İnsanlar Ahlâken Ne Kadar Rezilse Siyaseten O Kadar Yukarıda!

İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel Bartın’da “Siyaset ve Şiir” serlevhalı bir konferans verdi. Konuşmasının başında Türk tarihi ile Türk siyasi tarihi arasındaki bir ayrıma işaret eden Genel Başkan İsmet Özel şunları söyledi:

“Türk siyaseti Haçova Meydan Muharebesi’yle başlayan bir vakıadır. Türk tarihi bununla başlamıyor. Ama Türk siyasi tarihi Haçova Meydan Muharebesi’yle başlıyor. Çünkü bu meydan muharebesi devletin resmi güçleri Haçlı Ordusu tarafından bozguna uğratıldıktan sonra yağmaya dalan Haçlı Orduları üzerine ellerindeki baltalar, nacaklar, bıçaklarla saldıran ve onları hakladıkça da ‘Kâfir kaçtı!’ diye nida fırlatan Türk Milleti’nin kazandığı zaferdir. ‘Kâfir kaçtı!’ nidaları üzerine bozulan ordu geri dönmüştür ve böylece mutlak bir zafer kazanılmıştır Haçlı Ordularına karşı. Türkler Haçlı Seferleri’nden başlayarak hep Haçlı Ordularıyla savaştılar ve bütün galibiyetleri Haçlı Orduları karşısındadır. Karşılarında bir devlet ordusu yoktu. Hep Haçlı Orduları vardı. Türk milleti milli şahsiyetinin en temayüz etmiş, en olgunlaşmış şeklini Çanakkale Muharebeleri sırasında ortaya çıkardı. Çanakkale Savaşı’nın Türk siyasi tarihi bakımından çok büyük önemi var. Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’da ve kısmen Orta Avrupa’daki hâkimiyeti Batı’da yükselen medeniyetin en büyük sıkıntısı idi. Bu hâkimiyete son vermek için birçok hadise yaşandı, birçok plan uygulandı. Avrupalılar, Avrupa’nın Yeni Dünya’daki büyük güçleri Türklerin Avrupa’dan atılması hadisesine, atılmasını hedefleyen ve başarı elde etmek için bütün güçlerini sarf ettikleri hadiseye Şark Meselesi dediler. Avrupa siyasetinde Türklerin Avrupa’dan atılması Şark Meselesi olarak adlandırıldı. Türkler, falan gibi kelimeleri zikretmiyorlardı: ‘Şark Meselesi’ni nasıl çözeceğiz?’ Bir İngiliz; Carlyle, arkadaşına yazdığı bir mektupta ‘Şark Meselesi çözülürken zinhar ‘Konuşulamaz Türk’ü işin içine katmayın!’ diye bir tavsiyede bulunuyor. Unspeakable Turk! Şark Meselesi halledilirken Türkleri işin içine katmak, onların bu konuda söz hakkı olduğunu kabul etmek manasına geliyordu ve Türklere Avrupa’dan çekip gitmeleri fikri bir türlü benimsetilemiyordu. Onun için Carlyle’ın söylediği şey ‘Unspeakable Turk. Konuşulamaz Türk! Bunlara anlatamıyoruz Balkanlar’dan çekip gitmeleri gerektiğini! Konuşamıyoruz bunlarla!’”

TÜRKLERİN KARŞISINA HEP “AŞAĞI” DÜŞMANLAR ÇIKARILDI

“Batı’nın büyük güçleri Türklerin tarih sahnesindeki tayin edici rolünü sıfırlamak için bir taktik uyguladılar. Hiçbir büyük güç Türklerle birebir karşı karşıya gelmedi. O sırada Avrupa’da Düvel-i Muazzama denen unsurların hiçbiri Türklerle siyasi ve askeri zıtlaşmada iki cephe olmadı. Her zaman Türkleri kendi içlerindeki unsurlarla baş başa bıraktılar ve dünyaya da bunun propagandasını yaptılar: ‘Türkler Bulgarları mahvediyor, Türkler Sırpları mahvediyor, Türkler Yunanlıları mahvediyor, Türkler Arnavutları mahvediyor…’ Türkler devamlı olarak kendi hâkimiyetleri altındaki insanlarla çatışma halindeymiş ve Türklerin defterini de bunlar dürebilirmiş imajını yaratıyorlardı. Türkler her zaman karşılarında birtakım uşakları, kuklaları, aletleri, robotları buluyorlardı. Bunun böyle olduğunun delili şudur: Türkler her zaman üstün, Türklere düşman olanların her zaman aşağı olduklarının delillerinden biri isyanı başlatmak üzere hareket eden Aleksandr İpsilanti’nin kızını Türk komşusuna emanet ediyor! Bu işler böyle yürüyegeldi. Çanakkale savaşlarının bu bakımdan önemi çok büyük. Türkleri her zaman kendi uşaklarına mağlup etmeye gayret eden, buna şartlandırılmış, bunun rahatlığına alışmış olan unsurlar ilk defa 1915 yılında Türklerle yüz yüze gelmek zorunda kaldılar. Çanakkale Savaşı’nda karşımızda doğrudan doğruya İngiliz ve Fransız donanması vardı. İngiliz ve Fransızların kışkırttıkları birtakım unsurlar yoktu, doğrudan doğruya kendileri vardı. Ve doğrudan doğruya kendileri Türklere karşı hiçbir şey yapamaz duruma düştüler. Önce rahatlardı: “Ne yapalım Sırplar beceremedi!” oluyordu. Ama ilk defa kendileri tersleniyorlar ve dayak yiyorlardı. İşin öbür tarafı da Türk siyasi tarihi bakımından çok önemli çünkü Türkler Çanakkale Muharebesi dolayısıyla ilk defa vatan hadisesinin göbeğine oturdular. Artık vatan veya hiç. Bu vardı. Çanakkale geçilebilir olduğu halde Türk milleti vatan mefhumundan tecrit edilmiş olacaktı. Acayip bir Türk Milleti’nden bahsedilecekti. Ama Çanakkale Savaşı’nın verilmesiyle vatan ve Türk kenetlendi. Bu her bakımdan, sadece moral bakımından değil, bütün dünya siyasetinin çekilip çevrilişi bakımından, hiç şüphesiz ki iktisadi bakımdan, sosyal bakımdan bir dönüm noktasıydı. Eğer İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale’yi geçebilmiş olsalardı Çarlık Rusya’sı çok büyük bir teminata kavuşmuş olacaktı. Çünkü Çanakkale’yi geçen İngiliz ve Fransız donanmaları İstanbul’u Ruslara teslim etmek üzere gemilerini demirleyeceklerdi ve bu iş bambaşka bir yere gidecekti.”

