Mehmed Akif'i karlı bir kış günü, 26 Aralık 1936'da sessiz sadasız toprağa vermiştik. Bugün onu, ölümünün 16'ncı yıldönümünde her zamanki gibi hürmetle anıyoruz.
Akif'in kalbi ölümüne kadar din ve vatan aşkı ile çarptı. Temiz ve berrak bir türkçe ile millî manzaralarımızı, mahallî renklerimizi gözlerimiz önüne serdi. Bütün dikkati, titizliği ile güzel türkçemizin üzerine titredi. Arapca ve farsçaya gayet iyi hâkim olduğu halde arı ve duru Türkçeyi kullanması, Akif'in lehine kaydedilecek en mühim bir noktadır. Hayatı boyunca hürriyet, doğruluk, samimilik, vatanperverlik, adalet gibi insanî mefhumları savundu. Buna karşı, riyakârlık, münafıklık, atalet, cehalet ve zulme karşı cephe aldı. Memleketi uçuruma ve felâkete sürükliyen sebeblerin başında atalet ve cehaletin geldiğini şiirlerinde belirtmiştir:
Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz;
Davranmıyacak kimse bu meydana atılmaz.
Âlemde ziya kalmasa halketmelisin halk!
Ey elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk!
Akif, dinin riyakâr, menfaatçi ve istismarcı ellerde ilk saflığını ve temizliğini kaybettiğine kanidir:
Çalış! dedikçe şeriat çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.
Sonunda bir de tevekkül sokuşturmuş araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!
Köhne telâkkilerin de aleyhindedir:
Şaşkınlık olur köhne telâkkileri ihya;
Şeyday-ı terakki, koşuyor, baksana dünya,
Safahat şairi ön plânda haksızlık ve istibdadın amansız düşmanıdır. Her ne bahasına olursa olsun bunlarla mücadele edecektir:
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam
Diğer manzumelerinde de hürriyet fikrinin ölmezliğinden ve kudretinden bahseder:
Sanıyorlar kafa kesmekle beyin ezmekle
Fikr-i hürriyet ölür, hey gidi şaşkın hezele!
Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak;
Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak..
Fakat her şeyden önce bunu halka hazmettirmek ve hürriyeti ona bir ihtiyaç halinde duyurmak lâzımdır:
Sade hürriyeti ilân ile birşey çıkmaz,
Fikr-i hürriyeti hazmettiriniz halka biraz..
Ona göre millet bünyesindeki ayrılıklar düşman için giriş kapıları olmak istidadındadır:
Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.
Samimî bir din ve iman şairi olan Akif, aynı zamanda Batının ileriliğine inanmış ve oradan ilim ve fen almamızı tavsiye etmiştir.
Akif'in edebiyat anlayışını kısaca bir iki satırla ifade etmek icab ederse diyebiliriz ki: O, edebiyattan ahlâkî, içtimaî bir gaye ve fayda bekler. Ona göre halka hitab edecek şekilde sade yazmak bizim için esas olmalıdır.
Tam İstanbul ağzile şiir yazmakta bilhassa muvaffak olmuştur. Dilde tam bir Türkçü olan Akif, bazı konuları işlerken de realist bir romancı kadar müşahedecidir. “Mahalle Kahvesi” şiirinde kahvenin içini, oranın kırk yıllık gediklisi imiş gibi tasvir eder.
Akif en temiz bir Türkçe ile edebiyatımıza kuvvetli ve tabiî tasvirler ve muhavereler sunmuştur. Aşağıdaki mısralar Necid çöllerini, bize oranın ateşini hissettirecek kudrette tasvir etmektedir:
Nâr-ı beyza mı nedir, öğle zamanında güneş
Tepesinden döküyor beynine âfakın ateş
O güzel sinesine o çöl şimdi ne korkunç oluyor:
Bir cehennem ki uzanmış, dili çıkmış soluyor.
