...
Biz üstünlüklerimizi inkâr etmiş bir toplumuz. Bizim hicrî takvimi terk etmemiz, şerefimizi inkâr etmemiz anlamına gelir. Çünkü bakın bir miladî takvim var. Milat olarak İsa (a.s.)’nın doğumunu esas alır. Biz İsa Aleyhisselâm diyoruz ama onlara göre Tanrı’nın tarihe girişidir. Normal olarak, Tanrı’nın tarihe girmesi şeklindeki kabulleri sebebiyle, “Bunu sıfır kabul etmeyeceğiz de ne yapacağız?” diyorlar. “Allah dünyayı o kadar çok sevdi ki biricik oğlunu oraya gönderdi.” Bu, İncil’den bir cümle. Miladî takvim yapmışlar ama ondan sonra bakmışlar ki sıfır olarak kabul ettikleri tarihte İsa Aleyhisselâm dört yaşında. Tetkik sonucunda ortaya çıkıyor. Böyle bir takvimi var onların ve çok başarısız bir takvim. Şu anda Gregoryen takvim kullanılıyor fakat ondan önce Julyen takvimi kullanılırdı. Ve onu en son terk eden İngiltere ve Rusya’dır. Onun için Rusya’da Ekim Devrimi dediğimiz şey Kasım ayında olmuştur aslında. Böyle saçma bir takvim. Biz bunu hicrî takvimin yerine koyduk.
Hicrî takvimin üstünlüğü daha dakik olması bakımından değil hicretin sıfır kabul edilmesi yüzünden. Ne demek? Biz Allah’a kulluğun üstünde hiçbir değerin yer almadığı, insanî değer kabul etmenin en bariz noktasını sıfır noktası kabul ediyoruz. Hicret dediğimiz olay Rasûlüllah’ın davasından vazgeçmemesi üzerine cereyan etmiş bir olaydır. Yani ona müşrikler dediler ki: “Kadın istiyorsan en güzellerinden seç al, eğer servet istiyorsan aramızda toplayıp sana verelim, eğer reislik istiyorsan bundan sonra senin sözünden hiç çıkmayalım; yeter ki Lâ İlâhe İllallâh Muhammedün Rasûlüllah davasından vazgeç.” O ne dedi: “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseniz davamdan vazgeçmem.” Hicret bunun sonucudur. Yani Allah’a kulluğun insanın varabildiği en yüksek değer olduğunun tescilidir. Çünkü Mekke müşrikleri Müslümanların ne Mekke’de yaşamalarına ne de Medine’ye hicret etmelerine göz yumuyorlardı. Hicret bu derece riskli bir şeydi. Ve bu hicret olayında biliyorsunuz Rasûlüllah Ebu Bekir (r.a.)’le beraber tehlikeli bir yolculuğa çıktı. Mağara olayını biliyorsunuz, biz Müslümanların güvercinleri ve örümcekleri neden sevdiğini bilirsiniz. Bunlar artık toplumdan kaybolmuş şeyler.
...
"BİR AKŞAM GEZİNTİSİ DEĞİL, BİR İSTİKLÂL YÜRÜYÜŞÜ", İstiklâl Yürüyüşü 4/2, S. 137-138
Türkiye’de 12 Eylül’de sonra yeni bir askeri müdahale olup olmayacağı çevresinde dönen bir soruşturmaya cevap verirken hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti bir zaman önce Aziz Nesin:
Marşımızın isminde yer alan istiklâl / استقلال kelimesi Arapçada olmayan bir kelimedir. Daha doğrusu evvelden olmayan günümüzde ise kullanılan bir kelimedir.
Şimdi, sapık düşünceyi bize geçerli düşünce olarak kazıklamak isteyen insanlar dünya şartlarının neleri bize yaptırdığını gözümüze sokmaya çalışırlar. Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Marşı yazıldığı ve meclis tarafından kabul edildiği zaman yoktu.
23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldığında Antep’e “Bize mebus gönderin!” telgrafı gelir. Antep’in ileri gelenleri toplanıp, “Eğer Ankara’ya biz gidersek ve Ankara İstiklâl Harbi’ni kaybederse İstanbul bizi sürgüne gönderir
Yani her aşamada önümüzde Türkiye için hayrı talep eden, hayır için dua eden enayiler ve Türkiye’nin asla paçasını kurtaramayacağını düşünen uyanıklar vardı. Bugün hâlâ aynı şey söz konusu.
İstiklâl Marşı’nı O Musiki İle Söylerseniz Bütün Vurguların, Bütün İşaret Edilen Fikrî Esasların Temayüz Ettiğini Görürsünüz


