Hıristiyan takvimine göre 1942 yılında bağımsız kelimesi müstakil kelimesi yerine teklif edilince Refik Halid "Bağımsız denilince göz önüne ipini koparmış yahut henüz ipi takılmış haşarı bir at veya keçi geliyor." demişti. İstiklâl kelimesi yerine bağımsızlık kelimesi ortaya atıldığında da birileri "İstiklâl Marşı'na Bağımsızlık Marşı mı diyeceğiz?" diye karşı çıkmış. Benzersiz bir çalışma olan "İstiklâl Marşı Arşivi"mizden bu ve buna mümasil birçok malumatı edinmek mümkün. Bugün İstiklâl Harbi'ne Kurtuluş veya Bağımsızlık savaşı diyenler var ama İstiklâl Marşımıza kurtuluş veya bağımsızlık marşı denemiyor. Yani bugün dilimizde hala istiklâl kelimesi varsa bunu İstiklâl Marşımıza borçluyuz. Bağımsızlık veya kurtuluş şöyle dursun Türk ordusu bir "milli marş" da talep etmemiştir, bir "İstiklâl Marşı" talep etmiştir. Bu marşın ilanı matbuatta "Türk şairlerinin nazar-ı dikkatine" diye sunulmuş ve şöyle denmiştir: "Milletimizin dâhili harici istiklâli uğrunda girişmiş olduğu mücadelâtı ifade ve terennüm için bir İstiklâl Marşı, müsabakaya vaz’ edilmiştir."
İstiklâl kelimesinin aleyhtarı olanlar İstiklâl Marşımızın da aleyhtarı olmuştur. Bağımsızlık kelimesinin istiklâl yerine geçmesini savunanlardan biri Akşam gazetesinin ilk sayfasındaki imzasız yazıda "O marşta daha ne kelimeler, hattâ ne fikirler var ki dilimizden de, kafamızdan da çıkarıp attık. Doğrusunu isterseniz İstiklâl marşını bir tarihî hâtıra sayıp tek ve birlikte söylemeğe, heyecanlanmağa ve coşmağa daha elverişli bir milli marş bulmak da lâzım." demiştir. İstiklâlin değil inkılapların savunucuları böyle diyordu. İstiklâl kelimesine bağımsızlık karşılığı teklif edildiği bu yazının tarihi de manidar: 1945. Bu tarih Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun “anayasa”ya çevrildiği ve dilinin bütünüyle değiştirildiği güya özleştirildiği tarihtir. Lakin inkılapçıların zıddına Türk milleti İstiklâl Marşı'nın kelimelerini ve fikirlerini dilinden ve kafasından zinhar çıkarmadığını beş sene sonraki ilk demokratik seçimde dosta düşmana gösterdi. Başvekil Menderes yalnızca ezanı geri getirmedi. 1952 yılında Anayasayı tekrar bütün mahiyetiyle Teşkilât-ı Esasiye şekline çevirdi. 1971 muhtırasından sonra başbakan olan Nihat Erim 1952 yılında bir profesör olarak bu durum dolayısıyla oluşan büyük korkusunu Türk Dili dergisinde dile getirmişti: “Arapça ve Farsçanın ancak Arap harfleri dediğimiz eski yaziyle gereği gibi okunup yazılabileceğini o işlerin uzmanları söylemektedirler. Dil devrimini baltalamak, Latin harflerini de sarsacak demektir. Latin harfleri sarsılınca, öteki devrimlerde de sökülüş gecikmez. Bu bir kabus! İnşallah gerçekleşmez. Ama tutulan yolun tabiî istikameti maalesef bu değil midir?” 27 mayıs müdahalesi bu korkuyla yapıldı ve Teşkilat-ı Esasiye tekrar “anayasa”ya dönüştürüldü.
