Musikinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli rivayetler mevcuttur. Rivayetlerden biri lisanın kendi ahengiyle seslerin vurgu farklılığına göre tabii nağmeler meydana getirerek musikinin neşet etmesi. Sözlü musikinin zaruri estetik kaidesi olarak prozodi de böylece mer’iyet kazanıyor.
Prozodiyi basitçe, güfte hecelerinin nağmelerle ahengi olarak tarif edebiliriz. Bu manada her hece, her kelime ve giderek her cümle telaffuzda ortaya çıkardığı ahengi nağmeler içinde muhafaza edecek şekilde tatbik edilmeye muhtaçtır. Yani dilin de kendine mahsus bir musikisi vardır ve bestekarın yaptığı şey bu tabii musikiye kendi elhanını giydirmektir.
Güfte, vezni itibariyle, ortaya çıkacak musiki eserinin hangi usullerde olabileceğini tayin eder. Yani şiirin kendi içinde yakalamış¸ olduğu ritim, bestekar için bir yol tarif eder.
Mevzu-i bahis marş olunca şiir için tayin edilebilecek usuller (ölçü sayıları) sınırlı oluyor. Bunun sebebi marsların esas itibariyle yürüyüşe eşlik edecek eserler olmasıdır. Marşlar millî varlığı veya bir sınıf bilincini aksettirecek eserler olduğuna göre bunu teşkil eden askerî gücün hareketine münasip bir yapı arz etmelidir. Bu yüzden marşlar en çok 2/4’lük veya 4/4’lük ritimlerde, yani bizdeki sofyan ve nim sofyan usullerinde olur. Bu usuller bir ölçü içindeki zamanı iki veya dört eşit parçaya bölen usullerdir. Dolayısıyla yürüyüş esnasında okumaya müsaittir (sol sağ sol sağ/düm tek düm tek). Marşları dikkate değer ülkeler arasında ritmik yapısı itibariyle müstesna olan bir tanesi var ki o da 3/4’lük ölçü sayısı ile God Save The Queen isimli İngiliz millî marşı.
“Korkma” lafzıyla başlayan İstiklâl Marşı 1930 yılından beri Türklere korkmalarını telkin eden bir beste ile okunuyor. Zira henüz ilk kelimenin söylenişinde bile mizandan yoksun bariz bir asimetri göze çarpıyor. Kelime, telaffuzu gereği vurguyu ilk hecesinde barındırıyor. Vurgulu okunması gereken heceye pest bir ses, diğer heceye ise kendisine göre epey tiz bir ses verildiğinde “Korkma!” kelimesi, manasını iki nota içerisinde kaybediveriyor. Bu, prozodinin olmazsa olmaz kaidelerinden değil elbet. Yani vurguyu ihtiva eden heceye diğer hecelere nazaran pest bir ses verilebilir. Fakat dört nota birden atlayarak ikinci heceye geçince, vurgu ister istemez ikinci hecedeymiş¸ gibi duyulabiliyor. Gerçi bestenin umumuna bakınca bu hata diğerlerinin yanında pek tabii kalacaktır. Zira herkesin malumu olan “Şafak-larda”, “O be-nim milletimin”, “O benim-dir” kelimelerindeki bölünmeler hiçbir suretle kabul edilemeyecek hatalardır. Popüler bir müziğe futbol takımı taraftar gruplarından biri söz yazarak taraftar marşı meydana getirse böylesine bir çirkinliğin içine düşmezler.
Osman Zeki Üngör’ün İstiklâl Marşı şiirini bestelemediğini biliyoruz. Müstakil bir ezgiye İstiklâl Marşı şiirini giydirmesiyle marşın müziği ortaya çıkıyor. Bir milletin marş bestesinin böyle bir ucuzlukla kotarılmış olması, o millete mensup herkes tarafından kendine hakaret addedilmesi gerekir.
Marşa dair herkesin dikkatini hemen celbeden hatalar “Şafak-larda”, “O be-nim milletimin”, “O be- nim-dir” bölünmeleri. Prozodiyi tanımlarken söylemiştik: Hecelerin, kelimelerin, cümlelerin telaffuzda meydana getirdiği ahengi ve mana bütünlüğünü bozmamak esastır. Bu bestede sadece bazı kelimeler tahrif edilmiyor, marşın tamamını ifsat etmek için bilhassa gayret gösterilip hiçbir musiki cümlesinde şiire ait bir mana çıkmaması temin ediliyor.
Musikinin en küçük parçası olan sesler, küçük parçalar oluşturup motifleri meydana getirir. Bu motifler de durakları ve kararlarıyla cümleleri meydana getirir. Tıpkı lisanda olduğu gibi. Bu beste, kelimeleri bölmediği zaman bile şöyle musiki cümleleri kuruyor: “Kanlarımız sonra helal hakkıdır.”
“Korkma sönmez bu şafak” / “Larda yüzen al sancak” / “Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak o be-nim milletimin” / “Yıldızıdır parlayacak o benim” / “Dir o benim milletimindir ancak”
“Çatma kurban olayım” / “Çehreni ey nazlı hilal” / “Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celal sana” / “Olmaz dökülen” / “Kanlarımız sonra helal hakkıdır” / “Hakka tapan milletimin istiklâl.”
