Genel Başkanımızın Haber Türk Televizyonunda Yaptığı Konuşma

İstiklâl Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel 25 Şubat Pazartesi HaberTürk televizyonunda canlı olarak yayınlanan "Öteki Gündem" adlı programa konuk oldu. Programın diğer konuğu ise Aytunç Altındal’dı. “Türklük” konusunun ele alındığı programda İsmet Özel “Kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir” şeklindeki tarifini tekrar ederek, diğer Türklük tanımlarının Türk Milleti’nin yükselişini imkânsız hale getirmek üzere insanlara dayatıldığına dikkat çekti. Dolayısıyla Türklüğün bir kavmin adı olmadığı gibi bir etnisite veya bir kültür olmadığını yeniden ifade etti. İsmet Özel’in, Batı dünyasındaki bütün kaynaklarda çok yakın tarihlere gelene kadar “Müslüman” kelimesi yerine “Türk” kelimesinin kullanıldığını hatırlatması üzerine, Aytunç Altındal da bu hususta mutabık olduğunu ifade etti. İsmet Özel “Hâkimiyet bilakaydüşart Milletindir” ibaresinin Osmanlı klasik milletler düzenindeki “Millet-i Hâkime”ye bir atıf olduğuna işaret ederek, Cumhuriyet’in Müslümanların üstün sayıldığı ve sözlerinin geçtiği bir sosyal düzenin öngörülmesiyle ilan edildiğini vurguladı. Lozan’da da azınlık olarak sadece gayrimüslimlerin zikredildiğini hatırlatan İsmet Özel, konuşmasında 1928 yılında, harf inkılabı ile birlikte Kur’an-ı Kerim’in elimizden alındığı hususunu da ifade ederek, Türk Milleti’nin kendine yapılan birçok kötülüğe bu mahrumiyet dolayısıyla gereken tepkiyi gösteremediğini, 1940’ların sonlarında yaşanan at katliamının buna bir örnek olduğunu söyledi. İsmet Özel programın açılışında program sunucusu Pelin Çift'in Hocalı Katliamı'na dair sorusuna şu karşılığı verdi:

Benim bu konuda söyleyeceğim hiçbir şey yok. "Hepimiz Ermeniyiz!" diye bağıranlar konuşsun bu konuda!

Türklük tanımı hakkındaki soru üzerine İsmet Özel şunları ifade etti:

