Mehmet Akif
Tevfik Fikret, bir zamanlar, daha çok, Avrupalılaşmış münevverlerimizce hissedilen bir istibdâda kızarak, İstanbul’a lânet yağdıran bir şiir yazmıştı: Sis.
Bu şiirin bir yerinde, yine İstanbul’a:
diye haykırıyordu.
Biz, hiddetlenmeden düşününce, hatırlarız ki bu şehrin topraklarına gömülü ecdâdımız ak alınla yaşamış ve öyle ölmüşlerdi. Fikret’in o hiddet ânında düşünemeyeceği kadar çok ve büyüktür. Hattâ İstanbul, bir bakıma, Bursa gibi, yâhud bütün Türkiye gibi, evliyâlar yatağı bir yurt parçasıdır.
Milyonla barındırdığı ecdâd arasında, kimi Fâtih gibi hükümdar, kimi Ulubatlı gibi nefer, fakat hepsi de alnı ak ve parlak büyükler çoktur. Hattâ-bazen haklı-hiddetlerinden, kaprislerinden ayrı, büyük faziletleriyle düşündüğümüz zaman, bizzat Fikret’i de onlar arasında göreceğimiz çok tabiîdir.
Mehmet Âkif ise bütün bütün öyledir.
Ben, Mehmet Âkif’i, büyük şair, büyük vatansever, manzum hikâyeler ve vaizler yazarı, bilhassa inanmış bir insan olarak her hatırlayışımda, evliyâlar kadar temiz ve lekesiz görebilmenin hazzını duyarım.
İçim rahatlar. Düşünürüm ki vatan çocuklarına her hareketinin hesâbı verilecek kadar fazîletten ibâret, seciyye sâhibi bir örnek göstermek icabedince, İstanbul semâları kadar açık bir alınla, ”İşte Âkif” diyebilmek ne kadar güzeldir.
Biliyordu ki, inandığı dînin liderliği Türklerde ve halîfesi Türkiyededir. Bütün İslâmları bir bayrak altında toplamak arzusunda, farkında olmıyarak güttüğü ülkü, böyle bir millî hedefle süslüydü. Sonra çeşitli tarih hâdiseleri, bu ihtimali yıkınca Âkif, pek tabiî olarak, yalnız kendi milletini mesut görmek istedi.
diye haykırdığı zaman, tek duygusu buydu. En acı günlerde bile gurub ufuklarındaki bayrak renklerinin sönüşüne aldırmıyor, ”benim al bayrağım sönmez!” diye haykırıyor ve buna herkesi inandırmak için şâhâne deliller gösteriyordu.
diye haykırışları Türk ırkı ve Türk bayrağı içindi.
Vatanın kaybedilen toprakları için:
mısralarını söylerken vatanın her karış toprağında pâk alınla yatan ve vatan gecelerini kandil kandil yanan temiz ruhlariyle aydınlatan ecdâdımızı düşünüyordu. Onların alınları “pâk-ü dırahşan”mıdır, diye şüphelenmek şöyle dursun, bu vatan ve bu millet ancak veya en çok onların ihlasları ve rûhâniyeleriyle ayaktadır ve ayakta kalacaktır, diye inanıyordu.
Milletin büyüklük ve kahramanlık fazîletlerini çok iyi tanıyordu.
diye seslenişleri, insana gayri ihtiyarî, kendilerine dağları yırtarak yol açan Ergenekon kahramanlarını düşündürür.
Mehmet’çiklere inanışı sonsuzdu. ”Benim îmân dolu göğsüm gibi, serhaddim var” diye öğündüğü îmân dolu göğüsler, onların göğüsleriydi. O kadar ki Çanakkalede döğüşen Türk askeri âdeta, Hazreti Muhammed’in emrinde döğüşen “Bedir” gazilerinden üstün tutuyordu.
Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlıydı!
derken, edebiyatın “benzetme” kanunu gereğince “bundan daha şanlı olamazdı” demek isteyen bir edâsı vardı.
Mehmet Âkif, her zaman büyük şiirin bütün târiflerine uyabilen şiirler söylemediği için, baştan sona “büyük şair” değildi. Fakat bazı şiirleriyle, hele bu şiirlerin bazı mısralariyle şiirin üstüne yükselen bir kudret göstermişti. Bülbül, Çanakkale Şehitleri, Gece, Hicran gibi şiirleri ve bilhassa İstiklâl Marşı böyle mısralarla yüklüdür.
Buna milleti de inanır: Vaktiyle Eminönü Halkevinde, Âkif mevzulu bir konuşmamda: ”İstiklâl Marşı, bir milleti ebediyyen ayakta tutacak kadar sağlam mısralarla örülmüştür” dediğim zaman, dinleyicilerimin gösterdiği heyecan bunun aziz misallerinden biriydi. Arada bir, milli toplantılarda Türk gençliğinin koro halinde söylediği İstiklâl Marşındaki heybetli ve ahenkli heyecanın da bu marşın sözlerinden kuvvet aldığına inanıyorum. Çünkü bu hem İstiklâl Marşı, hem şâirine çok yakışan bir şiir, hem de Türk rûhunun tercümânıdır.
Âkif öldüğü zaman hükûmet inanılmaz bir aldanışla ona merasim yapmak istemedi. Fakat Türk gençliği İstiklâl Marşı şâirini; İstiklâl Marşını kendisine hitâbederek söylediği, Türk Bayrağına sararak ve onu insandan seller halinde el üstünde taşıyarak ebedî medfenine götürdü.
Âkif şimdi orada, ”pâk-ü dırahşan” yatan aziz nâsiyelerin yanında, ortasındadır.
HÜRRİYET : 29.12.956
Nihad Sami Banarlı
Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Mehmet Akif
İstanbul, 1958, s. 131-133.
Gece yarısıydı. (Haber)in sahibi ve ben, otomobille gazeteye doğru geliyorduk. Yolumuz Sirkeci taraflarında dar bir sokağa saptı. Kimi kârgir, kimi ahşab, kümes gibi bücür iki sıra ev arasında, Arnavut kaldırımlı dar bir sokak. Pencereler, katran dolu küplerin açık ağızlarile, içerdeki karanlığı çerçeveliyordu. Sokakta, şeffaf uyku hayaletlerinden başka ne in, ne cin...
Akif’in milliyetçilik hislerinin coşkun bir ırmak halinde çağladığı şiirlerinde en başta İstiklâl Marşı’nı saymak gerekir. Onun milletimiz hakkında sahip olduğu fikirlerinin ve...
Karabekir, Genelkurmay Başkanlığı'na da Akif’in İstiklal Marşı ve bestelenmek için bunun Paris'e gönderilmesi tasarısı hakkındaki eleştirilerini bildirir.
Yeni kurulan devlet için bir «Millî Marş» yazılması hususunda Büyük Millet Meclisi’nin altı ay müddet vererek açtığı «İstiklâl Marşı Müsabakası»na muhtelif şairlerin gönderdiği 724 şiir gelmişti.
Cihanın yedi ikliminin yetiştirmesi, çeşit çeşit renk renk insanlar, vahşet bahsinde ittifak etmişler, kudurmuş gibi saldırıyorlar, her taraftan gülle, ateş yağdırıyorlar… Fakat bütün bu cehennemî taarruz, “pâk alnının istihkâmına sığınmış kahraman Mehmed’in göğsünde sönüyor.”
“Benim Mehmet Akif hakkında bir araştırma yapmamın güncel bir nedeni de oldu.
Zaman zaman hatırlarım: Atatürk devrinde yıldızı parlayan ve ondan sonra parlamaya devam edip 10 yıl evvel en son haddine varan bir devlet adamı,