“Korkma” Lafzıyla Başlayan İstiklâl Marşı 1930 Yılından Beri Türklere Korkmalarını Telkin Eden Bir Beste İle Okunuyor

Musikinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Rivayetlerden biri lisanın kendi ahengiyle seslerin vurgu farklılığına göre tabii nağmeler meydana getirerek musikinin neşet etmesi. Sözlü musikinin zaruri estetik kaidesi olarak prozodi de böylece mer’iyet kazanıyor. 

Prozodiyi basitçe, güfte hecelerinin nağmelerle ahengi olarak tarif edebiliriz. Bu manada her hece, her kelime ve giderek her cümle telaffuzda ortaya çıkardığı ahengi nağmeler içinde muhafaza edecek şekilde tatbik edilmeye muhtaçtır. Yani dilin de kendine mahsus bir musikisi vardır ve bestekarın yaptığı şey bu tabii musikiye kendi elhanını giydirmektir. 

Güfte, vezni itibariyle, ortaya çıkacak musiki eserinin hangi usullerde olabileceğini tayin eder. Yani şiirin kendi içinde yakalamış¸ olduğu ritim, bestekar için bir yol tarif eder. 

Mevzu-i bahis marş olunca şiir için tayin edilebilecek usuller (ölçü sayıları) sınırlı oluyor. Bunun sebebi marsların esas itibariyle yürüyüşe eşlik edecek eserler olmasıdır. Marşlar millî varlığı veya bir sınıf bilincini aksettirecek eserler olduğuna göre bunu teşkil eden askerî gücün hareketine münasip bir yapı arz etmelidir. Bu yüzden marşlar en çok 2/4’lük veya 4/4’lük ritimlerde, yani bizdeki sofyan ve nim sofyan usullerinde olur. Bu usuller bir ölçü içindeki zamanı iki veya dört eşit parçaya bölen usullerdir. Dolayısıyla yürüyüş esnasında okumaya müsaittir (sol sağ sol sağ/düm tek düm tek). Marşları dikkate değer ülkeler arasında ritmik yapısı itibariyle müstesna olan bir tanesi var ki o da 3/4’lük ölçü sayısı ile God Save The Queen isimli İngiliz millî marşı. 

“Korkma” lafzıyla başlayan İstiklâl Marşı 1930 yılından beri Türklere korkmalarını telkin eden bir beste ile okunuyor. Zira henüz ilk kelimenin söylenişinde bile mizandan yoksun bariz bir asimetri göze çarpıyor. Kelime, telaffuzu gereği vurguyu ilk hecesinde barındırıyor. Vurgulu okunması gereken heceye pest bir ses, diğer heceye ise kendisine göre epey tiz bir ses verildiğinde “Korkma!” kelimesi, manasını iki nota içerisinde kaybediveriyor. Bu, prozodinin olmazsa olmaz kaidelerinden değil elbet. Yani vurguyu ihtiva eden heceye diğer hecelere nazaran pest bir ses verilebilir. Fakat dört nota birden atlayarak ikinci heceye geçince, vurgu ister istemez ikinci hecedeymiş¸ gibi duyulabiliyor. Gerçi bestenin umumuna bakınca bu hata diğerlerinin yanında pek tabii kalacaktır. Zira herkesin malumu olan “Şafak-larda”, “O be-nim milletimin”, “O benim-dir” kelimelerindeki bölünmeler hiçbir suretle kabul edilemeyecek hatalardır. Popüler bir müziğe futbol takımı taraftar gruplarından biri söz yazarak taraftar marşı meydana getirse böylesine bir çirkinliğin içine düşmezler. 

Osman Zeki Üngör’ün İstiklâl Marşı şiirini bestelemediğini biliyoruz. Müstakil bir ezgiye İstiklâl Marşı şiirini giydirmesiyle marşın müziği ortaya çıkıyor. Bir milletin marş bestesinin böyle bir ucuzlukla kotarılmış olması, o millete mensup herkes tarafından kendine hakaret addedilmesi gerekir. 

Marşa dair herkesin dikkatini hemen celbeden hatalar “Şafak-larda”, “O be-nim milletimin”, “O be- nim-dir” bölünmeleri. Prozodiyi tanımlarken söylemiştik: Hecelerin, kelimelerin, cümlelerin telaffuzda meydana getirdiği ahengi ve mana bütünlüğünü bozmamak esastır. Bu bestede sadece bazı kelimeler tahrif edilmiyor, marşın tamamını ifsat etmek için bilhassa gayret gösterilip hiçbir musiki cümlesinde şiire ait bir mana çıkmaması temin ediliyor. 

