Bize lazım olan yalnız (istiklâl) değil, istiklâl mefhûmunu ifâde eden bir (millî marş)tır.

MİLLÎ MARŞ, İSTİKLÂL MARŞI

Geçenlerde resmî bir dairenin (intizâr salonu) ithâz edildiği bir ağaç kanepeden anlaşılan ziyâsız, daracık koridorunda üstât Vahit Beyefendi ile teşerrüf etmiş, uzayan intizâr müddetini boş geçirmeyip sözü heykellere, dolayısıyla güzel sanatlara hasreylemiştik. Türk köylüsünün, Türk mutavassıt sınıf halkının heykeller, güfteler, besteler muvacehesinde duyduğu takdiri, kendi zevkine göre yürüttüğü tenkidi, çıkardığı manâyı dermiyân ettiğim zaman üstât Vahit Bey bunları felsefe-i sanatın menşûrundan geçirerek müfit ve muhtasar bir ders vermiş ve nihayet meselâ heykellerde zevkimizi, an’anemizi okşamayan kısımlarda bir takım manâlar bulunduğunu ve birçok güfte ve bestelerin hissiyâtımıza bîgâne olmaları hasbiyle halkımızın asâb-ı tahassüsünden bir cereyan-ı haz ve elem geçiremediği noktasında karar kılmış bu sırada: “İstiklâl Marşı’mızın güftesi de besteleri de millî hissiyâtımıza yabancıdır.” tarzındaki saygısızca tenkidime bu bahsin ilmen halli lazım geldiği mütâlaasını serd eylemişti.

İki gün sonra (Hâkimiyet-i Milliye) gazetesinde intişar eden afacan ve pek bîamân bir münekkit olan (Aka Gündüz)ün “Kız Lisesinde Bir Saat” ser-levhalı tenkidi bana şu satırları yazmaya cüret verdi. (Aka) makalesinin (2, 3) numaralı fıkralarında şunları söylüyordu:

“2-Malûm olan İstiklâl Marşı, bir İstiklâl Marşı değildir. Basit bir hamâsiyât türküsüdür. Üç metre boyunda mısralarla tagannî edilecek bir İstiklâl Marşı arzın beş kıtasında aransa bulunmaz. Dün gece herkes bir defa daha kâni olmuşlardır ki yeni ve müstakil Türkiye bir İstiklâl Marşı istiyor. Sanâyi-i nefise ve bedîi heyecan ekseriyet ârâ ile ölçülemez. [1]

“3-Gerek marşlarımızı, gerek mektep şarkılarını ve gerek alelıtlak bestelerimizi musiki skandalından kurtarmak mecbûriyetindeyiz. Musiki tabiri belki yanlıştır. Şöyle ifade edeyim, bunları beste skandalından kurtarmalıyız.

“Önüne gelen bir ördek kanadıyla bir çatlak av yakalıyor, mektep şarkıları mı? Bende var. Her nev marş mı? Bu tarafı yirmişer paraya, o tarafı ellişer paraya! Faruk Nâfiz’in enfes şiiri, Enis Behiç’in şen bir mısraı mı? İki zımbırtı, bir tıngırtı arkasından; işte bestelendi!

“Şu muhakkaktır ki bizde bestekâr enderdir ve kürre-i arzda sucuk yapar gibi, bestekâr yetiştiren bir fabrika yoktur. Başka şeydir o. Bu işin bedîi zâbıtası şudur: Biraz insaf, biraz had-şinâslık.”

Bu iki maddenin ihtiva ettiği tenkîtler acı olsalar da pek büyük bir hakîkatin tercümânıdırlar. Vaktiyle (Mehmet Akif)in yazdığı uzun hamâsî bir şiirin (İstiklâl Marşı) güftesi diye kavlindeki isticâl ve sâiki anlayamadığım için o zaman bu şiir hakkında birçok mütâlaalar yürütmüş, bilhassa bu şiirin evvela: vezni muttarit; sâniyen: veznin aded-i hecesi on beş, yani uzun; sâlisen: pek lâubaliyâne ve dalâletkâr mısraları muhtevî, râbian: mısraların çok olması hasbiyle bir marş olarak resmen kabul edilse bile halka kabul ettirmek imkânı olmadığını, sonra halkın zevk ve hüsne âşinâ bestekârlar olmadığı için beste hususunda birçok garibelere maruz kalacağımızı, binaenaleyh isticâl edilmemesi lâzım geldiğini ve eğer bir marş mutlaka lâzım ise bu marş vücûda gelinceye kadar “Ey Gaziler” şarkısının, Namık Kemal’in “Vatan” piyesindeki şiirinin şimdilik muvafık olacağını söylemiştim. O günkü mütâlaamdan bugün nâdim değilim ve maalesef sözlerimin bir hakîkat olduğuna bugün de zâhibim.

