Nazım Hikmet: Bizim halimiz "İstiklal Marşı"ndaki en güzel mısraa uygun düşmektedir: "Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın."

9 İkinciteşrin 43

Kardeşim Kemal Tahir,

Memleketini ve memleketinin çalışan insanlarını sevmeyen insan, dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevemez ve dünyayı ve dünyanın çalışan insanlarını sevmeyen insan kendi memleketini ve kendi memleketinin çalışan insanlarını sevemez. Sevmeyen insan da edebiyat, resim, mimarlık filan yapamaz. Bizim yüksek mi, derin mi, bilmem fakat halis edebiyat yapabilmemiz bu sevgiyi yüreğimizin başında duyabilmemizdendir. Bunu ne diye yazdım ben de pek bilmiyorum, fakat mektubuna, çok güzel mektuplarından birine cevap verirken söz böyle başlamak geldi içimden. Mühim ve edilmemiş bir laf etmedim, ama doğru bir laf ettim ve doğru laf orijinal laftan daha değerlidir.

 

Ah, Kemal'ciğim, senin bu daima harekete, fiile geçmeye hazır ümidine ve nikbinliğine bazen bayılırım. Son mektubunda hemen sanki yarın -burdaki yarın en kısa manasıyladır, yani bugünden sonra gelen gün- çıkacakmışız gibi bir hazırlık telaşı vardı. Mektuplarını tasnif ederken dikkat ettim, bu hazırlık telaşını birkaç kere geçirmişsin. Hatta bak bir seferinde ne yazmışsın:

Dışarda kuşlar ötüyor.
Dağlar kırmızı ve çıplaktırlar.
Kavakların kılçıkları sarımtırak yaprakların altında kaldı.
Deminden beri kocaman bir leylek
sabırlı ve hamarat,
önümüzdeki viranelikten çer-çöp topluyor yuvası için.
Burdan bakılınca şehir:
terkedilmiş gibi bomboş görünmektedir.
Uzaktaki saat on biri çaldı.
Bütün nikbinliğim,
şu bitmez tükenmez
nevi şahsına münhasır hazinem
dolup dolup taşıyor.
Pek yakında kurtulacağız, diyorum,
inadediyorum.
Kestim mektubu.
Saatler geçti.
Avluya indim.
Nefis bir güneş var.
Ah, gözünü sevdiğimin bozkırı,
zerre zerre sıhhat toplandığını duyuyor adam.
Arkadaşlarla hep seni konuştuk.
Şu anda dünya
iyi insanlarla ağzına kadar dolu gibi geliyor bana.
Pek rahat, hatta mesudum biraz.
Akşam oluyor,
ne yapalım olsun...

Sinop'takilerden çoktandır mektup alamıyordum, meğerse onlar da benden mektup alamadıkları içim meraktaymışlar. Bugün sıhhatini bildir diye bir telgraf geldi ve beni merak etmeleri pek hoşuma gitti.

Orda otuz liraya bulunan ipliğin numarası kaçtır? Bana bunu bildir de ona göre sipariş vereyim. Sonra sucuğun, pastırmanın, kayısı kurusunun, pestilin kilosu kaç para, bana bunları da bildir.

İşlerimizden numuneler yollayacağım. Esasen sana gönderecek olduğum yorgan çarşafı bir numune sayılır. Kaldı ki bunun en pratik tarafı orda harcıâlem geçen şey ne ise sen ondan bir numune yolla ve toptan ve kaç tane istediklerini ve ne fiyattan aldıklarını bildir, biz de uygun düşerse hemen yapıp gönderelim.

Muhakkak çıkacağız, Kemal'im, ama sahici manasıyla yarın, ama sembolik manasıyla yarın. Bizim halimiz "İstiklal Marşı"ndaki en güzel mısraa uygun düşmektedir: "Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın."

Seni kucaklar, kara gözlerinden öperim. Sorup sual edenlere ferade ferade selamlar.

15.11.43

 
Nazım Hikmet, Kemal Tahir'e Mahpushaneden Mektuplar,
Adam Yayınları, Şubat 1993, s. 202-203.

 

«İSTİKLÂL MARŞI» ÜZERİNDE BİR TAHLİL DENEMESİ
Mehmed KAPLAN

  Sayıları çok az da olsa, İstiklâl marşımızın güfte ve bestesini beğenmeyenler ve değiştirilmesini isteyenler vardır. Böyle düşünenler şu gerçeği unutuyorlar: İstiklâl marşlarının değeri, «Mükemmeliyet» lerinde değil, «Tarihîlik» lerindedir. Onlar milletlerin tarihlerinin...

BİR OKURUMA MEKTUP

Rahmetli şair Mehmet Âkif’i çok sevip çok sayanlardan birisi idim...

Tarihimiz Uçurumun Eşiğinde…

Yirmi beş yaşında gençlerimiz münşîyi, vak'a nüvis ve divan şairini şöyle bir tarafa bırakalım, İstiklâl Marşını okurken...

Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş - Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz; İstiklâl Marşı'nın 40. Yıldönümü

Millî marşımız bundan tam kırk yıl önce, 25 Mart, 1921 (12 Mart 1337) tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce resmen kabul edilmişti. Bu yıldönümü vesilesiyle eşsiz eserin ve büyük

Lütfü Şehsuvaroğlu: "Ankara’ya Gelişin Meyvesi veya Ardında Yatan Sır: İstiklâl Marşı"

1920 yılında teşkil olunan Birinci Büyük Millet Meclisi’ne Burdur mebusu olarak katılan Mehmed Âkif bu sürede Taceddin

"Yunan canavarının da artık tek dişi kalmıştı"

…Anadolu alevler içindeydi. Camilerde diri diri insanlar yakılıyordu.