Musikinin en küçük parçası olan sesler, küçük parçalar oluşturup motifleri meydana getirir. Bu motifler de durakları ve kararlarıyla cümleleri meydana getirir. Tıpkı lisanda olduğu gibi. Bu beste, kelimeleri bölmediği zaman bile şöyle musiki cümleleri kuruyor: “Kanlarımız sonra helal hakkıdır.” 

“Korkma sönmez bu şafak” / “Larda yüzen al sancak” / “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak o be-nim milletimin” / “Yıldızıdır parlayacak o benim” / “Dir o benim milletimindir ancak” 

“Çatma kurban olayım” / “Çehreni ey nazlı hilal” / “Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal sana” / “Olmaz dökülen” / “Kanlarımız sonra helal hakkıdır” / “Hakka tapan milletimin istiklâl.” 

Şiiri bilmemiş olsaydık bu besteyle söylenen marşı dinlediğimizde bildiğimiz Türkçe bu şiiri anlamamıza kâfi gelmeyecekti. Öyle bir garabet ki bu, okunduğu sırada ne denildiğinin anlaşılması mümkün değil. Şiir ezbere bilinse de mahkûm edildiği elhan şiirden mana çıkarmaya kat’i suretle mâni oluyor. Bunu rahatlıkla müşahede edebiliyoruz. Zira her sene mekteplerde müzik dersinde bu marş öğretilir fakat her bir talebe marşı farklı sözlerle okur. Sözgelimi aralarında “kahraman ırkıma bir güne/bir güle/bir güneş” olarak okuyanlar ekseriyeti teşkil eder. Bu talebeler şiiri okurken aynı mısraı doğru okur. Fakat yürürlükteki beste ile tüm kelimeler anlamını yitirdiği için talebe, ister istemez o kelimeleri eğip bükerek, parçalayarak, yok ederek okuma gereği duyar. Böylelikle marşın sözsüz millî marşlardan farkı kalmaz. 

Beste şiirle öylesine alakasız ki, marş, şiirin kendisinden tecrid edilebilmiş bir müzik sayesinde Türk olmayanların saygısına mazhar olabiliyor. İstiklâl Marşı’na dair insanların zihninde beliren tek şey Osman Zeki Üngör’ün bestesi. Nitekim insanların orada burada İstiklâl Marşı’na saygıymış gibi yaptıkları tüm gösteriler Osman Zeki Üngör’e ait besteye duyulan saygının tezahürüdür. Tıpkı sözsüz millî marşlarda marş müziğinin bizatihi kendisine atfedilen kutsallık gibi. Böylelikle bize, “Burası hepimizin vatanı ve işte bizi birleştiren müzik de bu.” deniliyor. 

Bir bestekarın elinden çıkmış olup da prozodi hususunda Osman Zeki Üngör’ün bu marşından daha bozuk bir esere tesadüf etmek mümkün değil. Bir eseri tahlil ederken pek çok kaide üzerinde durulur. Mevzu-i bahis prozodi olduğunda ise, güfteyle elhânın ahengi bozuk bir musiki eserinden bahsediyorsak bu eserin başka hususlarda güzel olduğunu söylemek gibi bir imkân yoktur. Bir eserin prozodisi kötüyse o eser başka hiçbir bakımdan tetkike layık görülmez. 

Biz, marşı aslî bestesine sadık kalarak okuyoruz. Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün vezni ile ortaya çıkmış olan marşımızı İsmail Dede Efendi’ye atfedilen, Resulullah’ın hicretini anlatan “Taleal Bedru Aleyna” müziği ile okuyoruz. Türk musikisindeki şuğul formunun bir örneği bu. Güftesi Arapça olan Türk musikisi formuna şuğul diyoruz. Hüzzam makamında herkesin bildiği basit bir nağmeyi ihtiva ediyor. Nitekim bir marşta olması gereken en mühim hususiyetlerden biri de herkesin o marşa rahatlıkla iştirak edebilecek olması. Taleal Bedru Aleyna, elhanı itibariyle hem şiirin vezniyle tam olarak münasip geliyor hem de herkesin iştirakına imkân tanıyor. Dahası istiklâlini kazanmış bir milletin mensupları olarak marşımızı kendi musikimizle okumamızı sağlıyor. Yürük bir usulde olduğu için aralarda meydana gelebilecek bölünmelerde heceler vasledilerek bütünlük korunabiliyor. Yine bu yürüklük sebebiyle her mısraı tek nefeste söylemek mümkün olabiliyor. Böylelikle marşı söylerken, şiiri okuduğumuzda ne anlıyorsak onu anlıyoruz, onu söylüyoruz. 