"Türkçe bilenin işi rast gider." Bu darb-ı meseli İranlılar söylemiş. Yaklaşık üç asır boyunca dünya ticaret yollarına hakim olan Türkler bu sözü İranlılara söyletmiş. Belki başka kavimler de söylemiştir benzer sözleri. Zira Kızıldeniz, Karadeniz, Marmara Denizi iç deniz hüviyetinde idi ve Akdeniz'de büyük bir Türk hakimiyeti vardı. Mesela Karadeniz 1774'teki Küçük Kaynarca Anlaşmasına kadar Türk ticaretine münhasırdı. Dolayısıyla Asya'dan Avrupa'ya veya tam tersi istikamette hareket eden ticaretin işleyişinde Türkçenin vazgeçilemez bir yeri vardı. Buradan Ermenilerin Ermeniceyi terk edecek derecede asırlar boyunca "Türkçe" konuşmalarının manası hakkında fikir edinebiliriz. Ermeniler "Türkçe" konuşmaları ve Osmanlı tebaası olmaları hasebiyle Türk hakimiyetinden çok istifade ettiler. Dünya ticaret yollarındaki Türk hakimiyeti gücünü kaybettikten sonra ancak tekrar Ermenice öğrendiler. Bugün dünya deniz ticaretinin beşte biri Yunanlıların elinde. Ama üç asır boyunca Karadeniz'deki ticarette Ermeniler Türkçe bildikleri için Greklerin ilerisindeydi. Bugün Putin batılılara hitaben Karadeniz'in kuzeyini Türklerden biz kurtardık diyor. Mesela Kırım'ın Kefe sancağı büyük bir ticaret merkeziydi. Türk toprağı oluncaya kadar orası aynı Galata gibi bir Ceneviz kolonisiydi. Hatta bugün Galata'da bir tek Ermeni kilisesi vardır onu da Kefe'deki bir Ermeni tüccar yaptırmıştır. Fetihten sonra da Kefe'nin ticari merkez vasfı devam etmiştir ve Bursa'nın dünyaca meşhur kumaşlarını "Türkçe bilen" Ermeniler Kefe'de dünyaya pazarlamıştır.
Türk hakimiyeti esnasında Türkçeyi yalnızca bir iletişim aracı olarak görüp dünyevi kazanç elde etmeyi hedefleyenler gayrimüslim olarak kaldı. Türkçe itikadi bir lisandır. Anadili Türkçe olmayıp da Türkçe öğrenen, bilen Müslümanlar ne kazanmıştır? Bu da veciz bir şekilde Balkanlarda cevabını bulmuştur: Türkçe bilmez Allah’tan korkmaz. Türkçe bugün mevzubahis ettiğimiz istiklâl kelimesi ve İstiklâl Marşı dolayısıyla anadili Türkçe olmayan Müslümanların bîgâne kalamayacağı bir dildir. İstiklâl kelimesini Arabî kaidelere göre biz icat ettik. Araplar bizden öğrendi. Yalnızca Araplar değil bütün Ümmet-i Muhammed istiklâl kavramını Türklerden öğrendi. Tarihin seyri itibariyle dünyadaki İslâm davasının omurgasını oluşturan İstiklâl Marşı bütün Müslümanlara Türkçe hitap ediyor. "Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım" diyerek hitap ettiği bütün Müslümanlara azad olma yani kölelikten kurtulma değil istiklâl davası teklif ediyor.
İstiklâl harbine bağımsızlık savaşı demek ideolojik bir sapmanın yanı sıra öztürkçeciliğin zemininin çürüklüğünü de gösteriyor. Bir sapmadır çünkü istiklâl “independence” değildir. Çürüktür çünkü Türkçede isimden fiil yapan böyle bir ek yoktur. "Bağım" denildiği zaman birinci şahsın bağını anlarız. "Bağım" diye bir kelimemiz bunca yıl geçmesine rağmen olmamıştır. Edebiyata ise hiç girememiştir. Ölüm-kalım, alım-satım kelimelerinde görüldüğü üzere ölmek, kalmak, almak, satmak mastarları vardır ama "bağmak" diye bir mastar Türkçede yoktur. 27 Mayıs’tan sonra Türkçenin başına getirileni kabul ettiğimizde ciddiye alınır insanlar topluluğu olabiliyor muyuz? Mesela fert yerine birey kelimesini kullanarak ne kazanıyor, ne kaybediyoruz? Birey kelimesinin nasıl türediği konusunda bir bilgi yok. Ama eski metinlerde "biregi" diye bir kelime var. Yani birey kelimesi oradan aparılmış. Eski metinlerde "biregi" kelimesi "birisi" anlamında kullanılmış. Biregi yani herhangi birisi. Ama fert kelimesi için Türkçe bir lügate mesela Kamus-i Türki'ye baktığımızda şu karşılığı buluruz: "Bir mecmuun her bir teki." Bir fert isek hem eşsiz bir kimseyiz hem de bir bütünün parçasıyız. Ailenin bir ferdi, milletin bir ferdi gibi.