Ben başından beri diyorum ki kâfirle çatışmayı göze alan Müslümana Türk denir. Türk olmanın başka bir şartı ya da belirtisi yoktur. Yani Türk dediğimiz insan tarih sahnesine Müslüman olarak çıkmıştır ve Allah’ın kılıcı olarak çıkmıştır. Başka bir Türk tabii ki uydurdular ve birçok insana yutturdular ama Allah’ın kılıcı olmaktan başka bir özelliği olan Türk yoktur. Bu o kadar bariz bir şeydir ki Mustafa Kemal Sakarya Meydan Muharebesi akabinde Türkiye Büyük Millet Meclisinden “gazilik ve müncilik” unvanı istemiştir. Yani Türkiye’de milletin başında olmak için kâfirle karşı karşıya gelmek, kâfire cevap vermek şartı vardır. Bundan başka hiçbir şey Türklerin önde gelen insanı olmaya yetmez. Şimdi Osmanlı padişahlarına bakın aslında çok önemli kültürel başarıları olmasına rağmen çok sönük olan padişah İkinci Beyazıt’tır. Çünkü gaza etmemiştir, bir komutanlık vasfı yoktur. Türkler başlarında kâfirle hesabını gören insan isterler ondan sonra kendilerini Türk olarak bir yere yerleştirirler. Zaten bize de Türk denilmesinin sebebi budur. Avrupa’da uzun yıllar bir insan Avrupalı olduğu halde eğer o insan İslam’ı tercih etmişse ona Türk oldu denmiştir. Açın bakın yirminci yüzyıla kadar yazılan kitaplarda şöyle ifadeler bulursunuz; “İnsan Yahudi, Hristiyan veya Türk olabilir." Böyle derler yani Müslüman zikredilmez. Çünkü Türk olmak demek zaten Müslüman olmak demektir. Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin tebaasıyız biz. Bu 29 Ekim 1923’te ilan edilmiş bir cumhuriyet. Bu cumhuriyet nedir? Türkiye Cumhuriyeti diye adlandırdığımız cumhuriyet nedir? Bir İslam devletidir. Kanun-i Esasi yahut Teşkilat-ı Esasiye Kanunu cumhuriyetin ilanıyla beraber birinci maddesini Türkiye’nin idaresi bir cumhuriyettir diye değiştirdi. Kanun-i Esasi’nin ikinci maddesi Türkiye Cumhuriyeti devletinin dini din-i İslam’dır oldu. Yani Türkiye 1928 yılına kadar resmi olarak bir İslam devletiydi. 1928 yılında bizim yazımızı elimizden aldılar bunu yaparken de bunu yapmanın bir dayanağını bulmak üzere de İsmet İnönü’nün 120 arkadaşı ile birlikte verdiği bir önergeyle anayasadan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dini din-i İslam’dır maddesi çıkarıldı. 1928. Yani Türkiye Cumhuriyeti beş sene İslam devleti olarak resmen yaşadı. Ondan sonra bugün kurucu düşünce cart curt böyle saçma sapan şeyler söylüyorlar laikliği savunmak için. Laiklik anayasaya 1937 yılında  CHP‘nin altı okuyla  beraber olarak girmiştir. Türkiye’nin laik bir devlet olmasının resmen tasdiki 1937’dir. İki sene sonra da İkinci Dünya Savaşı çıkacak ondan sonra dünya başka şeyler görecek.

Programda Aytunç Altındal’ın Türklüğün bir “yurttaşlık” kavramı olduğuna dair açıklamaları üzerine İsmet Özel şunları söyledi:

Bunlar sekizinci sınıf pozitivist tahliller. Şimdi bizim kafamızı beynimizi yıkıyorlar. Ümmet toplumundan ulus toplumuna ya da millet toplumuna geçmişiz bu tamamen büyük bir aldatmacadır büyük bir sahtekârlıktır.

MÜSLÜMAN OLDUĞUMUZ İÇİN TÜRKÇE KONUŞUYORUZ!

Lisanımızın menşei Kur’an’dır biz Müslüman olduğumuz için Türkçe konuşuyoruz. Müslüman olmasaydık Bulgarca konuşacaktık Macarca konuşacaktık, Fince konuşacaktık. Müslüman olduğumuz için Türkçe konuşuyoruz. Hiç kimse şunu inkâr edemez; Türklük vasfını koruyan Asyalı kavimlerden hepsi Müslümandır. Finler, Estonyalılar, Macarlar, Bulgarlar için Türk demiyoruz. Kökleri Türklerle müşterek diyebiliyoruz. Hazarlara Türk diyen kimler? Onlarla aynı dinin içinde olanlar Hazarlara Türk diyorlar çünkü aşağılanmış Yahudilerin bayrağını yükselten Hazarlardı. Yani “Yehova kavmini terk etmedi bakın!” Hazarlar Yahudi’ydi. Hazarlar devlet kurup o bölgede hot zot etmeden önce Yahudiler dünyanın en aşağılık insanları olarak kabul ediliyordu Yahudi olmayanlar tarafından. Ama Hazarlar Abbasi halifesine “Yahudilere baskı yaptığını bir daha işitirsem ülkemdeki bütün camileri yıkarım” diyen adamlardı. İşte bunun Türk olması lazımdı. Yahudiliğin iş yaptırabilir, Yahudiliğin hâkim olabilir tarafını öne çıkardıkları için Hazarlara Türk diyorlar.