İlker Çokgör, Kalbur Üstü Kelimeler, İstiklâl Marşı Derneği 11. Sene-i Devriye Bülteni

 

 

"Türkiyelilik" Tabirine Ne Denilmişti?

İsmet Özel: Türkiyelilik ve azınlık kelimelerinin sıkça geçtiği bütün bu tartışmalar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi müzakereye müsait bir ülke olarak görmesini sağlamak üzere yapılıyor. Yoksa hiç kimsenin gerçek düşüncelerini, gerçek beklentilerini, gerçek yönelimlerini gündeme getirdiği falan yok. Buna resmî makamlar da dahil, laf üreten birtakım tipler de.

Türk yerine Türkiyeli denmesinin anlamı sizce nedir?

İsmet Özel: Türkiyelilik ve azınlık kelimelerinin sıkça geçtiği bütün bu tartışmalar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi müzakereye müsait bir ülke olarak görmesini sağlamak üzere yapılıyor. Yoksa hiç kimsenin gerçek düşüncelerini, gerçek beklentilerini, gerçek yönelimlerini gündeme getirdiği falan yok. Buna resmî makamlar da dahil, laf üreten birtakım tipler de.

Türk yerine Türkiyeli üst kimliğinin seçilmesi zırvasının üzerinde durmak lâzım: Bir kere "Türkiyeli" tabiri çelişkilidir.

Neden?

Çünkü Türkiye diye bir yerin olabilmesi için Türk'e ihtiyaç var. Yaşadığım, egemen olduğum topraklara ben Türk'sem Türkiye denir. "Ben Türkiyeliyim, ama Türk değilim." Bunu ancak gayri-Müslimler söyleyebilir. Müslümanların "Türkiyeliyim" demeleri saçma. Bir Müslüman'ın "Türkiyeliyim" demesinin bu topraklarla kendisi arasına bir mesafe koymasından başka bir anlamı olamaz. Herkes "Türkiyeliyim" dediğinde Türkleri nereye koyacaksın? Yok eğer burada Türkler zaten marjinal bir unsur ise niye Türkiye lafını, Türkiyeli lafını kullanalım? "Türkiyeli" yerine pekala "Küçük Asyalı" da denilebilir. "Türkiyelilik", Türk'ü Türkiye'den kovmaya, silmeye yönelik bir anlayışın, söylemin önerisi.

"Ağzında Geveleme, Türk Müsün, Gâvur Musun Çabuk Söyle" başlıklı bir yazı yazmıştınız. Şimdi "Ben Türkiyeliyim" diyenler...

İsmet Özel: Ağzında gevelemiş oluyorlar. Başından beri yaptıkları gibi yani.

Bundan sonra ne yapılabilir?

İsmet Özel: Bundan sonra atılacak adım, birtakım insanların Türk olmadıklarını beyan etmek. Bunun yanı sıra, Müslümanlığını vazgeçilmez sayan her etnik grubun Türk olarak adlandırılması gerekir. Yani adam Kürt, Boşnak, Laz, Çerkez... olup da Müslümanlığını vazgeçilmez sayıyorsa, buna biz Türk diyeceğiz.

Ya Türk denilmesini istemezse?

İsmet Özel: Kendisi bilir. Biz ona Türk demeye hiç meraklı değiliz. Kendisine Türk denilmesini istemeyene Türk demeyeceğiz.

"Ben Türk oğlu Türk'üm" diye haykıranlar da var?

İsmet Özel: Onları da Türk olmaya çağırıyoruz. Hem İslam'a düşmanlık göster, hem Türk ol, bu imkânsız. Şimdiye kadar Türkçü hareket içinde olan insanlar, Müslüman tavırlarıyla Türklüklerini ispat etmek zorundadırlar.

Bu bir hata mıydı, tuzak mı?