Şiiri bilmemiş olsaydık bu besteyle söylenen marşı dinlediğimizde bildiğimiz Türkçe bu şiiri anlamamıza kâfi gelmeyecekti. Öyle bir garabet ki bu, okunduğu sırada ne denildiğinin anlaşılması mümkün değil. Şiir ezbere bilinse de mahkûm edildiği elhan şiirden mana çıkarmaya kat’i suretle mâni oluyor. Bunu rahatlıkla müşahede edebiliyoruz. Zira her sene mekteplerde müzik dersinde bu marş öğretilir fakat her bir talebe marşı farklı sözlerle okur. Sözgelimi aralarında “kahraman ırkıma bir güne/bir güle/bir güneş” olarak okuyanlar ekseriyeti teşkil eder. Bu talebeler şiiri okurken aynı mısraı doğru okur. Fakat yürürlükteki beste ile tüm kelimeler anlamını yitirdiği için talebe, ister istemez o kelimeleri eğip bükerek, parçalayarak, yok ederek okuma gereği duyar. Böylelikle marşın sözsüz millî marşlardan farkı kalmaz.
Beste şiirle öylesine alakasız ki, marş, şiirin kendisinden tecrid edilebilmiş bir müzik sayesinde Türk olmayanların saygısına mazhar olabiliyor. İstiklâl Marşı’na dair insanların zihninde beliren tek şey Osman Zeki Üngör’ün bestesi. Nitekim insanların orada burada İstiklâl Marşı’na saygıymış gibi yaptıkları tüm gösteriler Osman Zeki Üngör’e ait besteye duyulan saygının tezahürüdür. Tıpkı sözsüz millî marşlarda marş müziğinin bizatihi kendisine atfedilen kutsallık gibi. Böylelikle bize, “Burası hepimizin vatanı ve işte bizi birleştiren müzik de bu.” deniliyor.
Bir bestekarın elinden çıkmış olup da prozodi hususunda Osman Zeki Üngör’ün bu marşından daha bozuk bir esere tesadüf etmek mümkün değil. Bir eseri tahlil ederken pek çok kaide üzerinde durulur. Mevzu-i bahis prozodi olduğunda ise, güfteyle elhânın ahengi bozuk bir musiki eserinden bahsediyorsak bu eserin başka hususlarda güzel olduğunu söylemek gibi bir imkân yoktur. Bir eserin prozodisi kötüyse o eser başka hiçbir bakımdan tetkike layık görülmez.
Biz, marşı aslî bestesine sadık kalarak okuyoruz. Fâilâtün / Feilâtün / Feilâtün / Feilün vezni ile ortaya çıkmış olan marşımızı İsmail Dede Efendi’ye atfedilen, Resulullah’ın hicretini anlatan “Taleal Bedru Aleyna” müziği ile okuyoruz. Türk musikisindeki şuğul formunun bir örneği bu. Güftesi Arapça olan Türk musikisi formuna şuğul diyoruz. Hüzzam makamında herkesin bildiği basit bir nağmeyi ihtiva ediyor. Nitekim bir marşta olması gereken en mühim hususiyetlerden biri de herkesin o marşa rahatlıkla iştirak edebilecek olması. Taleal Bedru Aleyna, elhanı itibariyle hem şiirin vezniyle tam olarak münasip geliyor hem de herkesin iştirakına imkân tanıyor. Dahası istiklâlini kazanmış bir milletin mensupları olarak marşımızı kendi musikimizle okumamızı sağlıyor. Yürük bir usulde olduğu için aralarda meydana gelebilecek bölünmelerde heceler vasledilerek bütünlük korunabiliyor. Yine bu yürüklük sebebiyle her mısraı tek nefeste söylemek mümkün olabiliyor. Böylelikle marşı söylerken, şiiri okuduğumuzda ne anlıyorsak onu anlıyoruz, onu söylüyoruz.
İlker Çokgör, Kalbur Üstü Kelimeler, İstiklâl Marşı Derneği 11. Sene-i Devriye Bülteni
Şimdi, sapık düşünceyi bize geçerli düşünce olarak kazıklamak isteyen insanlar dünya şartlarının neleri bize yaptırdığını gözümüze sokmaya çalışırlar. Türkiye Cumhuriyeti, İstiklâl Marşı yazıldığı ve meclis tarafından kabul edildiği zaman yoktu.
Sancak bir orduya ait ama hangi orduya ait? Sancak İslâm ordusuna ait bir tabirdir. Başka kimsenin sancağı yok, bir bizim sancağımız var. Bu sancak da sancak-ı şeriften geliyor.
Türk milletinin başından neler geçti, başına neler geçti? Geçen yedi yüzyılın her elli yılı hususi bir dikkati hak ediyor. Asırlarca kasıtla bulandırılmış suyu durultan, durultmakla kalmayıp içilebilir hale getiren İstiklâl Marşı’dır.
Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında, Avrupa ile Orta-Doğu arasında, Türkî Cumhuriyetlerle Avrupa arasında, İslâm dünyasıyla Hıristiyan dünyası arasında köprü olduğunu söylüyorlar.
Ben 1944 doğumluyum ve 1950 yılında ilkokula başladım. Ben doğduğum sırada Amerikan askerleri Almanya’yı işgal etmek üzere Almanya sınırını geçmekteydiler.
Balkan Harbi ve Seferberlik tecrübesi bize çıkacağımız düzlüğü de takip edeceğimiz hattı da İstiklâl Marşı’nın yazılması ile gösterdi.
Bugün Türkiye’de demokrasi lehinde ya da aleyhinde veya darbe lehinde ya da aleyhinde konuşanların Türk milletinin başına gelenler ve akıbeti hususunda zerre hassasiyet taşımadıkları gün gibi âşikâr.