Mekke Ufkumuzda Olduğu Müddetçe İslâm Dairesinde Kalabiliriz

İstiklâl Marşı Derneği'nin tertip ettiği "Git Vatan Kâbe’de Siyaha Bürün!" başlıklı panel, Genel Başkanımız İsmet Özel'in idaresinde 26 Kasım 2011 Cumartesi günü Ankara'da yapıldı.

Genel Başkan İsmet Özel konuşmasına gerek Türkiye’de, gerekse dünyada yapılan bütün kültürel faaliyetlerin, dünyaya ve Türkiye’ye söz geçiren iktidar odaklarının lütfunu talep eden insanlarca yürütüldüğünü ifade ederek başladı. Yalnızca İstiklâl Marşı Derneği’nin, yaklaşık beş senedir, dünyayı zulmü altında inleten iktidar odaklarının tebessümünü beklemeksizin ve bunu küçültücü bir şey saymak suretiyle bir varlık gösterdiğini sözlerine ekledi.

Git Vatan Kabe'de Siyaha Bürün

“KÂFİR KAÇTI” DİYE BAĞIRMAYA DEVAM EDİYORUZ…

Türkiye’nin var olması yolunda her şeyini ortaya koymuş insanların tebcil ettiği bir metin olan İstiklâl Marşı’nın, uzlaşmaların değil iradenin hüküm yürüttüğü bir çağı açmak üzere yazıldığını söyleyen Genel Başkan İsmet Özel; İstiklâl Marşı Derneği’nin de beş senedir İstiklâl Marşı’nın gösterdiği dirence benzer bir direnç gösterdiğini dile getirdi. İstiklâl Marşı Derneği’nin kendini, milletin -devlete rağmen- küfürle uzlaşmayı ret ettiği bir muharebe olan Haçova’da, yağmaya girişmiş kâfirin üzerine satırlarla, nacaklarla hücum edip “Kâfir kaçtı” diye bağıran insanların yerine koyduğunu ifade ederek “Şimdiye kadar bizim nidamıza inanan insanlar sayıca çok değiller. Biz ‘Kâfir kaçtı’ diye bağırmaya devam ediyoruz. Bundan sonra sesimizi bakalım kaç kişi duyacak…” dedi.

Konuşması sırasında, toplantının başlığını teşkil eden “Git vatan Kâbe’de siyaha bürün!” mısraının yer aldığı, Namık Kemal’e ait Vaveyla şiirini de okuyan Genel Başkan İsmet Özel, şiirin Kâbe’nin vatan oluşuna ve Türk vatanından öç almak isteyenlere dair neler ifade ettiğini anlattı.

KÂBE, KÂİNATIN MERKEZİNİN İZDÜŞÜMÜDÜR

Kâbe’nin kainatın merkezinin izdüşümü olduğunu izah eden İsmet Özel, bu sebeple dünyanın en yüksek yerinin Kâbe olduğunu, dünyada her şeyin üstünde olan Kabe’nin bizim vatanımız olduğunu beyan ederek şunları söyledi: “Kâbe bizim vatanımızın olduğu yerdir. Yani biz vatan deyince Kâbe’yi anlarız. Biz kimiz? Bâzen müslüman adını taşırız bâzen insan. İnsanların vatanıdır Kâbe, insan kisvesinde dolaşanların değil…”

Dar’ül-İslâm kılınarak Türk vatanı haline getirilen toprakların Kâbe ile irtibatına dikkat çeken İsmet Özel, bu topraklarda dünyanın diğer yerleri tarafından özenilecek bir hayat sahası  inkişaf etmesi neticesinde Batı’nın “Daha iyi ne yapılabilir” sorusuyla meşgul olduğunu dile getirdi. Bu sorunun cevabını ortaya koyma çabalarıyla birlikte bir “ütopya”lar furyasının hasıl olduğunu, Batı Medeniyeti’nin bu şekilde yükselebildiğini sözlerine ekledi.

Sanayi inkılâbının bir trajedi olarak doğduğunu ve bu trajediden çıkış yolu olarak Sosyalizm fikrinin kendine yer edindiğini belirten Genel Başkan İsmet Özel, Batı  Medeniyeti'nin dünyada görülmüş diğer bütün medeniyetlerin aksine kendi vaziyetini esas kabul etmekten aciz,  varılacak hedefler ve iyileşmeler olduğu vaadiyle kendini ancak takdim edebilen bir medeniyet olduğunu izah etti.

İsmet Özel, Batı medeniyetinin dünya hâkimiyetine varan yükselişinin asli unsurunun sermaye olması sebebiyle bu yükselişin getirdiği bozuklukların müsebbibinin de sermaye olduğu kanaatinin yaygınlaştığını, bunun neticesinde 1848’de Komünist Manifesto’nun dünya tarihini bir sınıf savaşları tarihi olarak açıkladığını ifade etti. Daha önceden hammadde ithal ve mamul madde ihraç eden Türk ülkesine başka yerlerden değer aktarımı yaşanırken, Avrupa Medeniyeti’nin bunu tersine çevirerek değer aktarımını bir sermaye birikimine dönüştürdüğünü anlatan Genel Başkan İsmet Özel, emek – sermaye çatışmasının öne çıkarılmasının; ülkeler, milletler ve bölgeler arasındaki değer aktarımı gerçeğini gölgede bıraktığına dikkat çekti.

KULLUKTAN YÜKSEK BİR MERTEBE YOKTUR!