İsmet Özel: Türkiye'de Türklüğü Türkiyelilikle örtmeye çalışanlar aslında faka basmış durumda. Çünkü, Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım" derken, bunlar İslam'dan kopuk bir Türklük önerdiler. İslam'dan kopuk bir Türklük, netice itibarıyla ırkçı bir Türklüktür. Başka türlü olmaz. "Türkler varmış, bir dönemde Müslüman olmuşlar, tekrar o Müslüman olmadan önceki Türklere dönüyoruz" demekti bu. Şimdi, krizde olan "Atatürk milliyetçiliği" denilen şeydir... Türkler Müslüman olmadıkları halde gene Türk olabiliyorlarsa, buyursunlar olsunlar.

Sizin telakkinize göre Türk, kâfire karşı duran kişi. Sizin Türk'ünüz Türkiye'de yaşıyor mu? Yaşamakta mı?

İsmet Özel: 1918 yılında, 1914 yılında başlayan savaş bitti... 1918'de siyasi ve askerî bir güç olarak İslam dünyadan silindi. İbrani-Hıristiyan medeniyet sildi. İstiklal Harbi, bu kararın geçersizliğini ilan eden bir savaştır. Yani, İslam siyasi ve askerî güç olarak ortadan kalkmamıştır. Bunu gösterdi İstiklal Harbi. Aksi takdirde bana İstiklal Marşı'nı nasıl açıklarsınız?

O halde, bir kişi, İstiklal Marşı'nı sansürlemeden okuduğu, benimsediği takdirde Türklüğüne bir kanıt mı getirmiş oluyor?

İsmet Özel: Bu doğal değil mi? Türkiye Cumhuriyeti'nde Türkiyelilikten söz edenler bana İstiklal Marşı'nın açıklasın! İstiklal Marşı niçin böyle? "O ezanlar ki şahadetleri dinin temeli / Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli" Bizim İstiklal Marşımız bu! Biz İstiklal Marşımızdan vaz mı geçeceğiz? İstiklal Harbi, İslam'ın dünyada söyleyecek sözünün tükenmediğini göstermek üzere yapılmıştır. Yoksa yapılmazdı. Ve İstiklal Marşı da bu marş olmazdı. Bu çok önemli bir şey... Cumhuriyetin ilanıyla beraber oynanan oyunları hakikat yerine koymayalım.

Hakikat sayılan oyunlar?..

İsmet Özel: 1921 anayasasında devletin dini İslam, 1924 anayasasında devletin dini İslam; siz bana nasıl olur da Türkiye Cumhuriyeti'nin başka bir şeyle alakalı olduğunu söylersiniz? Bu büyük yalanı niye kabullenelim? Birtakım insanlar "Biz milleti kandırdık" diyemiyorlarsa, biz onlara söyleyelim: "Siz milleti kandırdınız."

Bu durumda Türk olmak aynı zamanda kandırılmayı reddetmek anlamına geliyor, değil mi?

İsmet Özel: Tabii. Türk olmak bir tercihtir. Madem ki Lozan'da gayri-Müslimler azınlık statüsündedir, Lozan'da "gayri-Müslimler de Türk'tür" denilmiyor, geriye Türkler kalıyor, geriye Müslümanlar kalıyor. Yani "Türk = Müslüman" formülünü Lozan getirdi.

"Bu kadar net" mi diyorsunuz?

İsmet Özel: Daha da netleştireyim: 1918 İslam'ın sonu olarak görüldü, buna bir itiraz doğdu; birileri dedi ki "Hayır, İslam ölmedi." Fakat, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla, hayatta kalması aynı şartlara bağlı değil. Kurulmasını İslam'a, ayakta kalmasını İslam'dan kopmasına borçlu. Aslında hiç garip değil, çünkü İbrani – Hıristiyan medeniyet diyor ki "Tamam yok olmamayı sağladın, ama devam etmeyi ancak benim iznime bağlı olarak gerçekleştirebilirsin."

Dolayısıyla?

İsmet Özel: Cumhuriyet ilan edildikten sonra farklı bir yön tutturuluyor. 1928'de, Cumhuriyet'in ilanından 5 sene sonra, anayasadan devletin dininin İslam olduğu ibaresi çıkıyor. Aynı yıl harf inkılâbı yapılıyor. İslam anayasadan gidince, Latin harfleri de anayasaya geliyor. Bütün bunları konuşmakta zorlanıyoruz. Çünkü Cumhuriyet kurulduktan sonra hep günü kurtarmaktan başka bir işle uğraşmamış devlet yetkilileri. Taş üstüne taş koymak diye bir şey yok. Koymamakla ayakta kalabileceklerini düşünmüşler hep. Bu akıl almaz bir şey. Yani bu birikime sahip bir toplumun, 81 senede, harekete geçtiği yerden daha geride olasını izah etmek çok zor.

