İstiklâl Marşı'nın güftesini de bestesini de Anadolu köylüsüne bırakalım

Bundan birkaç sene evvel, Mehmet Âkif Bey’in vatanperverâne bir şiiri Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı olarak kabul edilmişti. Bu şiirin güzelliği ve bedi’î kıymeti hakkında söz söylemeğe lüzum görmeyiz. Mehmet Âkif Bey’in manzumesi cidden yüksek bir sânihanın eseridir ve bu eser, Büyük Millet Meclisi’nde ilk defa olarak Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey tarafından inşad edilmek gibi bir hüsn-i talihe de mazhar olmuştur. Lakin güzel bir şiirle iyi bir marş arasında münasebetin ne kadar hafif ve arızî olduğunu bilenler, Büyük Millet Meclisi'nin vatanî bir heyecana kapılarak verdiği bu karara iştirakta biraz tereddüt ederler. Büyük Millet Meclisi, bir musiki "akademi"si değildir. Böyle olsa bile, marş denen şey ne bir encümenin, ne bir heyetin, ne de bir sanatkâr zümresinin kararıyla kabul edilebilir, bu hususta hüküm verecek olan ancak halktır. Hususiyle Mehmet Âkif Bey’in eseri teganni değil sadece inşad edilmiş bir güftedir ve bunun iyi bir marş olup olmayacağını anlamak için her şeyden evvel onun bestesini işitmek, onu bir müzikada ve yahut bir şarkı halinde bir koroda dinlemek lazım gelirdi. Esasen marş demek musiki demektir, beste ve ahenk demektir. Bu bestenin ihtiva veya ifade edeceği sözler o kadar beliğ ve bedi’î olmayabilir, el verir ki, bizi samiamız vasıtasıyla alıp sürükleyen hava kuvvetli olsun, bugünki günde dünya yüzündeki bütün milli marşların en güzeli olan "Marseillaise"in güftesi alelade bir asker türküsüdür; bundan, bestesiz inşad edildiği zaman hiçbir zevk almak mümkün değildir; fakat vaktâ ki, hep bir ağızdan teganni edilir ve yahut bir müzikada çalınır, o zaman bütün kudreti meydana çıkar. "Marseillaise" belki musiki nokta-i nazarından da o derece bedi’î bir kıymeti haiz değildir. Zira, bu ne büyük bir musikişinasın, ne maruf bir şairin eseridir. Fransız İhtilal Ordusu'nun zabitlerinden birisi, "Marseillaise"i  vatanî bir ilham ile meydana koydu; "Rouget de Lisle"nin belki bundan başka da bir eseri yoktur; bu bedia her nasılsa bir kere içinden doğmuş. İşte, her yerde böyle içten doğma veya doğrudan doğruya halkın dehasından çıkma türkülerdir ki en müheyyic marşları teşekkül eder. Bir marşta ne edebiyat, ne de musiki nokta-i nazarından bir ehliyet ve maharet aramak abestir. Hiç şüphesiz ki, ahîren vefat eden Fransız musikişinası, "Saint-Saëns"ın herhangi bir "hymne"i, sanat ve "teknik" itibariyle "Marseillaise"den on kat daha kıymetlidir, fakat Fransızlar "Marseillaise" yerine onun "hymne"lerinden birini ikame etmeyi asla hatırlarına getirmemişlerdir.

Ben, birçok kereler Mehmet Âkif Bey’in şiirini inşad edilirken dinledim; hatta bir defasında Hamdullah Suphi bey en cûşişli sesiyle onu bana okumuştu. Fakat, günün birinde, beş on Anadolu neferinin hep bir ağızdan teganni ettiği bir sefer ve gurbet türküsü bana bu şiirin verdiği heyecanın yüz kat daha fazlasını verdi. İddia edemem ki bu türkü o şiirden -edebiyatça- daha yüksek idi; lakin hiç şüphesiz halkın dehasından ve gönlünden gelen bir ses olmak itibariyle daha müessirdi. Çocukluğumuzdan beri hangimiz "Ey gaziler..." lahnından daha güzel bir şey dinleyebildik? Halbuki, bu güzel, bu ilahi şeyi ne Abdülhak Hamid Bey yazmış, ne de Zeki Bey bestelemiştir.

Beni bu satırları yazmaya sevk eden şey geçen gün bestekârlarımızdan biriyle vuku bulan mülakatımızda bu bestekârın bana söylediği mütalaalardır. Bu zat diyordu ki: "İstiklâl Manzumesi’ni, benden başka iki musikişinasımız daha besteledi: Bunlardan biri viyolonist Zeki Bey, diğeri Udî Ali Bey’dir; fakat ben ne bunun, ne de onun yaptığını beğeniyorum ve benim marşımın her ikisininkine müreccah olduğunu zannediyorum. Zira, bu zatlar sırf "teknik" eser vücuda getirmişlerdir, halbuki benim eserim kendi heyecanımdan, kendi cûşişimden doğdu. (…) Büyük kıymeti de halka bu cûşişi, bu heyecanı verebilmesindedir. Arzu ederim ki, bu üç eser müsabakaya konulsun; dinleyenler üzerinde hangisi daha ziyade tesir icra ederse o intihab olunsun!"