Türk tarihinin de diğer milletlerin tarihlerine benzediği ve aynı esaslar dahilinde ilerlediği fikrinin insanlara kasten aşılanmakta olduğuna işaret eden Genel Başkan İsmet Özel, her milletin ve ferdin tarihinin kendine mahsus olduğunu, başa gelen kötülüklerin bertaraf edilmesi bakımından çözümlerin de kendine mahsus çözümler olabileceğini ifade etti.

Türkiye’de İslam’ın itikadi bir zenginlik olarak değil, bir otorite olarak yaşadığını, bu ülkede ibadet şevkinin kıymeti bilinen bir seviyeye yükselemediğini hatırlatan Genel Başkan İsmet Özel, İstiklâl Marşı Derneği’nin yapabileceği şeylerden birinin de, kulluktan üstün bir mertebe olmadığının gösterilmesi olduğunu, bunun ise ancak vukuu halinde görünür ve işler hale gelebileceğini beyan ve ilan ederek konuşmasını tamamladı.

Genel Başkan İsmet Özel’in ardından söz alan İstanbul Şube Başkanı Sedat Akyüz,  Tanzimat’dan bu yana İslami görünüm altındaki birçok faaliyetin bilhassa Türk vatanından İslam’ın tard edilmesine müteveccih olarak yürütüldüğüne işaret etti. Vatansızlaştırılmış bir İslam anlayışının Türkiye’nin hangi sebebe mebni olarak vatan olduğunu gözlerden kaçırdığını ifade eden Sedat Akyüz, Namık Kemal’in bu şiirinin İstiklal Marşı’nın yazılmasına imkan tanıdığını söyledi.

Gaziantep Şube Başkanı Mehmet Kendirci, Müslümanlığın üstünlük vasfı olarak kabul edilmemesi yönündeki ilk büyük adım olan Tanzimat Fermanı’nın sahibi Sultan Abdülmecid’i anma programları düzenleyen çevrelerin aynı istikamette bir anayasal düzenleme peşinde olduklarına dikkat çekerek, Türkiye’nin Türkiye olarak kalabilmesinin müslümanların üstün olduğunun kabulüne bağlı olduğunu beyan etti.

Ankara Şube Başkanı Mehmet Tunçel, millet ve vatan anlayışının özellikle Tanzimat dönemi sonrasında hangi siyasi hadiselere bağlı olarak, hangi merhalelerden geçtiğini Namık Kemal’in, Şinasi’nin, Tevfik Fikret’in ve özellikle Ziya Gökalp’in şiirleriyle izah etti. Tunçel konuşmasında ayrıca, Türk tarihinin İstiklâl Marşı Derneği’nce yeniden okunacağı “Millet Mektebi” programına davette bulunarak kendini Türkiye’ye borçlu sayan herkese görev düştüğünü hatırlattı.

MEKKE UFKUMUZDA OLDUĞU MÜDDETÇE İSLÂM DAİRESİNDE KALABİLİRİZ

İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkan Yardımcısı Durmuş Küçükşakalak, Namık Kemal’in Vaveyla şiirinin, bir çığlık olarak, yaklaşık 35 sene sonra yani 1921’de, bu topraklarda yalnızca Müslümanların sözünün geçeceğinin esas kabul edilmesiyle yankısını bulabildiğini dile getirdi. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu'nun birinci maddesi olan “Hâkimiyet bilâkayd-u şart milletindir” hükmünün, “Hâkimiyet Din-i İslâm müntesiplerinindir”den başka bir mana taşımadığını söyleyen Küçükşakalak, “Git vatan Kabe’de siyaha bürün!” nidasının Türk vatanını bir ütopya olmaktan çıkardığını beyan etti. Yunus Emre’den beri insiyaki olarak bilinegelen vatan kavrayışının Namık Kemal’le cesamet kazandığını kaydeden Durmuş Küçükşakalak, Kâbe merkezli vatan algımızın, Fransız İhtilâli’nden sonra ortaya çıkan vatan algısından farklı hatta zıt bir şey olduğuna dikkat çekti.

Mekke ve Medine’yi vatanımız bildikten sonra kendimize Türk diyebildiğimizi, Türklüğü tefrik edebildiğimizi söyleyerek Misak-ı Milli’yi ortaya koymanın gönlümüzün, zihnimizin en mutena yerine Kabe’yi koymakla mümkün olduğunu izah etti. Medine’yi savunmaktan aciz kalmış veya bırakılmış insanların bu topraklara çekilişinin Genel Başkanımız İsmet Özel tarafından “ümmetin ikinci hicreti” olarak tanımlanmasına atıfta bulunan Durmuş Küçükşakalak bu hicretle bize bir vatan bahşedildiğini ifade etti. Misak-ı Millî’nin tıpkı Mekke’den Yesrib’e hicret eden Allah Resulü'nün Yesrib’i haremleştirerek Medine yapması gibi bir hadise olduğunu beyan eden Küçükşakalak, Misak-ı Millî’den sonra Anadolu topraklarının tekrar Dar-ül İslâm haline gelerek Türkiye adını aldığını ve sınırlarının itikadî manalarla çizildiğini hatırlattı.

Durmuş Küçükşakalak, “Git vatan, Kâbe’de siyaha bürün” mısraının vatan konusundaki niyet keskinliğini gösterdiğini vurgulayarak, vatan konusunda  keskinleşmedikçe Türk olamayacağımızı, Mekke ve Medine’yi asli vatanımız sayarak Türk olduğumuzu dile getirdi. Mekke ufkumuzda olduğu müddetçe Hz. Âdem’den beri süregelen İslâm dairesi içinde kalabileceğimizi beyan edip, Allah’ın vaat ettiği günler geldiğinde Mekke’ye atlarla girenlerden olmayı niyaz ederek konuşmasını tamamladı.

26 Kasım 2011, Ankara