Her milletin bir “millî marş”ının olması teamül haline gelmiştir. Milletçe saygı duyulan, ayakta dinlenen marşdan bir kısmı hükümdara övgü mahiyetindedir. Bir kısmı kahramanlık şarkıları söyler. Şöyle bir bakalım, meselâ İngilizler
“God bless the Quinnl" (Tanrı Kraliçeyi korusun)
derken Fransızların Merseillaise'i
“Allons les enfants de patrie
Le jour de gloire est arrivé" (Haydi vatan evlâtları,Zafer günü geldi)
demektedir. Bir zamanların Almanyası,
“Deutschland Deutschland über alles" (Almanya, Almanya, sen herşeyin üstündesin)
diye elindekini avucundakini kaçırdı. Şimdi ol saltanatın yerinde yeller eser, bu marşın da sadece bestesi kaldı, güftesini bilen bile yok.
Bizim Millî Marşımız İstiklâl mücadelemizi, o tarihlere sığmayan destanı terennüm ettiği içindir ki “İstiklâl Marşı” diye adlandırılmıştır. Mehmet Akif'in kaleminden, ama bu büyük milletin "kollektif alt şuurundan" fışkırmıştır. Hepimizin, herkesin malıdır. Bu sebeple Mehmet Akif İstiklâl Marşını Safahat'ına almamış, “Kahraman Ordumuza" ithaf etmiş, verilen mükâfatı da kabul etmemiştir. İnsanların, fertlerin alt şuurları olduğu gibi ailelerin, daha geniş manâda milletlerin, belli bir kavmin, bir ırkın, v.s. kollektif alt şuurları vardır. Çok derinlere işlemiş olan kollektif, müşterek alt şuur muhtevası o milletin her ferdi için aynı, en azından birbirinin benzeri olan davranış örneklerini, “engramları” ihtiva eder ve zamanı gelince topyekûn fışkırma halinde kendini gösterir, İstiklâl Marşımız böyle bir zamanda Mehmet Akif’in kaleminden patlayan, fışkıran bir volkan, bir indifadır.
Sèvre muahedesi ile vatan parçalanmış, yer yer işgale uğramış, güzel İzmir Yunan işgali altında inle mekte, bununla da doymayan müstevli vatanın harîm-i ismetine uzanmış, Ankaraya doğru yürümekte ve Büyük Millet Meclisinde merkez-i hükümetin Ankara’dan da nakli müzakere edilmekte.
Geldiği yer ki, Çanakkale’dir, İzmir’dir, Ege sahilleri dir. Her karışı şehit kanı ile sulanmış, her zerresinde şehit kemiği yatan mubârek topraklardır...
Ve, sonra Cenâb-ı Mevlâya yakarma;
Artık Millî Mücahede bitmiş, zafer şarkıları söylenmekte, vatanın her köşesinde şanlı bayrağımız, nazlı hilâlimiz tekrar dalgalanmaktadır. Yunanlı İzmir den denize dökülmüş. İstanbul’daki müstevliler bayrağımızı selâmlıyarak geldikleri yere çekip gitmişlerdir. Akif, hayır, Akif değil, millet milletin şuuru, alt şuuru, bedeni, ruhu, hepsi birden tekrar hilâle döner ve İstiklâl Marşımızı şöyle noktalar:
Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken kendisine İstiklâl Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in cevabı, bu marşın neyin destanı, neyin mahsûlü olduğunu anlatacak bir vecizedir:
"Allah bir daha bu millete bir istiklâl marşı yazdırmasın!”
Prof.Dr. Ayhan Songar, Türk Edebiyatı, Mart 1983, s. 11-12
İlk hürriyet senesinden beri binlerce türkü ve marş çıktı, içlerinden bir çoğu notaya, müzikaya, mektebe alındı, yüz binlerce çocuk ve asker...
İstiklâl marşı şairi Mehmed Akif öldü. Onun ölüm haberini duyar duymaz, İstiklâl marşının İstiklâl Harbinde,
Millî Türk talebe birliği gençliğinin millî marşlarımızı öğrenmesini temin için Halkevi ve Konservatuvarla temas ederek...
– Evet, diyor, İstanbul'dan, mücahede aleyhine fetva çıktığı gün ayrılmıştım. Üsküdar'dan araba ile şimdi ismini hatırlayamadığım bir köye gittik, orada Cuma'yı tuttuk.
Çok saygı değer Abidin Daver Bey, Bundan bir ay kadar evvel Hem Nalına hem Mıhına sütununuzda Romanyalıların İstanbula gelişlerinden ve İstiklâl marşımızı hemen...
Sinemalarda aktüalite filmi gösterilirken, bazan birkaç kere istiklâl marşı çalındığı oluyor. Her seferinde ehalinin yarısı ayağa kalkıyor. Kalkmıyanlara da ihtarlarda bulunanlar oluyor.
Başbakanlığı döneminde Celal Bayar çağrılı olarak Yunanistan'a, oradan da Yugoslavya'ya resmi bir geziye çıktı.
Yusuf Ziya Bey, millî bir marştan mahrum oluşumuzdan en büyük teessürü hisseden bir zat olduğu için, bu bahis etrafında bize umumî alâkayı davet edebilecek şeyler söyledi.