Biz mesela ümmet toplumundan millet toplumuna veya uluslaşmaya gitmişiz yani dinimizi terk edip daha milli bir karakter sahibi olmuşuz. Dünyada milliyeti ve dini aynı olan tek millet Türk milletidir. Onun için artık insan ben Türküm ve başka bir şey değilim demesi lazım çünkü milliyeti ve dini Türklüğün birdir. Cumhuriyetten sonra birçok numaralar çevrildi fakat cumhuriyete varmak için neler yapıldı onu bilmek lazım. Şimdi TBMM’nin üzerinde kocaman yazıyor “Hâkimiyet bilakaydü şart milletindir” ne demek? Kelimeleri egemenlik ulusundur diye değiştiremezsiniz “Hâkimiyet bilakaydü şart milletindir” çünkü yüzyıllar süren bir klasik Osmanlı çağı yaşandı. Bu klasik Osmanlı çağı milletler prensibine göre işliyordu bu kat kat milletleri tanıyan bir örgüydü. En yukarıda Müslümanlar vardı. Aslında devlet ve halk bir bütün kabul ediliyordu ama bölünmüş bir bütün. Sunuf u devlet vardı: İlmiye, seyfiye, kalemiye. Bir de reaya vardı devlete mensup olmayanlar. Reaya umumiyetle gayrimüslimlerden oluşuyordu ama bunların içinde Müslümanlar vardı onun için onlara "beraya" denildi. Onlar haraç vermezlerdi reayanın içinde riayet edenler sürü yani. Beraya kılıç ehlidir ve haraç vermez. Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir dediğimiz zaman biz bunu anlıyoruz "Millet-i Hâkime" vardı başka milletler de vardı mesela Müslümanların hemen altında Grekler vardı onların hemen altında Ermeniler… “Hâkimiyet bilakaydu şart milletindir” demek Millet-i Hâkime’nin sözü geçecektir demekti. Bu da  netice itibariyle tamamen böyle olmuştur. Biz 1919’da misak-ı milliyi ilan ettiğimiz zaman ki Wilson prensiplerinden medet umularak ilan edilmiş bir şeydir. Osmanlı tebaasının Müslüman kahir ekseriyetinin meskun olduğu yerler misak-ı milliye dâhildir. Böyle tespit edilmiştir iş. Yani bizim milli meselemiz doğrudan doğruya Müslüman olmamızdan ibarettir. Araplar kâfirlerle anlaştıkları için misak-ı milli sınırları dışında kalmışlardır. Kürtler misak-ı milli sınırları içindedir. Biz gavurlarla pazarlık ederken Kürtlerin yaşadığı yerleri buralar bizim diyerek misak-ı millinin içinde saymışızdır. Ve bunu insanlar bilmiyorlar misak-ı milli dediğimiz zaman bugünkü sınırlar bahis konusu değildir. Misak-ı milli sınırları Halep’in 20 km güneyinden geçer. Batum, Selanik ve bugünkü Bulgaristan’ın üçte biri sayabileceğimiz yer misak-ı milli sınırları içindedir. Onun için Türkiye’de Birinci Meclis feshedilmiştir. Çünkü zaferi kazanan Türkler bu sonuca razı olmayacaklardı onun için bu sonuca razı olacak bir düzenleme yapıldı ve biz bütün Cumhuriyet tarihimiz boyunca Türklüğümüzün tırpanlanması, Türklüğümüzün tahrip edilmesi, Türklüğümüzün yara almaya müsait hale getirilmesi programının mağdurları olduk. Yani bugün Türkiye’de “Türküm” demek zorlaşıyor.

Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet varsa bizim 13. yüzyılda burayı bir Türk vatanı haline getirmiş olmamız sebebiyledir. Yani dünyada görülmemiş bir şeydir. "Türkler Türkiye’yi, Türkiye Türkleri yapmıştır." Biz bugün normal olarak Özbek için, Tatar için, Türkmen için, Azeri için Türkiye’de yaşayan insanlar olarak “dış Türkler” diyoruz değil mi bunlara? Demek ki iç burası. Hiçbir zaman gidin Özbekistan’a, “dış Özbekler” demezler. Türkiye’nin dışındaki Türklere dış Türkler diyoruz değil mi?

