MUKADDEME 7

Benim gibi sizin de kastınız ahlâka sahip çıkmak olursa aklınızda şu bulunsun: İslâm’a mukaddes belde izafe etmenin gereği ve yolu Türk topraklarından geçer. Bu hükmün tarih tarafından muhkem kaziye şekline sokulduğunu ben söylüyorum. Türk şiirinde gayri-Müslim yetkelerin sultasını nihayete sarahaten erdiren ben. Hangi tarih Türk topraklarını İslâm’ın mukaddes beldesi haline getirdi? O tarih küfr âleminin ve irili ufaklı cümle kâfirin asırlar boyu çok gayret edip bir türlü sonunu getiremediği tarihtir. Arz üzerinde ruh sahibi topraklardan söz etmek gayet kolay; ama o toprakların başka hiçbir şey olmayıp Türk olanından söz etmek hiç kolay değil. Bu bahis açılır açılmaz her istikamette ve muhtelif ağırlıkta sualler sökün edecek ve suallerin ardı arkası kesilmeyecektir. Her sual batıcı ve batırıcıdır. Yani her sual kâfirlerden birine batar ve kâfirlerden birini batırır. Bu sebeple mezkûr bahsi açmak Türklerden başkasının işine gelmez. Önce Türklerin toprak edinmeleriyle ahlâka sahip çıkmanın nasıl olup da bu derecede birbirine bağlı iki şey haline geldiğini sual edeceğiz. 

Ahlâk ve Türk vatanı: Bu ikisinin aynı şey olduğunu savunmağa kalkışmak ahmaklıktır. Zira her ikisi arasındaki fark bârizdir. Ahlâkın ferde münhasır olduğundan şüphemiz yok. Din gününde hepimiz fert be fert hesaba çekileceğiz. Ferdiyetin ötesindeki Türk vatanı mefhumu ise dünya tarihinin kavranış biçimine inhisar eder. Gelin tecelliyi görün ki, Türklerin tarih sahnesine çıkmalarından itibaren (Aradaki sual: Tarihin bir tek sahnesi mi var?) herkim bunlardan birini diğerinden ayırdıysa hem ahlâkla, hem de Türk topraklarıyla arasını açmış sayılır. Bunları cümle âleme şairliğini, komünistliğini, Müslümanlığını ayân etmiş biri olarak ben söylüyorum. Bu söylediklerim keyfi yakıştırmalardan mı ibaret? Yoksa bilhassa benim söylediklerimi kalkış noktası saymak suretiyle hak ile bâtılı ayıracak ölçüye ulaşma mecburiyeti mi doğmuş oluyor? 

Ardı arkası kesilmeyecek sualleri işaret ettim: Ahlâka sahip çıkmanın İkinci Yeni’yle bir alıp vereceği olabilir mi? Nâzım Hikmet’in Türk şiirine geri dönüşüyle ahlâka sahip çıkmağı irtibatlandırmanın yerini mantık çerçevesinde görebilir, gösterebilir miyiz? Türk topraklarının neresinde Türk şiirini bulabilir, Türk topraklarını Türk şiirinin neresine yerleştirebiliriz? Türk toprakları neresidir ki, Türk şiiri orada doğmuş olsun? Türk şiiri olarak neyi bilelim ki, Türk toprakları güvencede olsun? XV. asrını idrak eden millet olarak yol ayrımındayız: Kimimiz İstiklâl Marşı’nı şiir kabul ederek ondan gıdalanma yolunu seçecek, kimimiz de İstiklâl Marşı’nda şiir vasfı görmeyip onu yerini başka metinlerin kolayca alabileceği manzumeler yekûnuna ilave edecektir.

Edebiyata da, edebiyat tarihine de bakışımız Türk topraklarını imtiyaz kazanılan yerler sayışımız veya orada imtiyazların kapital üstünlüğüne havale edilişini tabiî sayışımız arasında değişim gösterecektir. Değişimin doğasına nüfuz edebilmek için önce “ahlâka sahip çıkma” ibaresine bir bakalım: Batı Medeniyeti’nin zihin ölçülerine riayetin husule getirdiği ortam ahlâkı ya éthique, morale veya ethics, moral veyahut ethik, sittenlehre sahasında göz önüne almağı, hesaba katmağı zaruri kılıyor. Biz Türkler İstiklâl Marşı’na bigâneliğimiz sebebiyle henüz bize ahlâkın yaradılış sebebimize sadakate taalluk ettiğini bildiren zihin safhasını idrak etmiş sayılmayız. İdrakimiz o safhaya ulaştığında iştigal edeceğimiz hususlar şimdikinden çok başka olacaktır. Bugün ardı arkası gelmez suallerle boğuşmamızın sebebi Türk toprakların mücbir karakterinden gafil bulunuşumuzdur. Eğer ahlâka sahip çıkarsak, yani aldığımız her nefesin hesabını vereceğimiz gerçeğini aklımızdan çıkarmadan yaşarsak içine düştüğümüz gaflete rağmen cehennem ateşinden uzak durma istikametinde yol alma imkânımız var.       

Bu imkânı küçümseyebilirsiniz. Gaflet sizi ahlâka sahip çıkmaktan alıkoyabilir. Gafil kalarak konumunuz hadiselerin bir kısmını tabiî, diğer bir kısmını ise gayri-tabiî addetme konumudur. Böyle bir bölünmeğe riayet ettiğiniz zaman karşınıza sizi çuvallatacak bir sual çıkacak: Türklerin vatan sahibi olmaları tabiî bir hadise midir? “Her milletin vatanı var; Türklerin de bir vatana (yurda) sahip olmaları tabiîdir” tarzında mı düşünüyorsunuz? Yoksa Türk toprakları denilince gayri-tabiî bir oluşumun, bir işgalin, bir istilânın, bir istismar nizamının neticesinden mi bahsedilmektedir? Dünyalığınız varsa bu dilemma size hiçbir şey ifade etmeyecektir. Gelir düzeyiniz belli bir meblağın üzerindeyse hiçbir sual karşısında çuvallamazsınız. Dünyalık edinmenin en kestirme yoluna kavuşmak için de dini imandan ayırmak şarttır. Ahlâka sahip çıkanlar dünyalık peşinde ömür tüketenlerin huzurunu kaçırır.     

Ahlâka sahip çıkmak hilkatte kusur olmadığına aynelyakin kanaat getirmektir. Edebiyat tarihi tersinden yazılsın istiyorsanız kafanızı hilkatin kusursuzluğu şevkinin istikamet temin ettiği hükümler muvacehesinde çalıştıracaksınız. Tersliğin işaret edilmesi “doğru” olanın içine mantığa uygunlukla değil nutkun menşeine riayetle girileceğine delil olur. Terslik yadırgansa da akledenler hayrına şu hükme intisap göz önüne alınır: Eğer mukaddes belde İslâm’a gerekiyor denilecekse Türkler bunu söyleme imtiyazını kavim olarak ellerinde tutuyor. Bu imtiyazla mücehhez olarak ben terslik yapmakla kalmıyor, herkesten bu yaptığımın beğenilmesini bekliyorum. Neden? Ahlâk bozukluğunun düzgünlükmüş gibi yutturulduğu ortamı ancak terslik çıkararak tahrip edebiliriz. Ters konuşuyorum; ama zıpçıktının biri değilim. Koltuklanma fikrine temasım da zıpçıktılıktan uzak duruşum sebebiyledir.

İsmet Özel, 23 Kasım 2018


İkaz: Her hakkı mahfuzdur. Bu sebeple yazının bütün olarak bu sayfadan başka bir yerde neşredilmesi yasaktır. Ancak kaynak gösterilmesi (İstiklâl Marşı Derneği internet portalinde yer aldığının ifade edilmesi) ve bu sayfaya doğrudan aktif bağlantı verilmesi şartıyla yazının kısa bir bölümü iktibas edilebilir. Eser sahibinin tayin ettiği usule bağlı kalmak suretiyle bu yazının her türlü neşri, 5846 sayılı Kanun hükümlerine tabidir.