Bu sanatkârın iddiası doğrudur. Fakat, kendisine "dinleyenlerin kimlerden, ne gibi kimselerden müteşekkil olması lazım geldiğini" sorduğum zaman bana verdiği cevap doğru değildi. "İstiklâl Marşı" bestekârı bu müsabakanın herhangi bir Avrupa konservatuarında icra edilmesini istiyor. Halbuki bir musiki konservatuarı, bir eseri ancak "teknik" ve sanat nokta-i nazarından muhakeme eder ve "marş"ta ise -biraz evvel söylediğimiz gibi- sanat ve teknik kıymetleri ikinci hatta üçüncü derecede hâiz-i ehemmiyet olmak lazım gelir.

Binâenaleyh, mevzu bahis olan bu üç marştan birini intihab etmek hakkı, ancak İstiklâl için dövüşen, İstiklâl yolunda kan döken askere verilebilir. Zira bu marşı herkesten evvel ve herkesten ziyade o, teganni edecektir. Bundaki ahenk herkesten evvel ve herkesten ziyade onun (…) işleyecek, onun kalbini heyecana getirecek, onun ruhuna kabarmış sel coşkunluğu verecektir. Yalçın kayaların, ıssız vadilerin, viran köylerin ve nihayetsiz yolların hüznünden, huşunetinden, garipliğinden hâsıl olmuş bu ruha biz kendi zevklerimizi, kendi heyecanlarımızı zorla kabul ettirmek hakkına mâlik değiliz. Onun anlayabileceği musiki, ancak o daüssılalı, sarı toprak dalgalarının hummalı ahenginden mütereşşih aşina bir ses olmalıdır.

Büyük Millet Meclisi tarafından İstiklâl Marşı diye kabul edilen manzumenin böyle bir humma ile yandığını iddia edemeyiz. Esasen halk buna lisan ve mana itibariyle daima bigâne kalacaktır ve mesela:

Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

beyti gibi birçok mısraların hatta kelimelerini bile anlamakta güçlük çekecektir.

Efendiler, "İstiklâl Marşı"nın güftesini de bestesini de Anadolu köylüsüne bırakalım. O bizden, daha iyi biliyor ve bizden daha iyi söylüyor.

 Yakup Kadri, İkdam, 20 Cemaziyelevvel 1341 (8 Kanun-i Sani 1923), nr. 9272

NOT: Parantez içindeki noktalı yerler mecmuadaki yıpranma sebebiyle okunamamıştır.

 
Nihad Sami Banarlı: "Türk İstiklâl Marşı, şiir kalitesi ve söyleyiş güzelliği bakımından, yeryüzündeki millî marşların hiç birisiyle ölçülemiyecek kadar üstün ve derin mânâlı bir şiirdir."

SÖZE merhum Süleyman Nazif'in bir makalesini hatırlayarak başlıyacağım. Milli iftihar ve ıztıraplarmızla yuğrulmuş, canlı ve ateşli nesirleriyle Süleyman Nazif,

Beşir Ayvazoğlu - İstiklâl Marşı Tarihi ve Manası

O günlerde Garb Cephesi Kurmay başkanı olan İsmet Bey (Paşa) in Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’u ziyaret ettiğini ve Fransızların  Marseyyez’ine benzeyen, askeri şevklendirecek

İşte İstiklal Marşı bu azmin ve imanın mahsulüdür.

Artık Akif yaralıdır. Son ümidini Anadolu'da başlıyan Milli Mücadele'ye bağlamıştır.

Millî vazifelerimiz

Son merasim günlerinden birinde bayrak çekiliyor, muzika istiklal marşını çalıyordu. Bu marş ve bayrak çekiş karşısında yapılacak şey malûmdur:

Şapkayı çıkarmak, ihtiramkâr vaziyet almak ve durmak!

Metin Önal Mengüşoğlu - Müstesnâ Şair Mehmed Âkif

Bence İstiklal Marşı, Mehmed Âkif nezdinde neticede bir şiirdir. Onun modern bir ayine dönmesini ve dönüştürülmesini arzular mıydı?

Hoşgörü Uygarlıktır

Ülkemizde hoşgörünün uzun bir geçmişi yoktur; kişilerimiz genellikle hoşgörüsüzdür.

"Her yerde İstiklâl Marşı'nı hem söz olarak, hem şarkı olarak tekrarlıyorduk."

Hürriyetin ilanından hemen sonra dünyaya gelmişim... İlk hürriyet çocuklarındanım sizin anlayacağınız.

İSTİKLÂL MARŞI ŞAİRİ MEHMED AKİF HAKKINDA -2-

Dünkü söz mecramıza girelim: Tenkid; bir mevzuun ayıb ve kusurlarını sayıp dökmek değildir, demiştik.
İşte Akifin -sözün zıddını murad etmek yolu ile- bize, pek edibane olarak, anlattığı gibi tenkid; göze kestirdiğimiz bir hedefe karşı doludizgin hücum etmek ve hasmımızın faziletlerini, bir yıldırım şuaile eritip mahveylemek mânasına gelmez.