Bilindiği gibi İstiklal Marşımızın milli marş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisince kabulü 12 Mart 1921 tarihine rastlar. 13 Mart 1971 Cumartesi günü, Türkiye Muallimler Birliği ile Türk Edebiyat Cemiyeti birlikte, İstanbul Belediyesi toplantı salonunda, çok güzel görkemli bir törenle 12 Mart 1921'in 50'nci yıldönümünü kutladı. Konuşmacılar seviyeli ve doyurucu idi. İstiklal Marşımızın bestesi üstünde hiç durulmadı, konuya bu yönden hiç değinen olmadı; belki de değinmek gereğini duymadı. Oysa M. Akif'in doğum veya ölümünün değil İstiklal Marşı’nın T.B.M. Meclisince kabulünün 50'nci yılı olması dolayısıyle bestesi üstüne de enine boyuna bir konuşma yapılması gerekirdi. İşte ben burada gücüm ölçüsünde bu eksiği tamamlamağa, İstiklal Marşımızın bestesinin çeşitli yönlerden bir tenkidini, eleştirisini yapmağa değerlendirmeğe çalışacağım. Yalnız! daha önce bir noktayı önemle belirtmek isterim: İstiklal Marşımız (Akif'in kendisi de) sadece yazıldığı günleri, Kurtuluş Savaşını anlatıp o günlerin havasını yansıtmakla kalmaz, müslüman Türk milletini de temel özellikleriyle temsil edici bir nitelik taşır. Buna karşılık İstiklal Marşımızın bugün kullanılan bestesi Kurtuluş Savaşının bitiminden sonra yapılmış; bunun üzerine öteki, daha önceki beste bırakılmıştır. Daha önce yapılmış olan beste hakkında bir bilgim yoktur; bugünkü beste Batı musikisi üslubundadır; milli Türk ses sanatlarından hiçbir unsur taşımaz. Bu bakımdan söz ile beste çelişir durumdadır. Yönetimin hızla, kesinlikle ve her bakımdan yüzdeyüz Batılılaşmayı gaye, amaç edindiği bir dönemde böyle olması tabiidir; yadırganacak bir davranış sayılmaz bu...
İstiklal Marşını çeşitli yönlerden değerlendirmeğe girmeden önce kendimize şu soruyu soruyoruz: Bir milli marşın ne gibi temel özellikleri bulunması gerekir?
1- Söylenir kolaylığı. Bunu sağlamak için bestenin kapsadığı ses vüs'atinin imkan ölçüsünde sınırlı, dar olması, ayrıca, hançere için çıkarması güç olan ses aralıklarından kaçınılması gerekir. Çünkü bir milli marş yalnızca çalgı ile çalınmak için değil, daha çok büyük kalabalık topluluklarca hep bir arada söylenmek içindir. Milli marşı söylemesi beklenen bu topluluklar içinde özel olarak musiki eğitimi görmüş kişilerin sayısı pek az olacağı gibi, araların da ses vüs'ati pek sınırlı, ses kabiliyeti çok düşük olanların sayısı da az değildir. Ne var ki, bunların milli marşın söylenmesine katılmaları beklenir. İşte bundan ötürü milli marşın söyleniş bakımından, bu ses kabiliyeti düşük hançereleri musiki okumağa elverişsiz olanların dahi, hiç olmazsa büyük yanlışlıklar yapmadan, söyliyebilecekleri kolaylıkta olması gerekir; yoksa milli marş büyük topluluklarca her söylenişinde çorbaya döner; gurur, heyecan verecek, birlik, beraberlik duygularını kökleştirecek yerde, topluluğun içinde bir eziklik, başarısızlık duygusu, huzursuzluk, hatta utanç duyguları uyandırır.
Ayrıca sesler 12 aralık (bir buçuk oktav) gibi geniş bir alana dağılıyor. Bu bestenin okunmasında, orta vus'atli bir hançere için, aşılması imkansız bir güçlük unsurudur.
İstiklal Marşımızın bestelenmesinde Zeki Bey’in bu noktayı hiç göz önünde bulundurmadığını sanıyorum. Bu sonucu bestenin icrasının insan hançeresi bakımından çok güç olmasına bakarak çıkarıyorum. İstiklal Marşımızın bestesi incelendiğinde Zeki bey sanki insan hançeresi bir saz çalma kolaylığıyle ses çıkarabilecek güçtedir sanmış gibi görünüyor. Ya da bir ses sanatçısı, ustalığını, cam bazlığını göstersin diye bestelenmiş gibi. Böyle özellikle güç olsun diye, bile bile yapılmış besteler vardır. Ayrıca her halde Zeki beyin bu bakımdan yeter bilgisi de yoktu.
İstiklal Marşımızın bestesi incelendiğinde baştan sona dörtlü aralıklar üstüne kurulduğu görülür. Bestenin belkemiğini dörtlü aralıklar teşkil eder. Oysa insan hançeresi bakımından çıkarılması en güç aralık belki de dörtlü aralıktır. Bu yetmiyormuş gibi birkaç yerde sekizli (oktav) aralıklar da bestenin içine sokulmustur. Bu sekizli aralıkların birkaç yerde gelmesi, marş söylenirken daha büyük ses kargaşalıklarina sebep olduğu gibi, ayrıca belki bir sirk havası diyebileceğim, bir milli marş ciddiliğine yakışmayan seviyesiz bir izlenim de bırakıyor.
2- Bir milli marşın milli nitelikte olması da gerekir. Adı üstünde... MİLLİ MARŞ... İstiklal Marşımızın güftesi bu bakımdan kusursuzdur; ve yazarı, büyük Türk şairi M. Akif bugüne değin yetişenler içinde Türk milletini en iyi anlamış bundan ötürü onu hepsinden daha eksiksiz benimsemiş, duygu ve inançlarını paylaşarak fiilen yaşamış, kendini içten milletine adamış olan şairdir denebilir.
Bir milli marşın milli olması ne demektir?
a- Türk milli sesleriyle, milli musikimizin usulleriyle bestelenmiş, milli ses zevkine hitap eder, ses düzenlemesine uygun olması demektir. İstiklal Marşımızın bestesinde millilikle niteliyebileceğimiz bir tane bile ses bulunamaz.
b- Milli marşın güftenin anlamına, yazarın ruhuna uygun olması, milletin yazarca ifade edilmiş olan duygularını yansıtması demektir.
İstiklal Marşı güftesinin, daha az önemli öteki özellikleri yanında iki temel yönü olduğunu aklımızdan çıkarmamamız gerekir:
1- Dini yönü; 2- Kahramanlık yönü.
Yapılacak İstiklal Marşı bestesinde bu iki temel yön ve özelliğin bulundurulmaması düşünülemezdi. Bunlardan başka bir üçüncü unsur olarak da, halk musikisinin, halkın sesinin hesaba katılmalı, bu üç özelliğin İstiklal Marşımızın seslerinde belirgin olması, kulağa çarpacak biçimde yansıtılması, iyice duyulmalıydı. Doğrusu, belki söylemesi acıdır ama, gene de belirtmek zorundayım; çünkü tersini söylemek dürüstlüğe sığmaz: İstiklal Marşımızın sözleri ile bestesi arasında en ufak bir ilgi bulmak imkanını göremiyorum.
Nasıl yansıtacaktı besteci bu üç unsuru eserinde? Kolay değil elbet; ne var ki değerli ve temsil edici bir milli marşın başka türlü olması mümkün değildir. Güçlü, Türk ruhunu ve musikimizin seslerini iyice kavrayıp benimsemiş bir sanatçı için güç olsa da başarılabilecek, çok zevkli bir sanat işi. ayrıca bir vazifedir. Böyle bir ödevi ve zevkli sanat işini üstüne alan sanatçı başarıya ulaşabilmek için yukarıda belirttiğim üç unsuru da yansıtacak milli musikilerden, Türk din musikisiyle kahramanlık ve halk musikisinden ilhamını alacaktır. Bu üç musiki de, bildiğiniz gibi, ayin-i şerifler, ilahiler, tekke musikisi ile mehter musikisi ve halk musikisinin daha çok kahramanlık duygularını dile getiren türkülerdir.
Bu belirttiğim noktalar göz önünde bulundurularak İstiklal Marşımız bestelenseydi yüzdeyüz Türk damgasıyla damgalanmış bir milli marşımız olurdu. Dinleyenler de hiç duraksamadan «Bu Türk milli musikisiyle bestelenmiş, Türk Milli Marşıdır» derlerdi. Bugün türlü sebeblerden hoşumuza gitse bile - çok dinlemiş olmak, milli marşımız olduğu için benimseme v.b. sebeplerle - ne yazık ki İstiklal Marşımızın bestesinin ne Türk musikisi sanatı, ne Türk milletinin ses zevkiyle, temsil edici olmak bakımından, bir değer taşıdığı söylenemez. Bir kez daha ilk notalarında bir valsin ilk sesleri duyulur. Hatırımda yanlış kalmamışsa, bu valsin adı «EVA» dır. Öğrenciler günlerimizde bir yüzünde, öbür yüzünde CARMEN SYLVA adlı iki vals bulunan plak, Batı musikisi meraklılarınca çok çalınır, çok dinlenirdi.
Doğrusu böyle bir benzerliği yadırgamamak gerekir; çünkü o günlerde Batı musikisi taklitçiliğinde henüz çok acemi idi musikicilerimiz. Bundan ötürü de belirli, kaba taklitten kendilerini kurtaramazlardı. Bugünküler Batı musikicilerinin taklidi daha üstü örtülü, daha ustaca yapmasını öğrendiler. Taklit tecrübeleri ilerledi, gelişti, taklitçilikte ustalaştılar.
Bizim samimi inancımıza kalırsa İSTİKLAL MARŞIMIZDA Batıdan, Batıyı temsil eden hiçbir ses bulunmamalıdır. Çünkü bu mars Batıya karşı bir ölüm-kalım savaşının marşıdır; bu ölüm-kalım savaşı içinde yazılmış, onun hatırası, onun yadigarıdır. Bugüne değin söylenegeldiği gibi YUNANLI VE AVRUPALININ ANADOLUYU İSTİLASI bir sömürgecilik savaşı, bir sömürgecilik hareketi değildir. Yani Yunanlılar ve Avrupalılar Anadoluya, mesela Hindistan'a, Güney Afrika'ya gider gibi sömürgeciliğe gelmiş değillerdi. Bu istilânın gerçek gayesi Türk milletini İMHA, ORTADAN KALDIRMA, Avrupa ve Anadoludan sürme idi. Kırım'da Rusların yaptığı, Azerbaycan ve başka yerlerde hâlen yapmağa çalıştığı gibi.
Bütün bu gerçekler çerçevesi içinde düşününce, bir milletin KURTULUŞ SAVAŞI sırasında yazılan İSTİKLAL MARŞI'nın bestesinin kendini yok etmek isteyenlerin seslerinden yapılması, bilmem size ACI, ÇOK ACI BİR TECELLİ olarak görünmez mi? Bana görünüyor.
Sabri Akdeniz, Sönmez, 1971, Cilt 8, Sayı 68-69, s.13-15
Sinemalarda aktüalite filmi gösterilirken, bazan birkaç kere istiklâl marşı çalındığı oluyor. Her seferinde ehalinin yarısı ayağa kalkıyor. Kalkmıyanlara da ihtarlarda bulunanlar oluyor.
Milli marşın İstanbul radyosunda niçin çalınmadığı hakkında yazdığım yazıdan sonra, bu meselenin efkâri umumiyede uyandırdığı akisler, hassas bir noktaya dokunduğumu ispat etti.
İstiklâlimizi ebediyen kazanıp Cumhuriyete kavuştuktan sonra millî ahlâkımızda bir cihet, bütün açıklığıyle göze çarpıyordu: Bayrak saygısı… Bu, pek tabiî bir neticeydi. Çünkü İstiklâl Harbi neydi? Bayrağımızın İstiklâli, hür ve müstakil topraklarımız üstünde dalga vuracak olan mukaddes Türk Remzinin hâkimiyeti için çarpışmış değil miydik?
San'atkâr elinde kalem, dokunduğu yerden nur çıkaran bir peygamber asasıdır. Fakat, dokunduğu yer, ya bir kuru taş olmalı, ya bir kara toprak.
Cümhuriyet marşı söylenirken kalkmadığından
Çomu zade ile Fırka reisi arasında çıkan münakaşanın sonu
Afgan devlet-i İslâmiyyesi sefîrinin Anadolu’ya gelmesi İslâm târîhinin en mes’ûd hâdiselerinden birini teşkîl eder. Garb müstevlîlerinin İslâm âlemine karşı mütemâdî savlet ve tahakkümleri yüzünden perîşân olan, dinlerinin vahdet ve izzet emreden düstûrlarına arka çevirdikleri için yekdiğerinden cüdâ düşen Müslüman milletleri arasında bugün vahdete doğru bir hareket başlamış olduğu görülüyor.
Batı, medeniyet diye bizi aldatmış, biz medeniyet diye aldanmışız; aldatan kahpe olmaz da ne olur. Âkif'i medeniyet düşmanı olarak takdim etmek de ayrı bir aldatmaca değil midir?
İstatistikler 1914-1918 dünya savaşının 23 milyon insana mal olduğunu gösteriyor. Bunun içinde yalnız ölenler yok...