Filhakika bugün on dört milyon Türk’ün içerisinde bu şiirin millî marş olduğunu bilen, hele bestelerinden anlayan Türklerin adedi haydi (14,140) demeyeyim; acaba (1400) rakamını bulur mu? Şüphesiz hayır! En münevver geçinenlerimizin, resmî içtimâlarda bulunanların yüzde on dördünce bile İstiklâl Marşı’nın ne olduğu hâlâ malûm olmadığına ister taganni edilsin, ister bir musiki takımı tarafından çalınsın, bir iki kişi ayağa kalkmadıkça ve bilenler tarafından ihtârvâki olmadıkça kimsenin yerinden kalkmaması şahittir.

Bize bir marş lâzım mı? Lazımsa bunun ismi ne olmalıdır? Eğer (istiklâl) cidâl ve zaferini terennüm edecek hamâsî bir şiir lazımsa hesapsız manzûm sözler arasında Mehmed Akif’in şiirine bir kıymet izâfe ve mecmualarda inşâd edilebilir; fakat besteye asla gelmez. O halde bize lazım olan yalnız (istiklâl) değil, istiklâl mefhûmunu ifâde eden bir (millî marş)tır.

Acaba bir istiklâl marşı veya millî marş yazılır mı? Bestelenir mi? Yazılırsa hangi vezinle yazılmalı, ne gibi evsâfı hâiz olmalıdır? Bestelenirken şarkın ve bilhassa Türk’ün hangi nağmesine [*] veya Arap milletlerinden hangisinin zevk-i musikîsine tebaiyet etmelidir? 

Bizde vezin gibi musiki de iki nev arz ettiğine göre bunun gelişi güzel, resmî makamların bir emriyle halli acaba mümkün müdür? Mümkün tasavvur etsek bile bunlar sonunda Akif’in şiirinin uğradığı âkıbete mahkûm olmaz mı? (Arma) meselesinde oldu gibi meydana soğuk, manâsız bir şey gelmez mi?

Millî marşların güftesi vilâdet veya vefât tarihi sipariş eder gibi ısmarlanamaz; bir beste vücûda getiren herhangi birinin musîkideki iktidârını işitmekle onun şöhretine hürmeten koca bir milletin zevki fedâ edilemez! Hele resmî bir teşekkülün ekseriyet-i ârâsıyla böyle mu’dil, millî, bedîi bir mesele hallolunamaz. 

Masa başında tulû ve gurûp tahayyül ve tasvir eden ve eserlerinin ömrü neşredildiği güne münhasır kalan kimselerin sânihâti ne kadar sanatkârâne, ne kadar güzel olursa olsun, şiir olsalar bile (millî marş) olamazlar. Fikrimce bir güfte isterse edebiyatın tarifi veçhile şiir olmasın; fakat şair kendisi duymuş ise, eseriyle halka da duyurabiliyorsa marş olmaya lâyıktır. Şu halde maksût olan tefekkürü tahayyül değil; tahassüs ve ahsâsdır. Besteye gelince, bunda sanatın incelikleri değil; halkı heyecana getirecek nağmeler, ahenkler, tavırlar bulunmak matlûptur. Nokta-i nazarımı misallerle tavzîh etmek isterim:

Feylesof, âlim, şair, ümmî, câhil kim olursa olsun her erkek ve kadın Türkacaba:

Ey gaziler! Yol göründü yine garîp serime!
Dağlar, taşlar dayanamaz, benim ah ü zârıma! [*] şarkısıyla otuz sene evvelki Yunan muharebesinde bir Anadolu çocuğunun ibdaâ ettiği:

Al yeşil bayrağı gelin mi sandın?
Askere gideni gelir mi sandın?
Çalınan davulu düğün mü sandın? İlah

Şarkısını işittiği zaman mütehassıs olmuyor; ruhunda bir galeyan neşat ve ihtizaz duymuyor mu? Bunlardaki tesir şair geçinenleri güldüren basit ve rakik güftelerinde, musikişinaslara dudak büktüren bestelerinde ve bilhassa güfte ve beste itibari ile halkın ruhundan kopup gelme olmalarında, halkın hissiyâtına muvafık kelimelerinde değil midir?

Haydi bunları âmiyâne Kemal’in (Vatan) piyesindeki meşhur:

Âmâlimiz, efkârımız ikbâl-i vatandır. 
Serhadimize kale bizim, kanlı bedendir!

şiir hamasisi veznin ahenkdarlığı, raksanlığı, mananın ulviyeti ve hele bestesinin azamesi itibariyle bugünkü güfte ve bestelere nazaran bir hususiyeti, milli bir şiârı haiz değil midir?

Eğer “Ismarlama güfte ve beste olamaz!” desturu bir hakikatse, eğer içtimaîde herkesi put kırmaktan, yâr ve ağyara karşı mahcûp olmaktan kurtarmak matlûp ise hiç olmazsa (Ey Gaziler) şarkısını, yahut Kemal’in güftesini besteleriyle şimdilik (millî marş) olarak kabul etmek ve bir millî marş yazacak şairle besleyecek sanatkârın tulûunu beklemek zarûridir. Bu iki şiirin besteleri bilhassa yürüyüşler için pek mükemmel olduğu düşünülürse güftelerinde tadilât yaparak kabul de mümkün olur, sanırım.

Bu çok mühim ve mu’dil olduğu kadar bilhassa (millî) olan bahis hakkında (Hayat)ı âlimâne yazılarıyla tezyîn eden âlim ve mütefekkirlerimizin ne düşündüklerini öğrenmek, kalpleri Türklük hissiyâtıyla çarpan her ferdîn bir arzusu olduğuna mutmainim.

Edebiyat, ruhiyât, içtimaiyât ve musikî sahasında üstât olan salâhiyettâr zevâttan bu arzu-yı umumînin tatminini niyaz, acaba vakitsiz ve manasız telakki edilir mi?


[1]Hangi “Ekseriyet ârâ?” 

[*]Nağme: den maksat, Anadolu’da (Urfa ağzı, Ekin ağzı, Bingöl ağzı…) namı verilen millî ve mahallî nağmeler ve bilhassa musikî makamlarıdır. 

[*]Bu şarkı da on beş hecelidir. Fakat taktî edilirken her mısra (4+4+4+3+=15) durgularına ayrıldığı, ise bu durgulara, yani parçalara tevfîken vücûda getirildiği cihetle uzun heceli şiirlerdeki ıtrâd ve yeknesakı burada hallolunamıyor. 

Çankırılı Ahmet Talat, Hayat, c. 3, nr. 67,

8 Mart 1928, s. 14-15

MEHMED AKİF

Ölümile memleketimizin fikir ve sanat adamlarının hayat ve şahsiyeti üstünde düşünmeğe davet eden Mehmed Akife, bu satırlarımla son vazifemi yapmak istiyorum.

“Üstâdımız, takdîm ettiği İstiklâl Marşı’nı Fârisîye tercüme ederek îzâh ettiler”

Afgan devlet-i İslâmiyyesi sefîrinin Anadolu’ya gelmesi İslâm târîhinin en mes’ûd hâdiselerinden birini teşkîl eder. Garb müstevlîlerinin İslâm âlemine karşı mütemâdî savlet ve tahakkümleri yüzünden perîşân olan, dinlerinin vahdet ve izzet emreden düstûrlarına arka çevirdikleri için yekdiğerinden cüdâ düşen Müslüman milletleri arasında bugün vahdete doğru bir hareket başlamış olduğu görülüyor.

“Hakkıdır hakka tapan milletimin istiklâl"

Fransız mekteplerinde çocuklara şair Alfred de Vigny'nin Kurdun Ölümü diye meşhur bir şiiri okutulur.

..."Mehmet Âkif'in "Garbın âfâkı­nı sarmışsa çelik zırhlı duvar" diye anlattığı duvardan etkilen­memesi zordur"

Sola doğrudan Marksizmden giren Nâzım Hikmet'in de zihnini öncelikle emperyalizm uğraştırır.

Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!

1922 yılında Cevona'da bastırılan T.B.M.M. umum müdürlüğü'nün ilk bastırdığı posta pullarından biri.

İstiklâl Marşımızın Yazıldığı Ev

Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...

ENKAZ YIĞINLARI ALTINDAN YÜKSELEN İSTİKLÂL MARŞI

Muallimi, çocuğa ölürken bile İstiklâl marşı söylenmesi lâzım geldiğini öğretmişti, çocuk hocasının sözünü dinledi ve sesini duyanlar...