Bugün İstanbul bayram ediyor; çünkü, bugün, onun kurtuluşunun, Türk ordusuna tekrar kavuştuğu uğurlu ve kutlu günün yıldönümüdür.
Yeni nesiller, 1923 te henüz ilk okula başlamamış gençler, ortama bir hesabla 25 yaşından küçük olan bahtiyar Cumhuriyet çocukları, senelerce ecnebi işgali ve tahakkümü altında yaşamanın büyük ıstırabını bilmezler. Onlar, bu zehirden içmemişlerdir; onun acısını tatmamışlardır ve bir daha, yalnız İstanbul değil; hiç bir Türk şehri, kasabası, köyü, bu felâketi görmeyecektir.
İstanbula düşman donanması, 13 birinciteşrin 1918 günü gelmişti. (İnsanın, 13 rakamının uğursuzluğu hakkındaki batıl garb inanışlarına hak vereceği geliyor) İşgal o günden itibaren başlamış ve her Türk yurddaşının vicdanını parçalıyan çirkin tecavüz ve tahakküm, hergün bir parça daha azıtarak 1453 tenberi Türk olan bu şehirde Türk ve Türklük her türlü hakaretlere uğramıştı. Gelenler, buradaki ekalliyetlerde, kozmopolitlerde, en küstah ve nankör bir yardımcı güruhu bulmuşlardı.
16 mart 1920 günü de, işgal, bir tethiş hareketile resmî bir mahiyet almıştı. İstanbulun Türk halkı, bu şehrin hakiki sahibleri düşman süngüleri, ekalliyet tecavüzleri, padişah ve avenesinin ihanetleri karşısında karagünler geçirdiler. O muzlim ve zalim işgal günleri içinde, İstanbulun tek ümid ışığı, Anadoluda ve Ankaradaki İstiklâl savaşı idi. Önceleri, kapkaranlık bir kış gecesinde, uzak ufuklarda, bulutların arasında pırıltısı sezilen, bir yıldız gibi, yüreklerimize ümid ve iman veren bu ışık, bu gecenin bir sabahı olacağını müjdeliyordu. Ve sanki İstiklâl marşının söylediği gibi:
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın
Diyordu.
Nihayet bu yıldızdan bir güneş doğdu. Muzaffer Türk süngüleri, bütün yurd gibi İstanbulu da kurtardı. 1923 birinciteşrininin güneşli bir gününde, Dolmabahçe meydanında, işgal ordularının bayrakları, mızıkalar İstiklâl marşını çalarken Türk sancağının önünde hürmetle eğildiler; sonra, ecnebi askerleri İstanbulda çok acı bir hatıra bırakarak, fakat unutulmaz bir ibret ve uyanıklık dersi vererek çekilip gittiler.
İki gün sonra 6 birinciteşrinde Türk ordusu, İstanbula girdi. Türk İstanbul, kahraman kurtarıcısını sevgi, hürmet ve minnetle göğsüne bastırdı. Bu ordunun Başbuğu Atatürk ve işgal kuvvetlerinin Lozan muahedesine tevfikan Türk İstanbulu hürmetle selâmladıktan sonra çekilip gitmelerini temin eden de Büyük Millî Şef İsmet İnönü idi. O selâm, bu orduların İstanbula itizar ve tarziyesi olmuştu.
Aradan uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, bu acı ve tatlı hatıraları tazeleyişim, tarihin derslerini asla unutmadığımızı göstermek ve yurdun bir karış toprağını dahi, İstanbulun geçirdiği o facianın benzerine bir daha uğratmamak yolundaki azmimizi teyid etmek içindir.
İstanbul, 488 senedenberi Türk olan ve ebediyen Türk kalacak olan İstanbul, bayramın kutlu olsun!
Abidin Daver, Cumhuriyet, 06 Ekim.1941, s. 2
Eylül 1920 günü, ortalık ağarırken ilerleyen süvarilerimiz, yükselen güneşin tatlı ışığı altında İzmir’i bir tablo gibi gördüler. 2. Süvari Tümeni, Alsancak ve
Kendini milliyetçi sanan sağ, Mehmet Akif'i de milliyetçi bir şair olarak ölümünün ellinci yılında anmak telaşındadır.
Dün şehir gazinosunda cereyan eden esefli hâdise hakkında yazdığımız makaleyi teyid eden bir mektup aldık. Bu mektubu aynen aşağıya koyuyoruz:
1922 yılında Cevona'da bastırılan T.B.M.M. umum müdürlüğü'nün ilk bastırdığı posta pullarından biri.
“Benim Mehmet Akif hakkında bir araştırma yapmamın güncel bir nedeni de oldu.
stiklâl Marşı'nı yazması için yapılan ısrarlara rağmen Âkif, içinde para olduğu için teklifleri geri çevirir. Sonra Maarif Vekili Hamdullah Suphi’nin kazandığı takdirde ödül verilmeyeceğini
Bir millî marş bestesi için müsabaka tertip edildiğini gazeteler yazdılar. Bu müsabakaya şimdiye kadar hiç bir musikişinas iştirak etmemiş.