Türk şiirinin son modern atılımı olan İkinci Yeni’nin en çok önem verilen ve dikkat çeken ismi Turgut Uyar’ın Mehmet Akif’i şairden saymayan tavrına dikkat çeken Genel başkan İsmet Özel şunları söyledi: “Millet hayatı bakımından meseleye baktığımızda karşımıza çıkan şey Mehmet Akif’in Türk şiirinin doğuş şartlarına sadık yegâne şiir yapısını kurmuş olmasıdır. Hâlbuki Turgut Uyar ve onun frekansındaki şairlerin Türk şiirinin doğuş şartlarına sadakatten ziyade, aktüel güncel dünya şartlarında Türk şiirinin ehemmiyetini tebarüz ettirmek, bu ehemmiyeti yakalamak ve yansıtmak gibi bir derdi var. Hâlbuki Mehmet Akif millet hayatıyla milletin yazı hayatı arasında bir eşzamanlılık, bir senkron ortaya çıkardığı halde Mehmet Akif’i şair kabul etmeyen anlayış bu senkronu bilmez, görmez ve kabul etmez, eğer görebilecek bir yere gelirse. Trük milletinin varlığıyla Türk milletinin yazı hayatının bir senkronu aksettirdiğini bize gösteren Mehmet Akif’tir.”

GÖZLEMEMİZ GEREKEN YEGÂNE ŞEY RESULULLAH’IN ÖZLEMİDİR!

Konuşmasında Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” adıyla bilinen şiirini okuyan Genel Başkan İsmet Özel, millet hayatı ile milletin edebi hayatı arasındaki senkrona dair işaretlerin buradan görülebileceğine dikkat çekti. “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraının bir mübalağa olmadığını, tarihi hakikatler dikkate alındığında bunun yerli yerince bir mısra olduğunu vurgulayan İsmet Özel şunları ifade etti: "'Bu, taşındır’ diyerek Kâ'be'yi diksem başına’ mısraı da mübalağa gibi görünebiliyor. Çanakkale şehitlerinin mezar taşı ancak Kâ’be olabilir! Ama henüz 1915 yılındayız! Garip bir şekilde, bir yıl sonra o taşı bulamayacaksın! İstesen de getirip başına koyamazsın! Çanakkale şehitleri şiirinin, bu şehitlerin bize kazandırdıkları şeyin bedelini ödemeye bizim gücümüzün yetmeyeceğini anlattıktan sonra “Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.” demesi bugün yaşadığımız şartlar bakımından bizim için bir mana taşıyor. Hepinizin bildiği bir hadis-i şerif vardır: ‘Gelecekteki kardeşlerimi özlüyorum!’ Mehmet Akif’in kafasından bu hadis geçtiği için mi bu mısraı yazdı, bilmiyorum. Ama bu mısra okununca benim aklıma başka bir şey gelmiyor. Bizim de insan olarak gözetmemiz, gözümüzü dikmemiz gereken tek şey, eğer bir şekilde layık olamasak bile biraz yaklaşabilme imkânını kolladığımız, Resûlullah’ın özlemi olması lazım. Biz o özlemin şöyle kıyısından köşesinden bir yerine bulaşabilirsek iş tamamlanmış olur.”