Siyasiler ve topluma söz söyleyenler dahil kimse Türk olmaya yanaşmadığı için mi bu hale gelindi?

İsmet Özel: Türkiye'nin çekilip çevrilmesi, Türkiye'de bir işin üstesinden gelinmesi söz konusu olduğu zaman, bunu yapacak olanın kim olduğunun tespit edilmesi lâzım. Kimlik meselesi budur. Yapılacak iş, Türkiye'nin hem kendisini daha iyi bir hayata kavuşturmak, hem de dünya milletleri arasında hesaba katılır bir yere sahip olmasını sağlamaktır. Kim yapacak bu işi? Böyle bir soru sorulmamış Türkiye'de. Onun için Türk'ün kim olduğu, kimin Türk olduğu konuları kaynayıp gitti.

Türk kaynayıp gittiği için Türkiye de somut, sağlam bir zemin, [sizin vurguladığınız kelimeyle söylersek] vatan olamadı... mı?

İsmet Özel: Bunu anlamak ve durumdan vazife çıkarabilmek, o vazifeyi ifa edebilmek için "Türkiye muvakkat bir devlet mi, yoksa muvazzaf bir devlet mi?" sorusunu cevaplamamız lâzım. Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında muvakkaten, o sırada dünya şartlarının gerektirdiği zorlamalar altında, ister istemez kabul edilmiş bir siyasi birim mi, yoksa Türkiye geleceği olan ve tarih içinde kendine bir iş yüklemiş, kendine bir pay biçmiş bir ülke mi? Mesele burada.

...

Bu mülâkat 12.11.2004 tarihinde Gerçek Hayat Dergisinde yayınlanmıştır.

Mülakâtın tamamını okumak için tıklayınız.

YİĞİDİN HAKKINI YEMEK İÇİN

Ülkemizde 1928 yılından sonra gözü kör eden kâtiplerin hükmü kalmadı. Latin harfleriyle okuyup yazmaya başladığımızdan bu yana önce mürettiplerin, sonra dizgicilerin ocağına düştük.

Kur’an-ı Kerim’in Nazil Olmasının İnsanlık Bakımından Önemi Nedir?

Dünya tarihinde, insanlık tarihinde iki büyük kırılma var. Birisi Kur’an-ı Kerim’in nazil olması, diğeri bugün Türkiye toprakları dediğimiz yerin darü’l-İslâm hale gelmesi. Bunları bir anlamamız lâzım. Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasının insanlık bakımından önemi nedir?

İstiklâl Marşı’nı Defalarca Değiştirmek İstediler

İstiklâl Marşımız Türk siyasetinin vesikasıdır. Bugün bilinen Türkiye Cumhuriyeti siyasî tarihi İstiklâl Marşı ile zıtlaşma halindedir. Şöyle ki: İstiklâl Marşımız “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin İstiklâl” diyor.

“İstiklâl Marşı Sevr Mağarasında Allah Rasûlü’nün Hz. Ebubekir’e Hitap Ettiği Gibi Başlar: Korkma!”

12 Mart 1921’de İstiklâl Marşı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından millî marşımız olarak kabul edildi. Daha Sakarya Meydan Muharebesi olmamıştı, bizim istiklâlimizi kazandığımıza dair bir sarahat yoktu.

1965'ten Sonra Başka Bir Sürecin Başlatıldığına Dikkat Bile Etmedik

1965 yılında Fener Patrikhanesi ve Vatikan, karşılıklı olarak aforozlarını kaldırdılar. 1965 yılında. Yani o zamana kadar Fener Patrikhanesi ve Vatikan biri diğerini kendi itikatlarına göre kafir sayıyordu, biri diğerini Hıristiyan kabul etmiyordu.

ORTADOĞU'DAKİ BÜTÜN KARIŞIKLIKLAR İSRAİL'İN SIHHATİNE HİZMET EDİYOR

Şimdi, sapık düşünceyi bize geçerli düşünce olarak kazıklamak isteyen insanlar dünya şartlarının neleri bize yaptırdığını gözümüze sokmaya çalışırlar. Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Marşı yazıldığı ve meclis tarafından kabul edildiği zaman yoktu.

Türkiye'de Anayasa Meselesi

İsmet Özel: Evet, 1982 anayasasından dolayı dediğiniz gibi. Bugün Türkiye’de işte sivillerin anayasa yapmasından söz ediliyor, değil mi? Aslında benim sormak istediğim soru şu: