(...)
İsmet Paşanın mektubu bana bir istiklâl marşı yapmak ilhamını verdi. Ve şunu yazdım ve besteledim:1
Ya istiklâl ya ölüm
Vatanım, milletim, sancağım, evim
İstiklâlsiz yoktur yerim
Zincir vurdurur mu Türkler boynuna
Varlığı fedadır vatan yoluna
Biz tarihin Türk dediği yılmaz milletiz
Hür yaşar hür ölür nurlu ümmetiz
Bu istiklâl marşını ve Türk Yılmaz marşını İsmet Paşaya ve Ankaraya muhtelif zatlara gönderdim, (düşmana salsa, tek bile kalsa, Türk hiç yılar mı Türk yılmaz, Türk yılmaz cihan yıkılsa Türk yılmaz) parçasını çoluk çocuk herkes şarkda haykırıyordu. Bu düsturu kabul etmeyene Türk dememelidir.2
(...)
1 Millet Meclisi Akif Beyin yaptığı ilâhi gibi şiiri alkışlarla İstiklâl Marşı diye kabul etti. Bestesi için de Parisde müsabaka yapılacağını haber alınca bunun muvafık olmadığını Erkânı Harbiyei Umumiye riyasetine yazdığım gibi Hey’eti Vekile Reisi Rauf Beye de şunu yazdım:
Hey'eti Vekile Reisi Rauf Beyefendi Hazretlerine
Sarıkamış
26/7/1338
Mebus sıfatiyle bir kere de zatı samilerine İstiklâl Marşı hakkında maruzatda bulunuyorum:
Milletimiz muazzam eserler ve emsalsiz fedakârlıklarla tarihini doldurmaktadır. Gerek kendisi gerekse ahfadı muazzam tarihini okurken iftihar duyacağı gibi terennüm edeceği İstiklâl Marşı ile de gurur duymalı ve bunun tesiri ile âtinin bir tehlike ihtimaline karşı nefsini fedaya ruhundan bir saik gelmelidir. Akif beyin şiiri pek yüksek ve muhteremdir. Ancak milletin vicdanından çıkacak bir feryad değil muhterem şairin halka hitabesidir. Arkadaş hitabesiyle söylenen satırları millete başka biri hitab ediyor ki halk bunu okurken şahsiyetini küçültecektir. Kimbilir belki yarın hitabı millete dişinizi sıkın nasihatinden başka bir şey olmadığı gibi istiklâlimize muvaffak olduktan sonra da mânâsız olacaktır. Düşmanlarımız Türkler kabiliyetsizdir medeniyet kabul etmez diye iddia ederken milletimizi (evet medeniyet canavardır) diye bağırtmak doğru mudur? Hilâle ve Cenabı Hakka münacat kısımları ilâhiye yakışır, marşda maneviyatı kırar. Bütün bunlar şiir ve nutka girer fakat milletin İstiklâl Marşı için muvafık olmaz sanırım. Hüda, Cüda gibi kafiye hatırı sözleri halk söylemez, marşın güftesi de bestesi de halkın seviye ve harsına göre olmalı. Bu da kısa ve herkesin vicdanından gelebilecek sesler olmak ve bu sesler Türk milletinin terennüm edebileceği bir besteye bürünmek lâzımdır. Medeniyete canavar diyen bir marşın Parise gönderilmesi de garibdir. Kelimelerin kuvvetini ve güfte ile beste arasındaki münasebeti ve bunların Türkün ruhuna ve vicdanına yapacağı tesiri fransızcaya tercümesinden okuyacak Fransız musikişinasları nasıl anlar. Onlar fransızca güfteye uyacak ve kendi zevki millilerine hoş gelecek beste arayacaklardır. İstiklâli uğruna çarpışan bir milletin ecnebi bir adama veya memlekete kendi marşını intihab ettirmesi mucibi teessürdür. Hem de henüz münasebatı sulhiye tamamiyle teessüs etmemişken... İstiklâl marşını milletimizin ağzı ve ruhu terennüm etmelidir. Yoksa anlamadığı, sevmediği bir şey zorla söyletilemez. Bu derin ve ilmî nokta hissi kararlarla duşu mes’uliyete alınmamalı ve makûs netice teemmül olunmalıdır ki şudur: erbabı nefretle karşılar ve itiraz tufanıdurmaz, zevki milliyi okşamıyarak rağbete mashar olmaz ve her hangi bir başka marş ağızlarda gezer. Ecnebiler bu garib neticeye gülerler. Ansiklopedilere geçecek, her lisana tercüme edilecek bir güfteye, bir de ecnebi gözile bakmalı ve en mühim kanunları bile tashih ve tâdil ederken bu ilmî hatayı da tashih etmeliyiz. Bir mebus sıfatiyle istirham ediyorum ki kabul edilecek marşımız şiir ve musikiye az vukufumla beraber yaptığım âtideki marşdan daha sönük olmasın. Marşın ruhu üç noktadır: Birincisi mukaddesatım hürdür, İkincisi esarete karşı her şeyimi feda ederim, üçüncüsü Türklüğün ne olduğunu tarih de söyler. Bu esasların umumuna şamil olan ya istiklâl ya ölüm de marşa başlangıçtır. Bunlardan başka ne münacat ve taan, ne de medeniyetin leh ve aleyhinde sözleri marşa yakıştıramıyorum. Millet bayramı şerefine bando ile çaldırdım, beste dahi güfte ile münasebetli ve o derecede kuvvetli olduğundan derhal taammüm etmiştir. Marş şudur notası posta ile takdim olunmuştur:
Ya istiklâl ya ölüm
Ya istiklâl ya ölüm
Vatanım milletim sancağım evim
İstiklâlsiz yoktur yerim
Zincir vurdurur mu Türkler boynuna
Varlığı fedadır vatan yoluna
Biz tarihin Türk dediği yılmaz milletiz
Hür yaşar hür ölür nurlu ümmetiz.
Marş bitti. Besteye göre şedid veya seri telaffuzlar mısraların tullerini tâyin etmiştir.
2 Ankara gerek maarif programile gerekse istiklâl marşıyla dehşetli geriye gediyor. Lâyihalarım bunu protesto demektir.
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1960, s. 1126-1128.
İsmet Paşanın mektubu bana bir istiklâl marşı yapmak ilhamını verdi. Ve şunu yazdım ve besteledim
Son zamanlarda pek çorak ve gayesiz kalmış olan edebiyat âlemimiz mühim direklerinden birini daha kaybetti.
Her söylendiği zaman, bizi milli tarihimizle buluşturan İstiklâl Marşı'yla hafızalara kazınmış olan Mehmed Akif Ersoy'un büyüklüğü elbette tartışmasızdır. Büyük Millet Meclisi'nin
Son merasim günlerinden birinde bayrak çekiliyor, muzika istiklâl marşını çalıyordu. Bu marş ve bayrak çekiş karşısında yapılacak şey malûmdur:
1922 yılında Cevona'da bastırılan T.B.M.M. umum müdürlüğü'nün ilk bastırdığı posta pullarından biri.
“Benim Mehmet Akif hakkında bir araştırma yapmamın güncel bir nedeni de oldu.
Bu şiiri Necip Fazıl Kısakürek bundan tam altı sene evvel yazdı.
O zamanlar (Ulus) gazetesi, Cümhuriyetin 15inci yıl dönümü için bir marş müsabakası açmıştı. Gaye, bütün memleket şairlerinin de iştiraki beklenen bu müsabakada kazanacak olan eseri, Cümhuriyetin 15inci yıl marşı olarak değil, İstiklâl veya Türk millî marşı olarak kabul etmekti, Zira Atatürk, Mehmet Akifin İstiklâl marşını sevmemeğe başlamıştı.