“Kur’an-ı Kerim’in nazil olması dolayısıyla insanlığın nasıl bir rahmetle karşı karşıya olduğunu anlamamız Çanakkale şehitleri şiiri sebebiyle de mümkündür. Eğer biz dünya hayatının ahiret hayatı derecesinde önemli olduğunu düşünüyorsak Müslümanlığın lüzumsuz bir şey olduğunu düşünmemiz lazım. Hiçbir ayette veya hadiste dünya hayatının rezil bir şey olduğu söylenmez. Ama her fırsatta ahiret hayatının daha hayırlı olduğu söylenir. Bu ahiret hayatının daha hayırlı olmasının dünyanın mahiyetini anlamada bize yardımcı olması lazım. Tabii ki cennet özlemi Müslümanın hayatında ciddi bir yer tutar. Ama bu cennet özleminin dayanağının ne olduğunu bilmek lazım. Eğer Allah’ın emir ve nehiyleri birilerinin küçültücü muamelelerine maruz bırakılmışsa ve Allah’ın emir ve nehiylerini esas sayan insanlar bu küçültücü muameleyi defedecek bir hareketin içinde değillerse bizim Müslüman olmamızın hiçbir manası yoktur. Hepinizin bildiği şey, Mekke müşriklerinin Resûlullah’a davasından vazgeçmesi mukabilinde kadın, servet ve reislik teklif etmesidir. La ilahe İllallah Muhammeden Resûlullah davası devreden çıkarılarak dünyada lezzetler hazlar ve iktidar gücünün vazgeçilmez değerler olarak kabul edilmesiyle gayrimüslim bir hayat yaşanabilir. Dünyada gayrimüslimler yaşıyor, bu olabilen bir şey. Ama Müslüman olmak demek bunun istiskal edilmesini sağlayacak bir alanın temsil edilmesi demek. Bunu Asrısaadette de insanlar tam olarak fark edemediler. Resûlullah irtihal ettiği zaman anlaşıldı ki zırhlarından bir tanesi bir Yahudi’de rehinmiş! Bu Mekke’nin fethinden sonra olan bir şey. Devlet başkanı! Bize bir şeyin iyi olduğunu dünya hayatımızı kolaylaştırması sebebiyle ispat edenlere bizim güler yüz göstermememiz lazım. Ama bu endişeler artık Türkiye’de ortadan kalktı. Çünkü Türkiye’de Çanakkale şehitlerinin endişeleri yer sahibi değil. Türkiye’de sadece dünya düzeninin zorla veya kandırma usulüyle dayattığı alet sevgisi hâkim Türkiye’de. Bu yüzden benim de size bir şey anlatmam gittikçe zorlaşıyor. İnsanlar Türkiye’de televizyon dizilerini ülke dışında pazarlayabilmeyle övünebiliyorlar. O dizilerin kalitesi, onlardaki Türkçe zenginliği(!)ni tartabilecek insan yok Türkiye de. Çünkü 1953 yılından itibaren muhtevası ne olursa olsun eğitimin kalitesi şiddetle düşürüldü ve bu düşüş bugüne kadar geldi.”

BUGÜN İNSANLAR AHLAKEN NE KADAR REZİLSE SİYASETEN O KADAR YUKARIDA!

“Türkiye’de bir daha Sakarya Meydan Muharebesi’nin cereyan edeceği ve bu muharebenin bir daha kazanılabileceği konusunda hiçbir işaret görmüyorum. İstiklâl Marşı Derneği kurulurken bunu belirtmiştim ve hala bu geçerli. Türkiye’de bir çizgi yürüyor ve bu çizgi Türkiye’nin haritadan silinmesini gerçekleştirecek istikamette ilerliyor. Ama bu, Türkiye’de yaşayan insanların endişelenmesine sebep teşkil etmiyor.”

“Asıl söylenmesi gereken şeyleri söyleyemiyoruz. Bunun sebebi cezaya çarptırılma korkusu değil. Bunun sebebi, asıl söylenmesi gereken şeylerin söylenmesini bekleyen insanların namevcudiyeti. İnsanlar kafalarındaki soruların cevaplarını bulmuş olarak yaşıyorlar. Bir bakıma sorusuz yaşıyorlar. ‘Acaba’ dedikleri hiçbir konu yok. Çok kısa bir zamanda hayatın görünür manzarasında kendilerinin tatmin olduğu bir kaleyi işgal etmek insanların zaten buldukları ve tatmin oldukları bir şey.”

Waldo Sen Neden Burada Değilsin isimli kitabının ithaf ifadelerini hatırlatan Genel Başkan İsmet Özel, kendisi için şiirin ve politik bağlanmanın sağladığı tekinliği hatırlatarak şunları söyledi: “Türkiye’de bu iki şey, şiir ve siyaset Türkiye dışından, Türkiye’nin dünyada kayda değer bir yer sahibi olmaması için hususi gayret sarf eden çevrelerin emrindeki insanlar tarafından laçkalaştırıldı. Türkiye’de şiir altına sığınılacak bir saçak olmaktan çıktı, kiremitler uçtu… Siyaset de maalesef ahlaki zaafın mükâfatlandırıldığı bir alan haline geldi. Bir insan ahlaken ne kadar rezil ise siyaseten o kadar yukarıda.”

27 Nisan 2013, Bartın