Türk diline karşı yapılan operasyonun zaferini kabul etmek bizi ciddiye alınamayacak insanlar durumuna düşürür. Halbuki bunu zafer kabul etmemek için elimizde büyük bir imkan var. 27 Mayıs sonrası Türk diline, lisanına, lügatine sadakatiyle İsmet Özel'in yazdıkları bize bu imkanı sağlıyor. Aleyhindeki olanca faaliyete rağmen İsmet Özel şiirinin tesiri de bunun ispatıdır. Neyin ispatıdır? Türkiye'de yaşayan insanların Türkçenin ve Türk milletinin aslına, esasına dair bir bilince ermek hususunda direnmeyeceğinin veyahut direnemeyeceğinin ispatıdır. 27 Mayıs sonrası resmi görüşe göre "Ey çocuklarda uyuyan intizamsız güneşler!" diye bir mısra kurulamazdı. "İntizam" aslı Arapça olduğu için terk edilmesi gereken, şiirde yeri olmayan bir kelimeydi. Nitekim Salah Birsel şöyle demişti: "intizamsız güneşler' yerine 'eciş bücüş güneşler' denilebilirdi. Gerçi imge biraz değişmiş olurdu ama, insanda yapacağı etki değişik olmazdı." Salah Birsel'in teklifinin hiç de yerine oturmadığını fark etmek için mısraı o şekilde okumağa çalışmak kifayet eder. Zaten kendisi hemen bu lafların ardından "Bin yaşasın İsmet Özel'in şiiri! İnsan onu okuyunca eşekten düşmüş karpuza dönüyor. Kafası yarılmıyorsa da iyice sersemliyor. Ne bileyim, belki ozanın istediği de budur." cümlelerini kurmuştur.
Fakat yukarıda bahsettiğimiz imkan "Sadaka mı veriyorsun?", "Sadaka istemiyoruz!" cümlelerini -hangi haklı durum sebebiyle olursa olsun- kurmak suretiyle "sadaka"yı hakir görerek, hafife alarak kullanılamaz. İsmet Özel son yazısında "Kıyamet kopacaksa verilen sadakanın reddedildiği zamanda kopacak." cümlesini kullandı. Bir hadis-i şerif mealiyle yazıyı bitirelim: "Kıyamet günü insanlar haklarında hüküm verilinceye kadar verdikleri sadakanın gölgesi altında bulunacaktır."
Gökhan Göbel, 20 Şaban 1444 (12 Mart 2023)
İstiklâl Marşı Derneği'nin hazırladığı Türkçe’den İslâm’a Giriş serisinin üçüncü kitabı olan ve dört ciltten müteşekkil “Rasulü Ekrem Söyledi İşiten Türk Oldu” neşrolundu.
1444 senesine ait imsakiyemiz olması gerektiği gibi Müslüman Takvimi ve Müslüman Saati esas alınarak Müslüman Yazısı ile hazırlanmıştır.
Genel Başkanımızın "KALIN TÜRK" kitabının gözden geçirilmiş yeni baskısı TİYO Yayınları'ndan çıktı.
İstiklâl Marşı Derneği’nin ilk olağan genel kurulu, İstanbul’dan ve Anadolu’dan gelen üyelerimizin katılımıyla gerçekleşti.