MUKADDEME 6

Nitekim yazdım. Hayat tarzı olarak seçtiğim işime o dönemde edebiyatın herhangi bir alanına girmeğe heveslenen herkesten farklı olarak şiir yazmanın öbür yazma biçimleriyle aynı şey olmadığı şuuruyla başladım. Benim şiir yazma yükü altına girmemin anlamını “yazmak” mastarıyla karşılamak zordu. Öyle ki, işe başlayarak yolu yarılama diye bir meselem olmadı; işe başlayarak işi bitirmiştim. Benim için başlangıç safhası diye bir dönem hiç bahis konusu olmadı. Her şiirimi bir şiir daha yazamayabilirim düşüncesiyle yazdım. Bir yükün altına o yükün hatırına girmiştim. Altına girdiğim yükü belli bir yere taşıyacak, iletecek, götürecek değildim. Yük bana mahsus ve benden başkasının kaldıramayacağı bir yüktü. Bütün hikâye bundan ibaret. Bugün, ihtiyarlığımda şiire birçok başkaları gibi bireyliğine kıskançlıkla bağlı bir şair olma hevesiyle başlamadığımı söyleyecek konumu temsilden geri durmuyorum. Zira genç iken kıyam etmeğe (kıyam etmeme) elveren topraklara sadakatin ne demek olduğunu,  dünya denilen yeri hak ettiği anlama kavuşmuş bir millete mensubiyetin gereğine münasip tarzda yazmanın ne demek olduğunu derinlemesine biliyordum. 

Bu halimi burnu büyüklük telakki edebilirsiniz. Henüz yirmi yaşıma varmamışken kendimi niçin bu denli beğeniyordum? Çünkü şiirle meşguliyeti yerine başka bir iş konulamayacak düzeyde beğeniyor, kendimin şiirle doğru yere yerleştirildiği inancı yedeğinde yaşayordum. Hayatı idame ettirmekle şiir arasında vazgeçilmez bir irtibat vardı. Künhüne vardığım şiir benim için intiharı ikinci plana itmiş, gündemden düşürmüştü. Doğru yere konulduğum hususundaki inancımın o güne kadar görüp geçirdiklerim beyninde maddi temeli hazırdı. Bu böylesine mağrur görünmeme altı kardeşin en küçüğü olmamım doğurduğu şartlar yol açıyor demekti. Ne idi bu şartlar? İstiklâl Harbi’nin sonunu meşrutî monarşiye değil de cumhuriyete bağlamak Türk tahsil hayatının karakterine muayyeniyetler getirmişti.  Cumhuriyet idaresinin vazgeçemediği hedefler uyarınca tahsil gören hepsi benden büyük kardeşlerim hasebiyle daha çocuk yaşımda hem her türden okumanın, hem her türden yazmanın, hem resme emek vermenin,  hem de şarkı-türkü söylemenin aslına, özüne, kıymetine dair malumattan bir biçimde, fiilen haberdar edildim. 

Şiirin bir usul ve üslup meselesi olmadığını kavramakta zorluk çekmedim. Hayatın seyri bana istida yazmak, rapor yazmak, muhtıra yazmak, tüzük, roman, giderek hikâye yazmak için bir usul ve üslup tutturma marifetinin yeterli olduğunu daha ilk mektebin üçüncü sınıfındayken öğretti. Biliyordum ki, şiirin en ilkel haliyle bile ortaya bir zihin bölgesi, hem şiire, hem şaire mahsus bir zihin bölgesi ele geçirilmeksizin çıkma ihtimali sıfırdı. Dışarıdan hiç fark edilemeyen şiire mahsus o zihin bölgesinin ne olduğuna her şiir okuru vâkıf olur. Yani şiirin ne olduğunu fark etmek o bölgeye, o bahçeye, o cennete girmek demektir. Şiir okundukça, yeniden, bir daha okundukça onun mugaddi ve şişirme kısımları tebellür eder. Şiirden gıdalanmak mezkûr bölgede gerçekleşir. Vakıa gelip müracaat edilen dilin tarihteki yerine dayanır. Şairin şairliğine ferdiyetin dille kesiştiği noktada rast geliriz.        

Böyle bir girdaba kapılıp şuur deliliğine tutulmuş olmam bir şeydi. Bu şey aynı zamanda hayatımı resimle ve/veya müzikle doldurmam önünde bir engeldi. Huy bakımından şuurun ve şiirin benzeşmesi de dikkat çekicidir. İkisiyle de alâka kurduysanız her birinin hemen kıskanç bir sevgili haline geldiğini görürsünüz. İhmali asla hazmedemez her ikisi de. İhmale uğradıklarında bir daha size yüz vermezler. Cahilliğim ( gençliğim) şiir yazmasam da itirazı, nehyi, isyanı öngören gayeme ulaşabileceğim fikrinde sübut etme temayülümü besliyordu. Ne var ki resim ve müzik şiirin hayatımdaki yerini alacaksa bunun bedeli deliliğimin tahribatı değilse bile tahrifatı olacaktı. Buna mukabil şuur delisi olmam resimden ve müzikten şiir adına edineceğim ne ise onu kamçılıyordu. Aslında her şey yerli yerindeydi ve çok sonraları üzerine yapıştırılan İkinci Yeni etiketi sökülememiş (zamkı sürenlerin biri benim) şiir atmosferi bana şuur deliliğimi elimde tutma imkânı bağışladı.   

İkinci Yeni’nin ne idüğü edebiyat tarihini tersinden yazmağı kaçınılmaz kılan iki şeyin ilkidir. İkinci sıra Nâzım Hikmet’in Türk şiirine avdet edişine tahsis edilirse isabetli olur. Şiir kimlere ne yaptı? Kimler şiire bir şeyler yapma tecrübesinin içine girdi? Düz bir edebiyat tarihi bu sualler karşısında afallayacaktır. Terslik her zaman zihne canlılık sağlar. Terslik ahlâka sahip çıkılmağı da kolaylaştırır.

İsmet Özel, 16 Kasım 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.