(...)
“Bülbül” ve “İstiklal Marşı” bu ölüm kalım günlerinin, Safahat’a kattığı destan parçalarıdır. Ve o günün bir daha yaşanmaz macerasının kelam anıtları...
Yeni Devlet, kendini kurmaya ve derleyip toplamaya başlarken Âkif, Ankara'da Tacettin Dergâhı'na yerleşmiş, bir yandan İstiklâl Savaşı'nın ruhunun devamı için çalışıyor, bir yandan yeni kurulan devletin, İstiklâl Savaşı'ndaki İslâmcı ve ruhçu karakterini koruması için çalışanların arasında yer alıyordu. Dergâh, bütün bu çalışmaların karargâhıydı. Sonra yavaş yavaş ortalık duruldu.
(...)
Sezai Karakoç, Mehmet Âkif,
Diriliş Yayınları, s. 28.
(...)
Yahya Kemal esere, hep esere bakıyor; imparatorluk idealine sıkı sıkıya bağlıdır. Âkif’se, eserden müessire, yani imparatorluktan çok, medeniyetin tarihe serpili eser ve kuruluşlar zincirinden çok, bütün eserleri doğuran islâmın kendisine bağlıdır. Bundandır ki, O’nu yeni kurulan Devletin İstiklâl Marşı’nı yazmış olarak da görebiliyoruz. Milli Marşın şairi ise bundandır ki, Yahya Kemal değildir ve Mehmet Akif’tir.
(...)
Sezai Karakoç, Mehmet Âkif,
Diriliş Yayınları, s. 50.
(...)
Fâniliğin kaçınılmaz bir gerçeği olarak sona eren muhteşem Osmanlı çağının son ve başlayan Türkiye’nin ilk kahramanlık figürlerinin şiirini yapan, ebedî anıtlarını diken yalnız Âkif’tir: Çanakkale Şehitleri Destanı ve İstiklâl Marşı.
(...)
Savaş bitti, yani cephe savaşı. Fakat Âkif’in savaşı bitmedi. Yeni Kuruluşun hemen hemen biricik kritikçisiydi. Her yıkılanı, kalemiyle, şiiriyle kontrol ediyor, her teklifi, her tasarıyı ve her yapılanı değerlendiriyor, kıymet hükümlerine bağlıyordu. Bu uğurda, son yıllarında, İstiklâl Marşı’nı yazdığı yurdundan uzakta , Mısır’da yaşadı. Dönüşü, âdeta ölümünü sezen sevgili yurdun, bir çekim kuvvetiyle oldu. Geldi ve sevdiği toprağa gömüldü ve vatan oldu. Sağlığında nasıl Milletse, ölünce de vatan oldu.
(...)
Sezai Karakoç, Mehmet Âkif,
Diriliş Yayınları, s. 54-55.
Mehmed Âkif, hayâtı, şahsiyeti, îmânı ve eserleriyle, bizim sanat ve cemiyet hayâtımızda hadise uyandıran büyüklerimizdendir.
Tarihimizin dolup taşan menkıbelerini akılla, menfaatle izah, elbette mümkün değildir:
Âkif, öbür duvar dibindeki yatağında yarı doğrulmuş, gecelerden beri yaptığı gibi, taş duvara bir mısra daha kazıyordu.
Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...
Bugün, Mehmet Âkif adının, ölümünün ellinci yıldönümü dolayısıyla...
Kurtuluş harbinde din ve milliyet fikirlerinin birbirinden ayrılmadığını, “merkezleri bir ve içiçe konmuş iki daire gibi” birbirine yapıştığını söyleyenlerimiz ve yazanlarımız oldu.
Batı, medeniyet diye bizi aldatmış, biz medeniyet diye aldanmışız; aldatan kahpe olmaz da ne olur. Âkif'i medeniyet düşmanı olarak takdim etmek de ayrı bir aldatmaca değil midir?
Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.
Mehmed Âkif, hayâtı, şahsiyeti, îmânı ve eserleriyle, bizim sanat ve cemiyet hayâtımızda hadise uyandıran büyüklerimizdendir.
Tarihimizin dolup taşan menkıbelerini akılla, menfaatle izah, elbette mümkün değildir:
Âkif, öbür duvar dibindeki yatağında yarı doğrulmuş, gecelerden beri yaptığı gibi, taş duvara bir mısra daha kazıyordu.
Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...
Bugün, Mehmet Âkif adının, ölümünün ellinci yıldönümü dolayısıyla...
Kurtuluş harbinde din ve milliyet fikirlerinin birbirinden ayrılmadığını, “merkezleri bir ve içiçe konmuş iki daire gibi” birbirine yapıştığını söyleyenlerimiz ve yazanlarımız oldu.
Batı, medeniyet diye bizi aldatmış, biz medeniyet diye aldanmışız; aldatan kahpe olmaz da ne olur. Âkif'i medeniyet düşmanı olarak takdim etmek de ayrı bir aldatmaca değil midir?
Yalnız şu vak'a, Mehmed Beyin fart-ı zekasına hüccet addolunmağa layıktır.
Mehmed Âkif, hayâtı, şahsiyeti, îmânı ve eserleriyle, bizim sanat ve cemiyet hayâtımızda hadise uyandıran büyüklerimizdendir.
Tarihimizin dolup taşan menkıbelerini akılla, menfaatle izah, elbette mümkün değildir:
Âkif, öbür duvar dibindeki yatağında yarı doğrulmuş, gecelerden beri yaptığı gibi, taş duvara bir mısra daha kazıyordu.
Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...