Programda Aytunç Altındal’ın, Türklükten istifa ettiğini söyleyen Ertuğrul Özkök’e tepki göstermesi üzerine İsmet Özel şunları söyledi:

Ertuğrul Özkök Türklüğe ne zaman girmiş ki? Öyle saçma şey olur mu? Ben diyorum ki bir adam “Ben Türk değilim!” diyorsa “Beter ol!” diyorum. Eğer bir insan “Ben Türküm!” diyorsa “Nerenden belli?” diyorum.

Sunucu Pelin Çift’in “’Nerenden belli?’ sorusuna hangi cevap sizi tatmin eder?” demesi üzerine İsmet Özel şunları söyledi:

Namaz kılmıyorsa Türk değildir. Namaz kılanların hepsi Türk değildir. Namaz kılıyor diye Türk olmaz adam ama namaz kılmıyorsa hiç Türk değildir. Namazına bakmak basit bir iş değildir. Müslümanlar namazı cemaatle kılarlar. Yani cemaatle namaz kılmak esastır.Tek başına namaz kılmak ruhsattır. Yani o da olabilir, ama esas değildir. Ben bir adamın Türk olup olmadığını namaz kılmasından anlarım dediğim zaman onun sofuluğundan bahsetmiyorum. Bir insanın ezan okunduğu zaman herkesin hakkın divanına duracağı bir hayat  tarzına bağlanıp bağlanmadığından bahsediyorum. Yani biz Müslümanlar birbirimiz için olduğumuz kadar Müslümanız. Onun için Türklükten Müslümanlık olarak bahsediyorum. Yani yüzyıllar boyunca eğer Türkler işin başında olmamış olsalardı dünyada bugün bu derece en azından yaygın bir İslami nüfus bile olmazdı. Yani Türkler aynı zamanda İslam hayatının teminatı oldular yüzyıllar boyunca dünya üzerinde.

Pelin Çift’in, milletin tarifine dair Mustafa Kemal’den alıntı yaparak “Zengin bir hâtıra mirasına sahip bulunan; beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimî olan ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyet… ” sözlerini okuması üzerine İsmet Özel bu tarifte bir “gelecek”ten bahsedilmediğine dikkat çekerek, zikredilen “miras” mefhumuna dikkat çekti:

Miras, aslında Veda Hutbesi’nde Resulullah’ın bıraktığı miras olmalıdır. Veda Hutbesi’nde Resulü Ekrem dedi ki “Size Kur’an’ı ve Sünnetimi bırakıyorum…” Eğer bir insan yazımızı elimizden alarak bizi Kur’an’sız bıraktıysa bu hangi mirastan bahsediyor?

Şimdi mesele şudur: Bir şeyleri böyle mantık örgüsüyle, mantıki tutarlılıkla meseleyi halledemeyiz. Hikayenin neye taalluk ettiğini bilmemiz lazım. Bunu herkesin bilmesi lazım. 1918 yılında Birinci Dünya Savaşı bittiği zaman bu topraklarda, İstanbul da dâhil, bütün o zaman Osmanlı toprağı bilinen yerlerde en emniyetsiz yer Türk bayrağının altıydı. Herkes, İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan bayrağının altında selamet arıyordu. Ama biz bir İstiklal Harbi verdik. İstiklal Harbi’nin sonunda bu topraklarda en emin yer en güvenilir yer en muteber yer Türk bayrağının altı oldu. Bu nasıl oldu? Bazı şeyleri birbirine karıştırmayalım. Bugün ben bir okulun önünden geçmekten korkuyorum. Bu ister ilköğretim olsun, ister lise olsun, hatta üniversite olunca daha da tüylerim diken diken oluyor. Talebeler otobüse bindiği zaman bir yere sığınmaya çalışıyorum. Bıçaklanabilirsiniz falan filan yani. Ben 1944 doğumluyum 1950 yılında ilk mektebe başladım. Ben lise üçe gelinceye kadar Türkiye’de genç bir insanın en emniyet içinde olacağı yer mekteplerdi ve bütün hocalar, görüşleri ne olursa olsun çocukları gibi hareket ederlerdi talebelere. Ama cumhuriyet ideolojisi şöyleydi böyleydi falan. Yani bir şeylerin başımıza nasıl geldiğini bize birilerinin neler yaptığını bilmemiz lazım.Ama bu 27 Mayıs’a kadar böyleydi 27 Mayıs’a kadar bizim bir Kur’an Devletimiz vardı. Biz Cumhuriyet’i bir İslam devleti olarak kurduk ve 27 Mayıs’a kadar kaybettiklerimizin hepsini geri alacağımız ümidiyle yaşadık.Çünkü biz Tanzimat’ta kaybettiğimizi Cumhuriyet’le almıştık.Cumhuriyet’le kaybettiklerimizi de yine Cumhuriyet’le alacaktık. Fakat birileri imkân vermediler,Türkiye’de yaşayan ve “Ben Türk değilim!” diyen insanlar.Hatta bunlar köken olarak Müslüman bilhassa. Onlar kendi davalarının haini değil. Yani Türkiye’yi kullanarak bir yere ulaşmaya çalışıyorlar.

Türk bayrağının en emniyetli yer olması İstiklal Harbi’ni kazanmış olmamız, yani “Bu toprakları gâvura yedirtmem!” diyen insanların galip olması ile oldu. Fakat bu insanlar galip geldi ve öldüler. Sağ kalanlar asker kaçakları, vatan hainleri ve üçkâğıtçılardı.

YAZIMIZ ELİMİZDEN ALINDIĞINDAN KUR’AN BİZDEN GİTTİ.

Programda Aytunç Altındal’ın, bir Çerkez olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendisine Türk kimliği bahşettiğinden ve kendisinin de Türkiye’ye olan sadakatinden bahsetmesi üzerine İsmet Özel şu sözlerle karşılık verdi:

Şimdi Aytunç Altındal nankör olmadığını söylüyor. Nankör değil. Çünkü bu topraklar ona sadece kimlik vermedi, hayat imkânı verdi, canını kurtardı. Şimdi dediğim gibi nankör olmadığını söylüyor ona bu bakımdan ben de teşekkür ediyorum ama kendisi benden çok iyi bilir Türkiye topraklarını tramplen olarak kullanan kaç tane Çerkez var, Arnavut var? Mesele şu: Bizim etnik geçmişimiz ne olursa olsun bu topraklara bir şey borçluyuz, biz kim olursak olalım... Benim dedem Bağdat’tan gelmiş, Süleyman dedem. Hepimiz bu topraklara bir şey borçluyuz acaba ömrümüz boyunca bu toprakların bize verdiğinin ne kadarını iade edebildik. Vatana hizmetten bahsetmiyorum, borcunu ödemekten bahsediyorum. Borç bu toprakların değerini artırmakla ödenir. Şimdi bizim elimizden Kur’an’ı aldıkları için Allah’ın övdüğü hayvanı öldürdük biz. Eğer bizim elimizden Kur’an’ı almamış olsalardı 1947-48 yıllarında at vebası bahane edilerek Türkiye’deki atların hemen hemen hepsinin öldürülmesine karşı çıkardık. O sıralarda da, aynı zamanda süvari birliklerimizi ortadan kaldırdık. Eğer biz Türkiye olarak süvari birlikleri olan bir ordumuz olsaydı bugün dünyada parmakla gösterilen bir ülke olacaktık. İkinci Dünya Savaşı sırasında motorize birliklerinin yapamadıklarını süvari birlikleri yaptı ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya hiçbir zaman ciddi bir savaş görmedi. Yazımız değişince Kur’an bizden gitti. 1928 yılında yazı değişti ve 1929 yılında idadilerden ve tabii, daha öncekilerden Arapça dersi kaldırıldı. 1929 yılına kadar Türkiye’de idadilerden mezun olan herkes orta derecede değil, iyi derecede Arapça bilirdi. Bilmezse mezun olamazdı. Biz yüzyıllar boyunca Arapçayı kuran ve hadis öğrenmek için öğrendik. Türkçe buradan doğdu. Ben öteden beri söylüyorum “Saf Türkçe konuşacağım” diyorsanız, hiçbir şey diyemezsiniz. Çünkü "hiç" Farsçadır, "şey" Arapçadır. Yani hiçbir şey diyemezsiniz. Şimdi yazımızı elimizden aldıkları için Kur’anla irtibatımız kesildi çünkü normal olarak insanlar iyi Arapça bildikleri için ne dediklerini de bilirlerdi Türkçe. Yani müsbit mi, sabit mi mesela. Bunun farkını bilirdi ama ondan sonra insanlar papağan gibi konuşmaya başladılar. Kulaktan takliden duydukları şeyleri söylüyorlar ne dediklerini bilmiyorlar insanlar Türkiye’de bugün. 

