İSTİKLÂL MARŞI'NIN 40. YILDÖNÜMÜ
Millî marşımız bundan tam kırk yıl önce, 25 Mart, 1921 (12 Mart 1337) tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce resmen kabul edilmişti. Bu yıldönümü vesilesiyle eşsiz eserin ve büyük yaratıcısının yurt ölçüsünde saygıyla anılması gerekirdi. Fakat şu ana kadar herhangi bir teşebbüsün mevcudiyetini duymuş değiliz. Halbuki Maarif Bakanlığı gençlik teşekkülleri ve kültür derneklerinden, büyük vatan şairinin hatırasını taziz etmeleri beklenirdi. Bu husus, bu satırların yazarı tarafından birkaç ay önce bir haftalık dergide belirtilmiş ve ilgililerin dikkati çekilmişti. Ne yazık ki, ihmal edildi. 27 Aralık millî şairimizin ölümünün 25. yıldönümüdür. Hiç olmazsa o zaman, rahmetlinin şanına lâyık anma törenleri tertip edip ihmâlimizi telâfiye çalışalım. Millî değerleri bilmek, geçmiş büyükleri tanımak ve onların hatıralarını taziz etmek bir vazifedir. Genç nesillerin iyi yetişmesi, millet hayatında yeni değerlerin ortaya çıkması, millî duygu ve şuurun ayakta tutulması ancak bu vazifenin yerine getirilmesiyle mümkündür.
Millet hayatındaki büyük hâdiseler, çalkantılar sanatkârları da seferber eder. Ölüm - kalım mücadelelerinde bazen engin duygulu bir şairin bir ordu kadar hizmet ettiği görülmüştür. İşte Mehmed Âkif, böyle bir ordu - şair'dir. Dev sanatkârlar, millî şairler peygamberlere, velilere benzerler; hakikat müjdeleyen ve iman veren kişilerdir. Âkif böyle bir veli-sanatkâr ve kelimenin tam mânasiyle bir millî şairdir. İstiklâl Savaşı’nın en çetin günlerinde ruhlara
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakkın,
Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın...
mısralariyle ümit ve kuvvet veren O'dur. Rahmetli muharrir Abidin Daver'in Akif'in ölümü dolayısiyle yazdığı şu satırlar isabetli bir teşhistir: «İstiklâl Marşı, İstikIâl Harbi'nin manevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu. O zaman millî mücadelenin mutlaka zaferle neticeleneceğine inanmış olanlar, yani sağlam iman sahipleri bile İstiklâl Marşı'ndan yeni manevî kuvvet almışlardı. Şair Mehmet Âkif, yürekleri çelikleştiren İstiklâl Marşı'nı yaratmak suretiyle İstiklâl Harbi'nin manevî cephesinde dönüşen kahramanlardan biri olmuştur» (Cumhuriyet, 29 Kânunuevvel 1936).
Âkif’in Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü gerçekten büyüktür. O, millî mücadeleye daha başlangıçta katılmıştır. İlk Millet Meclisi'nde Burdur Mebusu olan şair, muhtelif vilâyetleri dolaşarak halkı irşad etmiş, karanlık gönüllere ışık tutmuş, ruhlara ümit, heyecan ve kuvvet aşılamıştır. İstanbul'da birtakım münevverler ve gazeteciler Amerikan mandasını, Anadolu'da müstakil Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasını isterlerken O, Kastamonu'da Nasrullah Cami'inde 5 İkinciteşrin 1920'de (23 Teşrinevvel 1336) şöyle haykırıyordu: «Bizi mahvetmek için tertip edilen Sevr muahadesi paçavrasını mücahitlerimiz şark tarafından yırtmağa başladılar. Şimdi bize düşen vazife, Anadolumuzun diğer cihetlerindeki düşmanları denize dökerek o murdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır». Şairin bu konuşmaları bütün Anadolu gazeteleri tarafından iktibas edilmek suretiyle ve ayrıca risaleler hâline getirilerek köylere varıncaya kadar her tarafa gönderilmiş, cephelere dağıtılmıştır.
İstiklâl Savaşı’nın marşını işte böyle bir şair yazabilirdi. Marşın havasını daha mücadelenin başından beri içinde taşıyan Âkif’in bunu ses hâline getirmesi, biraz güç oldu. Güçlük şairin sanatından ileri gelmiyordu. Bir formalite meselesiydi. Şiirin vatanın kurtarılması mücadelesinde manevî kuvvet olduğunu takdir eden Maarif Vekâleti, halkın heyecanını ifade etmek üzere bir marş müsabakası açmış ve para mükâfatı koymuştu. Âkif’i, müsabakaya katılmaktan alıkoyan sebep de işte bu para meselesiydi. O, yurdun kurtulacağını hürriyet ve istiklâlimizin yakında doğacağını parayla terennüm edemezdi. Müsabakaya girmedi. Vekâlete 724 parça şiir gönderilmişti. Bunların bir kısmı seçilerek Meclis azasına dağıtıldı. Şiirler arasında güzelce olanları vardı. Fakat, aranılan, istenilen şiir henüz bulunamamıştı. Ruhları heyecandan heyecana sürükleyecek bu iman ve ümit şiirini yazacak tek şair vardı. O da para verilecek diye kabul etmiyordu. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin değerbilirliği, anlayış ve sezişi, ısrarı olmasaydı, belki de İstiklâl Marşı yazılamayacaktı. Büyük şaire şu mektubu göndererek para meselesini halletti:
«Pek aziz ve muhterem efendim,
İstiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirâk buyurmamalarındaki sebebin izalesi için pek çok tedbirler vardır. Zâtı üstadanelerinin matlûp şiiri vücude getirmeleri maksadın husulü için son çare olarak kalmıştır. Âsîl endişenizin icap ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyic vasıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesile ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.
