullah Suphi(Tanrıöver) Millî Eğitim Bakanı olmuştu. Gelen 724 şiir incelenmiş millî marş olabilecek nitelikte görülmemiştir. Bunun üzerine Hamdullah Suphi (Tanrıöver) o güne kadar pek çok hamasî şiir yazmış, aynı zamanda irşat heyeti ile gittiği yerlerde yaptığı konuşma ve vaazları ile halkı gayet güzel aydınlatan; onları millî dava etrafında toplayan; coşturan, manevî ruh aşılayan Mehmet Akif (Ersoy) Beye müracaat etti.

(...)

Yaşar Çağbayır, İstiklâl Marşı'nın Tahlili,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Mayıs 2015, Ankara, s. 208-209.

 

 

(...)

1922 Mayısında sürenin bitmesi ile katılan besteci sayısının ise otuz kadar olduğu görülür. Bunların çoğu müzik öğretmeni, bir kısmı tanınmış bestekâr olup bir kaç tane milletvekili ve askerî şahıs vardır.

(...)

Yaşar Çağbayır, İstiklâl Marşı'nın Tahlili,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Mayıs 2015, Ankara, s. 283.

 

 

(...)

Yukarıda belirtildiği gibi Millî Eğitim Bakanlığının kadrosunun dar olması sebebiyle yeni Eğitim Bakanı Karesi (Balıkesir) Milletvekili  Vehbi (Bolak) Bey, Paris Müzik Akademisine gönderilmesini kararlaştırır. Telif ve Tercüme  Kuruluna, Paris’e  gidecek eserlerin belirlenmesi için yazı yazar. Bunun duyulması üzerine milletvekillerinden  ve özellikle Doğu Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir  Paşa’dan büyük tepki  gelir. Bakanlık bunun üzerine Paris’e göndermekten vazgeçer.

(...)

Yaşar Çağbayır, İstiklâl Marşı'nın Tahlili,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Mayıs 2015, Ankara, s. 284.

 

 

(...)

Bu hava içinde o yıl da geçti. Büyük Zafer kazanıldıktan sonra bu işin için  kesin olarak bir sonuca bağlanması gerektiği kararlaştırıldı. Ve Bakanlık, 12 Şubat 1923 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü’ne bu besteleri göndererek Musiki Encümeni Başkanı Ziya Paşa’nın  başkanlığında kurulacak bir komisyonda İstiklâl Marşı bestesinin seçilmesini bir yazı ile istedi. 12 Temmuz 1923 günü, bu komisyon Şark Musikisi Başkanı Ali Rifat (Çağatay) Bey’in bestesini seçti ve Bakanlığa bir yazı ile bildirdi. Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı, bu besteyi bastırarak okullara ve diğer bakanlıklara tamim etti. Bu besteye oldukça itiraz oldu. En başta, İzmir Müzik Öğretmeni M. Zâti Arca itiraz etti. 27 Temmuz 1923 günü İzmir’e gelmiş bulunan Mustafa Kemal’i Lâtife Hanım’ın Göztepe’deki evinde ziyaret ederek beraberindeki Darülbedâyi sanatkârları ile birlikte bir muhtıra verdi. Bu muhtırada, Ali Rifat Çağatay’ın bestesinin iptalini ve eserlerin Viyana Konservatuvarına gönderilmesini talep etti. Mustafa Kemal Ankara’ya döndükten sonra, bestelerin yeniden bir komisyona incelettirmesini istedi. 

Bu sıralarda İstanbul Muzıkâyı Hümâyûn Şefi Osman Zeki (Üngör) 11 Mart 1924’te Ankara’da bir konser vermiş ve bu konserde kendi bestesi olan İstiklâl Marşını da çalmıştı. Atatürk ve eşi Lâtife Hanım bu besteyi çok beğenmişlerdi. 1930 yılından sonra da Ankara musiki Muallim Mektebini kuran Osman Zeki Bey’in bestesi, Türkiye Cumhuriyetinin Milli Marşı olarak kabul edildi.

(...)

Yaşar Çağbayır, İstiklâl Marşı'nın Tahlili,

Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Mayıs 2015, Ankara, s. 285.

 

Eşref Edib: "İstiklâl Marşı değişir mi?"

Bir yazıcının değiştirmeğe çalıştığı ve ta'an ettiği istiklâl marşımız ve Mehmet Akif hakkında memleket münevverlerinin fikirleri

Ankara’nın yıldönümü

Her gözde bu yaşın buğusu arkasından dirilen ve güneşe ulaşan ümit inancının mısraı da...

Mehmet Âkifte ölüm duygusu…

“Nazlı Hilâl”in artık kaşlarını çatmadığı, bayrağın ufuklarda şafaklar gibi dalgalandığı, Hakka tapan milletin istiklâl hakkını bütün dünyanın tanıdığı, bir milletin bir vatana döktüğü ve dökeceği kanları helâl ettiği, hür yaşamış bir ırkın hür yaşamak andını tekrarladığı şu günlerde ölmeyecek bir ölüyü, başta gençler olmak üzere, milletçe anıyoruz.

Mehmed Akif ve Nurullah Ataç..

Nurullah Ataç’ın hatası, “Mehmed Akif” i henüz yeni tanımağa çalışmış olmakla başlıyor.

Günün düşünceleri...

Günün düşünceleri

Öz anası olanlara :

-Senin anan budur!

diye bir başka kadını;

Babası olanlara :

-Senin öz baban bu adamdır!

diyerek yabancı bir erkeği tanıtmağa uğraşan zavallı, gülünçtür de kendi öz inanı, kendi öz ülküsü, kendi öz rejimi ve kendi reyiyle başa geçmiş şefi bulunan bir millete yabancı bir inan, yad bir ülkü, özge bir rejim sunarak :

İstiklâl Marşı'nın güftesini de bestesini de Anadolu köylüsüne bırakalım

Bundan birkaç sene evvel, Mehmet Âkif Bey’in vatanperverâne bir şiiri Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti. Bu şiirin güzelliği ve bedi’î kıymeti hakkında söz söylemeğe lüzum görmeyiz. Mehmet Âkif Bey’in manzumesi cidden yüksek bir sânihanın eseridir ve bu eser, Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa olarak Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey tarafından inşad edilmek gibi bir hüsn-i talihe de mazhar olmuştur.