Türkiye’de yapılan şey dünyanın hiçbir yerinde yapılmamıştır. Aslında bu yazının değişmesi bizi geçmişten koparmış değildir. Geleceğimizi elimizden almıştır. Çünkü biz o yazıyla kat etmemiz muhtemel olan hiçbir mesafeyi kat etmedik. Hiçbir şey yapamadık. Zaten o yazı dolayısıyla aklımız asgari derekeye indi. Biz de böyle işte kıyıda köşede birilerinin himmetine bakarak yaşıyoruz ve bugün -eğer uzmanların dedikleri çıkarsa- Türkçenin geleceğini en fazla 150 yıla uzatıyorlar.

Allah bize tekrar Türkiye’de İslami bir hayat kurma imkânı verecek. Ben böyle istiyorum, benim duam bu. Ve biz İslami bir hayat Türkiye’de tesis ettiğimiz zaman mesai saatleri namaz vakitlerine göre ayarlanacak. Ben İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanıyım. Namazını kılmak derken sofuluktan bahsetmiyorum. Bütün Müslümanların ezan okunduğu zaman Hakk’ın divanına duracağı bir hayatı destekliyor mu, desteklemiyor mu? Yani İslami bir dünya istiyor mu insanlar, istemiyor mu? Budur ölçü. Yoksa “I am an American Muslim!” bu böyle değil.

Biraz önce dedim, bu topraklara borcumuz var. Ben de en azından Aytunç Altındal kadar nankör olmak istemiyorum. Ben de insan kılığına girdiysem, bunu bana bu topraklar verdi. Dolayısıyla ben bu toprakların kıymetinin artacağı bir işe kendimi angaje etmiş durumdayım. “Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk’ın” diyor İstiklal Marşı. Allah demek ki bize günler va'detti. Ve Nazım Hikmet hemen buna itiraz ediyor: Allah bize böyle bir şey va’detmedi biz kendi kendimize va'dettik. Çünkü Enternasyonal’de diyor ki. “Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan nasıl bizleri kurtarır? Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır.”

İsmet Özel başkanlık sistemi tartışmalarına da temas ederek şunları söyledi:

Bugün başkanlık sistemini konuşuyorlar. Bu vatan ihanetidir. Neden? Çünkü TBMM saltanatı da, hilafeti de deruhte eder. Saltanat da TBMM’nin uhdesindedir. Çünkü milli saraylar diyoruz, hepsi meclis başkanlığına bağlıdır. Sultan mülkü meclise geçmiştir. Dolayısıyla Türkiye’de başkanlık sistemi olmaz Türkiye varlığını parlamenter sisteme borçludur.

Eğer biz yazımızı muhafaza etmiş olsaydık bu saçmalıklar olur muydu? Mustafa Kemal’e yazı meselesinde demişler ki “Bir deneme dönemi koyalım!” “Hayır!” demiş “Ben Enver’in durumuna düşmek istemiyorum.” Çünkü 1908’de de bir Enver imlası çıktı seslileri de yazarak bir şekilde. Üç aylık deneme safhası bitmeden o kadar komik hale getirildi ki, o işi deneyenler vazgeçti.

Bizim yazımız İstanbul’da tekemmül etti. Arap harfleriyle yazmak diyorlar. Aslında onlar Türk harfleridir. Türkçe bu yazıyla doğmuştur. Bu yazı olmasaydı ve aruz olmasaydı Türkçe diye bir lisandan bahsetmeyecektik. En azından Türkiye Türkçesinden bahsetmeyecektik. Bugün Suudi Arabistan’da Ebussuud Efendi’nin tefsiri Arapçası yüzünden okutuluyor. Yani Arapça fesahat için Ebussuud’un tefsiri okutuluyor.

Biz bir millet miyiz? Millet olarak kalacak mıyız ve millet olarak yükselecek miyiz? Bu sorular cevaplandırılmadan hiçbir meseleyi konuşamayız. Biz burada bir Türk milletiyiz. Millet olarak kalmamız topraklarımızı muhafaza etmemize birebir bağlıdır. Yani bir Pontus davasıyla Türk milleti beraber yürümez. Türkiye’nin yokolmasını isteyen insanların en son sırasında Kürtler gelir. Kürtler asimile olmamıştır, çünkü bu Dünya Sistemi’nin bir dayatmasıdır.

SİYASAL İSLAM, TÜRKİYE’DE İSLAMİ DÖNÜŞÜMÜ ENGELLEMEK İÇİN BAŞLATILDI.

Türkiye 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’i ilan etti. Ve 27 Mayıs 1960’ta Türkiye Cumhuriyeti devleti lağvedildi. Ondan sonra Türkiye ayakta kalabilmek, hayatta kalabilmek için bir takım refleksler ortaya çıkarmak zorunda kaldı. Bunun birincisi Sosyalizm bahane edilerek sınıf meselesinin sarahate kavuşma meselesiydi. Burada doğrudan doğruya hareketi içinden sabote eden insanlar başarıya erdiler.Türkiye sınıf meselesini netleştiremeden bir karambole daldı.Ondan sonra da İslam dolayısıyla kimlik meselesi Türkiye’nin kurtuluş yolunu genişletecek bir şey olarak düşünüldü.Bu bir öncekinden daha trajik bir şeydi.Çünkü Siyasal İslam doğrudan doğruya Türkiye’de İslami bir dönüşüm olmasına engel olacak insanların yönetiminde yürütüldü.Yani bugün AKP iktidarı bunun mahsulüdür. Türk milletinin İslam’dan beklentilerini boşa çıkarmak üzere siyasal İslam başlatıldı.

Türkiye’de bir tek kültür var: İslam. Türkiye’de bir tek örgüt var: Devlet. Onun için her şey bu ikisi arasındaki münasebetle hareket ediyor. 1965 genel seçimleri sonucunda Türkiye İşçi Partisi TBMM’ye 16 milletvekili soktu. 1965 seçimlerinde TİP şu sloganla seçime girdi: “Kula Kulluk Yetsin Artık!” Bu sosyalist bir slogan değildir.Bu İslami bir slogandır. Çünkü biz kula kul olmayacağız, biz Allah’ın kuluyuz demek. Başka bir manası yok. Dolayısıyla halk bu mesajı aldı ve Aybar 69’da başa güreşeceğiz dedi. Ama iki milletvekili çıkarabildi. O işler Türkiye’de gayet güzel ayarlanıyor, Türkiye’de birileri bir şeyleri manipüle edebiliyor.