5 Şubat 1337
Umuru Maarif Vekili
Hamdullah Suphi»
Değerli Türkçü edip ve hatibimiz Hamdullah Suphi Tanrıöver’in bu vatanperver hareketini burada şükranla yâd etmek bir vazifedir. Bu mektup üzerine Mehmet Âkif, birkaç gün içerisinde İstiklâl Marşı’nı meydana getirdi. Kahraman Ordumuza ithaf edilen şiir, ilk defa 17 Şubat 1337’de neşredildi ve her tarafta büyük heyecanlar doğurdu. Marş, Millet Meclisinin 1 Mart 1337 (14 Mart 1921) tarihli oturumunda Maarif Vekili tarafından okununca da, ruhları coşturmuş ve Meclis alkışlardan sarsılmıştı.
İstiklâl Marşı, Millet Meclisi'nin 12 Mart 1337 (25 Mart 1921) cumartesi günkü celsesinde ve saat 17,45'te resmî marş olarak kabul edildi. Oturuma Dr. Adnan Adıvar başkanlık ediyordu. Oldukça uzun süren müzakereler sırasında Maarif Vekili, Âkif’i «en yüksek ve en ilâhî bir belâgatle yazan» şair olarak tavsif etmişti. Âkif’in şiirinin millî marş olarak kabulü için Şemseddin Günaltay, Operatör Emin, Hüseyin Suat, H. Basri, Yusuf Ziya, İbrahim, Yahya Galip beyler takrir vermişlerdi. Bunlardan Karesi (Balıkesir) Mebusu Hasan Basri Çantay'ın «Bütün Meclis'in ve halkın takdiratını celbeden Mehmed Âkif beyefendinin şiirinin tercihan kabulünü teklif ederim» şeklindeki takriri reye kondu ve büyük bir ekseriyetle kabul edildi. Bunun üzerine Konya Mebusu Refik Koraltan, «Milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı'nın ayakta okunmasını» teklif etti. Marş, Maarif Vekili Hamdullah Suphi tarafından kürsüde bir daha okundu ve «âzâ-yı kirâm» sürekli alkışlar arasında ayakta dinlediler.
İstiklâl Marşı kadar güzel ve büyük başka bir nokta, Âkif’in seciyesidir. Ortada para bahis konusu olduğu için müsabakaya girmeyen ve parayı reddeden büyük şairin o sırada palto alacak kadar bile parası yoktu ve kışta kıyamette ceketle dolaşıyordu. Hayatlarında maddi menfaatten başka birşey tanımayanlar bu büyüklüğü elbette anlayamazlar.
Milletin ruhuna tercüman olan ve İstiklâl Savaşı heyecanlarını dile getiren bu büyük iman ve ümit şiirini beğenmeyenler zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Tenkid edilen başlıca noktalar, iman telkin eden böyle bir şiirin «korkma» kelimesiyle başlaması, içinde geçen ezan kelimesinin lâikliğe aykırı olması «medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar» mısraı ile medeniyet düşmanlığı yapılmasıdır. Bu tenkidlerin hiçbirisi ciddiye alınacak değerde olmamakla beraber, meseleye ışık tutmak faydasız olmayacaktır. Edebî sözden biraz anlayan bir kimse buradaki «korkma» nın günlük hayattaki «korkmak» tan gelmediğini, «endişe etme» mânası taşıdığını derhal anlar. Ezan meselesine gelince, milliyet bir bütündür ve bu terkibe din de girmektedir. Büyük bir ekseriyeti Müslüman ve dindar olan bir ülkenin millî şairi, ezandan bahsetmeyip çan sesleri mi isteyecekti?... Bunun lâiklikle ne ilgisi bulunmaktadır? Bir sanatkârı ve bir sanat eserini meydana geldiği muhit ve şartlar içerisinde mutâlea etmek gerekir. İstiklâl Marşı, ilhamını halktan almış ve halkın duygularını, heyecan ve ümitlerini haykırmıştır. Marş, o kadar milletin kendi sesidir ki, şair bunu «benim değil, milletindir» diye kitabına bile almamıştır.
«Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar» mısraı dolayısiyle Âkif’e medeniyet düşmanlığı isnad etmek edebî ifadenin ne olduğundan tamamiyle habersiz olmak demektir. Edebiyatta mecâzi mürsel gibi kinaye ve tariz gibi birtakım sanatlar vardır. Bunları bilmeyenler ancak mânayı ters anlarlar. Âkif’in bu mısrada kaydettiği canavar, emperyalist Avrupa, mütecaviz ve müstevli garp dünyasıdır. Bir millî şairden vatanın «harîm-i ismeti» ne sokulan, bizi mahvetmek isteyen düşman kuvvetlerini Avrupalıdır diye alkışlaması elbette beklenemez. Mısraın mânası bu kadar açıkken şaire medeniyet düşmanıdır demek, anlayışsızlık ve bilgisizlik eseri değilse, muhakkak bir kötü niyet mahsulüdür. Âkif, yirminci asır ilmine inanan bir kimsedir. Yukarıda zikrettiğimiz Kastamonu Nasrullah Camii'ndeki konuşmasında, Avrupalılara karşı düşmanlığın onların ilimlerine, fenlerine, sanatlarına teşmil edilmemesini söyler ve kendisinin ilim düşmanı, terakki düşmanı olmadığını açıklar. Şairin fikri ve marşın mânası şüphe götürmeyecek kadar kesin ve açık olduğu halde, zaman zaman kendisine medeniyet düşmanı iftirası atılması, gerçeğin ışığından kaçan yarasa beyinlilerin marifetidir. Son günlerde bir günlük gazete karikatürcüsünün durup dururken Âkif’e çatması ve bu mısraından dolayı onu yobaz şeklinde göstermesi, en hafif tabiriyle saygısızlıktır. En iptidaî bilgilerden mahrum kimselerin günlük gazete sütunlarında at oynatmaları, Türk kültürü bakımından hüzün verici bir durumdur.
Burada bir noktayı okuyucuların dikkatine sunmak isterim. Geçenlerde Lumumba'nın öldürülmesi dolayısiyle bir yazar Avrupa medeniyeti için aynen şöyle diyordu: «Uygar Avrupa, uygarlığı ile öbür insanların üstüne bir veba olmuş. Nereye gitmişse, soymuş soğana çevirmiş. Öldürmüş.» (Yaşar Kemal, Cumhuriyet 19 Şubat 1961). Bir yazar tamamiyle iktisadî bir görüşle ve bizimle olmayan bir meselede Avrupa medeniyetini bir veba gibi telâkki ettiği halde, kimse ses çıkarmıyor da, bir millî şair hayatımıza kasdeden düşmanı vahşet, zulüm ve tecavüzü yüzünden canavar kelimesiyle tavsif edince medeniyet düşmanı oluyor. Buna kim inanır. Çok şükür halkımızın da, gençlik ve münevverlerimizin de sağduyuları yerindedir.
İstiklâl Marşı millete mal olmuş bir eserdir. Onun değerini kimse küçültemez. Şimdiye kadar hiçbir şair, bu ayarda bir millî ve vatanî şiir meydana getirememiştir. Allah vatanımızı tehlikeye düşürüp yeniden bir İstiklâl Marşı yazdıracak günleri göstermesin. Bayrak gibi millî mukaddesat arasına giren İstiklâl Marşımız, millî duygu ve heyecanı her zaman ayakta tutacak değerde yüksek bir şiirdir. Eser ve onu meydana getiren sanatkâr, Türklük ve Türkçe var olduğu müddetçe, yâni ebediyen yaşayacaktır. Büyük şairi, İstiklâl Marşı'nın 40. yılında saygı ve minnetle anarız.
Son Havadis, 25 Mart 1961
Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş, Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Mart 1987, s. 28-34.
Milli marşın İstanbul radyosunda niçin çalınmadığı hakkında yazdığım yazıdan sonra, bu meselenin efkâri umumiyede uyandırdığı akisler, hassas bir noktaya dokunduğumu ispat etti.
Çok saygı değer Abidin Daver Bey, Bundan bir ay kadar evvel Hem Nalına hem Mıhına sütununuzda Romanyalıların İstanbula gelişlerinden ve İstiklâl marşımızı hemen...
Büyük Millet Meclisi kürsüsünden şiirleri okunan ve alkışlanan iki şairimiz vardır: Biri Mehmed Akif, diğeri...
Yeni bir İstiklâl Marşı yazılamaz. Bunun yazılması için, yeni bir İstiklâl Savaşı şartlarına ihtiyaç vardır.
Başbakanlığı döneminde Celal Bayar çağrılı olarak Yunanistan'a, oradan da Yugoslavya'ya resmi bir geziye çıktı.
Umutların bulutlandığı o kara günlerde hırslar, kırgınlıklar hep unutulmuş, herkes şahsi emellerini bir kenara atmış, bütün fikirler ve gönüller bir noktada toplanmıştı.
Mehmet Âkif merhum, İstiklâl Marşını Şubat 1337 (1921) de yazdı. Eser, 1 Mart 1337 günü, Büyük Millet Meclisi'nde, o zaman Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (
Bu böyle de bunlar entipüften bir millet mi? Haşa. Bunlar tarihte zorlu devletler gurmuşlar, zorlu ordular gurmuşlar, zorlu sanayi gurmuşlar.