ŞÂİR FİKRET VE AKİF

(Rubabı Şikeste) müellefini, cihan harbi içinde kaybetmiştik..

Fikret’in ölümü, birçok münevverlerle perestişkârlarını derin ve sonsuz bir keder içinde bırakmıştı. Bu derin ve sonsuz keder içinde, onu ihmal eden devrin hükûmetine karşı dudaklarda iğbirarın korkak fısıldayışlarile ifşa edildiğini hatırlarım. Yahud, harb yıllarının sıkıntılı şartları içinde hükûmete küsmüş olanlar, bir hak kazanmış gibi bu noktada birleşmiş oluyorlardı…

Onu sevenler, ölümünü (Fikret günü) olarak ilân ettiler. Ve yıllarca mezarına -her sene biraz daha azalmak üzere- ziyaretler tertib ettiler. Gazeteler (Vicdanı hür bir şâir), ahlâk ve fazilet kaidelerinde eşi bulunmaz bir insan olarak onu yadettiler. Ediplerimiz, Fikret’in adına risaleler, mecmualar, hattâ kitablar tabettiler.

Bu umumî sevgi ve takdir duyguları arasında (Safahat) şâirinden bahsedenleri pek hatırlamıyorum. Yahud bahsedenler oldu ise bile ona bir şâir olmaktan ziyade bir nâzım vasfını vermekten ileri gidemiyorlardı.

Benim gibi toy Türk’çülere gelince: Fikrete (Zangoç) diye hücum eden Akif’e karşı derin bir nefret duyuyorlardı. Ona, (Sebiliürreşat) çılar arasında yer almış kızgın, ve öfkeli bir yobaz gözü ile bakmaktan kendimizi alamıyorduk.

Bu gençliğin ifratlı galeyanlı hattâ sekter olduğu bir çağdır ki, zamanla ve irfanla daha olgun kanaatlere, hakları teslim eden daha münsif münakaşalara tekaddüm eder.

Hakikat halde, beş sene sonra Türk’çülüğün tarihinde şerefli bir yeri olan Hamdullah Suphi, Büyük Millet Meclisinde, istiklâl marşı için Akif’in bestelediği şiiri heyecanla okuyor, Maarif Vekâleti namına tertib ettiği müsabakada, birinciliği kazanmış olduğunu ilân ediyordu.

Meb’usların alkışları biterken, koridorlarda münakaşalar başlıyordu:

Türk’çülerin genç unsurlarile ihtilâlin ateşli unsurları Hamdullah’a kızmışlardı. Fakat hakikat yenilemezdi; Hamdullah bu şiiri beğenmekte haklı idi. Akif’le aramızda memleket ve siyaset işlerini düşünüş ve anlayışta dağlar kadar mesafe bulunmasına rağmen vatanperverliğini ve bilhassa şiirdeki üstünlüğünü inkâr etmekte sebep yoktu. Akif, istiklâl aşkını en çok kuvvetle terennüm etmiş bir şâirdi!..

Zafer ve kuruluş senelerinden sonra, Akif aramızdan kayboldu. Onun Kahire’de bir medresede vazife aldığını duyduk. Ne olmuştu?.. Vatan için döktüğü göz yaşları yalan mı idi?.. Hayır; hepsi doğru idi!.. Akif, inkılâbın kuvvetine, hızına dayanamamıştı. Daha uzun sürecek olan bu çetin yolda çoktan yorulmuşa benziyordu. Yorgun, hattâ kızgın, hattâ kindar olarak gözlerini bize yummuş, kulaklarını tıkamıştı.

İzmir’den Mısır’a giden arkadaşlarım teessürle anlatıyorlardı:

“Onu medresenin kuytu ve karanlık bir köşesinde adetâ itikâfa çekilmiş bir halde bulduk. Hiddet ve gazab içinde bizi, Ankara’yı inkâr edip dururdu…..

Küskün Fikret’e Zangoç diyen şâir, ayni buhrana düşmekten kendini kurtaramamış, Camiülezherin kürsüsünde gördüğü zahidane rüyalarla, Türk âlemindeki hakikati boş yere inkâr edip durmuştur.

Zaman ve insanlar ne tuhaf:

Gazeteler ve dostlar Akif’i unutmayacaklarını, öldüğü günü (Akif günü) olarak kabul edeceklerini söylüyorlar. Bu çok lâzımdır. Büyüklere karşı her zaman saygılarımızı göstermeliyiz.

Ancak, bir vakitler Fikret için de böyle demiş, “Seni unutmıyacağız” diye feryad etmiştik ama, şimdi galiba mezarını Filorinalı Nazımdan başka ziyaret eden yok!..

K.Ö., Anadolu, 02.01.1937, s.2

Zonguldaklı bir gencin asil heyecanı

Zonguldaklı, tanımadığım bir gençten bir mektub aldım. Bana hitab eden yazısını “Çelikel lisesinden Zeki Kandemir” diye imzalayan bu genç diyor ki:

“Zonguldakdayım. Hergün güneş gurub ederken bir manga asker, başlarında komutanları olduğu halde hükûmet konağı önünde bayrak merasimi yapıyorlar...

İstanbul'un Bayramı

Bugün İstanbul bayram ediyor; çünkü, bugün, onun kurtuluşunun, Türk ordusuna tekrar kavuştuğu uğurlu ve kutlu günün yıldönümüdür.

Dün ve Bugün!

Hepsi, Türk İstanbulda, Fransız milli bayramını kutluyorlar ve hepsi, Türk İstanbulda, Fransız bayrağını selâmlıyorlar...

“İstiklâl Marşı”nın adını bir “Bağımsızlık Marşı”na çevirdiğimizde"

“Bağımsızlık”la silinmesine çalışılan “İstiklâl” kelimesine bakalım: Bu memleketin çocukları “Ya istiklâl, ya ölüm!” diye cephelere koşmuş, kanlarını bu kelimenin

İstiklâl Marşı Bestesi Üstüne Düşünceler

Bilindiği gibi İstiklal Marşımızın milli marş olarak Türkiye Büyük Millet Meclisince kabulü 12 Mart 1921 tarihine rastlar.

Mehmet Akif Bey'in vasat kıymette bir manzumesi...

İlk hürriyet senesinden beri binlerce türkü ve marş çıktı, içlerinden bir çoğu notaya, müzikaya, mektebe alındı, yüz binlerce çocuk ve asker...

İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİ MEHMED AKİF HAKKINDA -3-

Akif öldükten sonra onun ufülüne ağlıyan gözlerde yine Akifin pürüzsüz samimiyeti okundu. Akifteki mütevazı, gösterişsiz samimiyet, onun programsız kalkan cenazesinde yine aynen fakat bütün haşmetile tecelli etti. Ardında bıraktığı iz; bir damlacık gözyaşından ve nihayet sönüp tükenen bir enin nefesinden ibaret kalmadı. Sütunlarla matem, sayfalarla medhü sena avazeleri yükseldi ve hâlâ yükseliyor.

O zaman daha iyisi yazlamamıştı, şimdi hiç yazılamaz

Yeni bir İstiklâl Marşı yazılamaz. Bunun yazılması için, yeni bir İstiklâl Savaşı şartlarına ihtiyaç vardır.