Fakat 1914 den bugüne kadar Türk edebiyatında cıvık ve cırlak san’at iddialarile çırpınıp duran şairlerimizin millî marşa mevzu olacak iki satırlık bir nazım çıkaramadıklarını gördükten sonra...

Hatır ve Gönül

İstiklâl marşı sahibi şair Mehmet Akif öldü.

Medrese edebiyatı üstadının son ayları pek hazindi. Onu ilk ve son defa geçen yaz Alemdağında, Prens Halimin çiftliğinde görmüştüm.

Kendini iyi hissetmediği için ömrünün son günlerini memleketinin yeşil köşelerinde geçirmek için Mısırdan gelen büyük şair Alemdağının asırlar seyreden engin çınarları altında, açık havada ormanın musikisini dinliyordu.

Onu tabiatın yeşil koynunda bırakıp dönerken içimde derin bir teessür vardı.

Bu teessür Safahat şairinin ıstırabına şahit olmaktan ziyade İstiklâl marşı güftegârının âkıbetini görmekten doğmuştu.

Çünkü şair de olsa, âlim de olsa o da bir fanî insandı. Mukadder âkıbetlere gözyaşı dökmenin ne kıymeti olur. Fakat eseri ile bir cemiyetin varlığına karışmış fanilere karşı o cemiyetin bigâneliği yaşıyanları daha çok muztarip eder.

Mehmet Akif’in edebî mesleğine inanmış değilim. Hattâ daha mektep sıralarında onun Fikretle olan fikri düellosunu heyecanla takip ederken Akifi başında burma burma sarığı ile haşin ve inatçı bir medrese softası gibi görürdüm. Fikretin o ince, fakat hançer gibi batıcı, ateş gibi yakıcı cevaplarını harıl harıl ezberlerken şahsını tanımadığım Fatih kürsüsünde şairine karşı derin bir husumet duyduğumu da unutmuyorum.

Fakat 1914 den bugüne kadar Türk edebiyatında cıvık ve cırlak san’at iddialarile çırpınıp duran şairlerimizin millî marşa mevzu olacak iki satırlık bir nazım çıkaramadıklarını gördükten sonra Safahat şairine karşı duyduğum o masum düşmanlıktan utandım.

Bu samimî hicap ile onu son günlerinde olsun ziyaret etmek, elini öpmek için Alemdağına kadar gittiğim zaman gördüğüm manzara beni bir kat daha mahcup etti. Çünkü millî marşımızın adı tarihe geçecek şairi orada millî ve resmi alâka ve şefakatlerden uzak, tesellisiz, sevgisiz, hasretini çektiği yurdunun havasını koklaya koklaya hayata gözlerini kapamaya çalışıyordu.

Burhan Cahit, Son Posta, 29 birinci kanun 1936

 

 

 

 

Bir kahraman emekliye ayrıldı

Bu kahraman 1903 eylülünün 25 inci günü doğmuştu. 1947 eylülünde emekliye ayrıldığına göre, henüz 44 yaşındadır. 44 senelik hayat, emekliye ayrılacak bir yaş değildir ama, o çok yorulmuş ve yıpranmıştı. Çünkü bütün ömrü savaşmakla geçmişti. Balkan harbinde, Karadenizde...

Prof. Dr. Faruk K. Timurtaş - Mehmet Âkif ve Cemiyetimiz; İstiklâl Marşı'nın 40. Yıldönümü

Millî marşımız bundan tam kırk yıl önce, 25 Mart, 1921 (12 Mart 1337) tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce resmen kabul edilmişti. Bu yıldönümü vesilesiyle eşsiz eserin ve büyük

İstiklâl Marşımızın Yazıldığı Ev

Yukarıdaki klişeye lütfen dikkat ediniz: Bugün benzerleri yurdun her köşesinde sıralanan bir gecekondu hüviyeti içindeki mütevazi yapı...

İstiklal marşı, bir kere marş olarak yazılmamıştır...

Bir millî marşa olan ihtiyacımız etrafında yaptığımız neşriyat, şehrimiz musiki âleminde ve Darülfünun muhitinde derin akisler uyandırmıştır.

"Kaleme aldığı marş bu mücadelenin mücessem bir âbidesidir.

Ataç ise yine bir başka yazısında, Âkif’in millî şair, İstiklâl Marşı’nın millî marş olduğunu savunanlara “içinde minarenin, hilâlin, müezzinin zikredildiği bir marş nasıl millî olabilir?”