İçtimaî hayatımız ve devrelerimiz, gerek görünüşü, gerek psikolojisi ile en canlı ve mânidar bir şekilde Akif tarafından tasvir edildi. İşte İkinci Meşrutiyetin ilânında İstanbulun hali:
Bir de İstanbula geldim ki bütün çarşı pazar,
Nâradan çalkanıyor, öyle ya hürriyet var!
Zurnalar, şehrin ahalisini takmış peşine
Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine
Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük
Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük
Kim ne söylerse hemen el vurup alkışlanacak:
- Yaşasın
- Kim yaşasın?
- Ömrü olan
- Şak! şak! şak!
“Akif, divan türkçesinden ev ve sokak Türkçesine kadar Türkçenin her çeşidini biliyordu” (Mehmed Akif, Midhat Cemal, Sh. 417)
Mavi boncuk, oyanın türlüsü, dal dal yemeni.
Yatsı bir hayli geçer, çifte ezanlar verilir;
Yazma seccadeler artık yere boy boy serilir.
Doğrulur kıbleye herkes, kılınır şimdi namaz
Derken âmin çekilip arzedilir Hakka niyaz.
Bu mısralardaki dal dal yemeni, çifte ezanlar, yazma seccadeler, kıbleye doğrulma, âmin çekme, Hakk'a arzedilen niyaz, gibi kelime ve tâbirleri yerinde kullanabilmek için Akif gibi türkçenin bütün inceliklerine ve çeşidlerine gayet iyi vâkıf olmak icabeder.
“Çanakkale Şehidleri” ile Türk kahramanlığının en muhteşem epik âbidesini kelimelerle ören Akif, vatan ve istiklâl için döğüşen milletimizin şahlanmış heyecanını bir mihrak noktası gibi varlığında duyarak orduya ve millete İstiklâl Marşı'nı hediye etmiştir.
Akif yalnız hamâsî ve realist manzumeler yazmakla kalmamış lirik mısralar da neydana getirmiştir. Bursanın istilâsı haberi üzerine yazdığı “Bülbül” manzumesi gayet rahat ve serbest okunma imkânına sahib olduğu kadar ruhlar üzerinde de yer yer ürpermeler meydana getirmektedir.
Bugün düşünce bakımından bazı hususlarda belki de Akif'ten ayrılabiliriz. Bu pek tabiîdir. Fakat “Çanakkale Şehidlerine” isimli şiirile hamâsi, “Mahalle Kahvesi” ile realist, “Bülbül” gibi lirik ve “ İstiklâl Marşı” gibi kudretli manzumelerile bize en iyi örnekler veren Akif aruzun en usta bir mimarı olarak edebiyat tarihimizde daima yaşıyacaktır.
Mustafa Baydar, Cumhuriyet Gazetesi, 26 Aralık 1952
İstiklal marşı, bir marş olarak, yani beste bakımından belki kusurlu bir eserdir, fakat tarihsel ve bediî değeri inkar edilemiyen bir şaheserdir.
Zaman zaman hatırlarım: Atatürk devrinde yıldızı parlayan ve ondan sonra parlamaya devam edip 10 yıl evvel en son haddine varan bir devlet adamı,
Son merasim günlerinden birinde bayrak çekiliyor, muzika istiklâl marşını çalıyordu. Bu marş ve bayrak çekiş karşısında yapılacak şey malûmdur:
Birkaç sene evvel, limanımıza Amerika'lılarla dolu büyük bir seyyah vapuru gelmişti. Bu vapurun sabık bir İngiliz Amiralı olan kumandanı, İstanbul'un tanınmış simaları için bir danslı müsamere tertip etmişti.
Gerek din, gerek ahlâk açısından bu kadar hastalıklı olan Batı uygarlığının, İslâmcıların inkâr etmediği dünyaya üstünlüğü, o halde neyle yorumlanacaktı?
Gazetede okudum, dilimiz, dünyada en çok konuşulan ilk beş dil arasındaymış. Beni önce biraz şaşırttı bu.
- Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali konusunda ne düşünüyorsunuz? Millî marştan daha çok tanınıyorlar.