Armağan, Senin Varlığın Kime Armağan?

ARMAĞAN, SENİN VARLIĞIN KİME ARMAĞAN?

Paket açılınca, sahneyi dolduranlar bu açılışa mukabil biraz daha açılıyor; ağırlıklarından biraz daha kurtuluyorlar. Mustafa Armağan da bunlardan biri. Kendi web sitesinde “Meğer, Andımız'ın Mucidi Ezanı da Türkçeleştirmiş!” serlevhalı bir yazı yazmış. Dr. Reşit Galip'in Yahudiliğinden dem vurarak ırkçılığından, uydurma tarihçiliğinden girmiş Milli Eğitim Bakanlığı’ndan çıkmış. Pek bir keyifle yazdığı belli olan yazısında hızını alamayarak şu ifadelerle zehrini akıtmış: “İşte doktorumuz bu az zamanda büyük işler başardığı bakanlığı sırasında Andımız’ı önce kendi kızları için yazacak, ardından 80 yıllık bir bağırtma eyleminin fitilini ateşleyen inkılâpçı olacaktır.” Peki, kimdi bu ümüğüne çökülenler? Bağırmak zorunda kaldığını hissedenler kimlerdi? Türküm derken neyin acısını çekiyorlardı, bunları bir bir anlamak, tane tane anlatmak lazım.

Türkiye 90 yılda kimin söylediğinden çok neyin söylendiğinin mühim olduğu günlerden, neyin söylendiğinden çok kimin söylediğinin önemli olduğu günlere geldi. Bu elbette bir düşüşü, bir tükenişi gösteriyor. İstiklal Harbi’nden sonra Türkler en azından mevcudiyetini muhafaza edebilmişti. Kazandığımız vatanımıza Türkiye adından başkası yakıştırılamamıştı. Andımız'ın yazıldığı 1933 senesi Sakarya Meydan Muharebesi'ni kazanmış Türk varlığının müessir olduğu günlerdi. Bu öylesine tesirli bir şeydi ki sözüne “Türk” diye başlamayanın adam yerine konulma ihtimali yoktu. Dr. Reşit Galip gibiler de ancak bu atmosferde ne yapacaklarsa yapabiliyorlardı. İslam'dan kopartılmış bir Türklük anlayışının yerleşmesi için harf inkılâbı yapılmış, Türkçe ezan yürürlüğe girmiş, altı okun hazırlıkları tamamlanmıştı. Elbette bunları yapanlar sıfatı Türk olanlar değildi. Fakat Türk ismine sığınmak konusunda yüzlerce yıllık bir tecrübeye sahiptiler. Tıpkı Osmanlı’nın kendini İslâm’la tezkiye etmesi gibi, Türkiye Cumhuriyeti idaresi de kendini Türk adıyla korumaya almıştı. Ayrıca Hıristiyanlara göz açtırmamak için de Türklük şemsiyesinin altında idiler. Mutluluğu Türklükte bulanlar Türk varlığının bir yerlerine ilişmekten memnundular. Yani Reşit Galip “Türküm” derken söylediği şey kendi kıymetiyle mukayese edilir bir şey değildi. Kimin değil, neyin söylendiği mühimdi çünkü. Türk varlığı “Belki yarından da yakın" diyebilme imkânını elimizde tutmamızı sağlıyordu. Bunu göz önüne alarak hatırlayacak olursak 1972 yılına kadar geçerli olan Öğrenci Andı şöyle idi:
 
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam: küçüklerini korumak, büyüklerini saymak, yurdumu, budunumu, özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”
 
Çocuklar bu sözleri neden söylemesindi? Buna itiraz etmek akıllardan geçebilir miydi? Bu andı “Kürdüm, doğruyum, çalışkanım”; “Çerkezim, doğruyum, çalışkanım”; “Lazım, doğruyum, çalışkanım”, vs şeklinde söylemek mümkün müydü? 80 yıldır bağırtıldıklarını düşünenler “Türk” kelimesinden bu sebeple ürküyorlardı; Türk denilen şey kendi milletlerinin heveslerini kursağında bırakan şehitlerdi. Canlı bile değillerdi ama onların sözü geçiyordu. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok; ileri gidilecekse ancak Türk olarak gidilebilirdi. Bu toprakların başka teminatı yoktu. Mustafa Armağan'ın yazısında alaya aldığı Reşit Galip'in “Hz. Peygamber, Türk aslındandır, Müslüman medeniyeti bir Türk Medeniyetidir” sözleri de bu minval üzere anlaşılabilir.
 
Andımız'ın büyük ölçüde sakatlanmamış halinin 1972 yılına kadar geçerli olduğu nazar-ı dikkate alınırsa Türk varlığı fikrinin o tarihe kadar birilerinin zihninde canlı olduğunu bile iddia edebiliriz. 1973’te Siyasal İslam’ın devreye sokulmasıyla Türk’ü Siyasal İslam’ın gölgesinde bırakacak vetire de başlamış oldu. Bugün elinde paketle, paketten nasibine çıkan şeyle dolaşanlar, şimdilik eli boş geziciler, hâlâ umudu olan “Yetmez ama evet”çiler ve benzerleri bu gölgenin serinliğiyle sarhoş. Ortalıktaki tartışmalar da sarhoş muhabbetinden başka şey değil. 
AKP'nin 11 senelik iktidarı Türk’ün tarihten silinmesi için gerekli belgelerin imzalanmasıyla geçti. Bütün bu zaman boyunca duble yollarla, yükselen gökdelenlerle, katlanan milli gelirle, arttıkça artan üniversitelerle, paketlerle, referandumlarla üzeri kapatılan şey Türk varlığıydı. Türkiye’nin menfaatine gece gündüz çalıştıklarını söyleyenler herzelerini Türk değil Müslüman kisvesinde yediler. Kimlerin bu parlak gelişmeleri işaret eden sözleri söylediği dikkate alınırsa neyin söylendiği değil kimin zırvalarına muhatap olduğumuz anlaşılır. Dünyada “Müslümanlar ne işe yarıyor?” sorusunu “Çok güzel paket açarlar!” diye cevaplandırmayı başarmış bir dünya sistemi var. Türkiye de gayrimüslim “Müslümanların” cenneti haline getiriliyor. Üçüncü köprünün temeli atıldığı için “Andımız” artık yok.
 
Mustafa Armağan ve takipçileri bunları anlar mı? Anlarlar tabii, bal gibi anlarlar. Ama biz yine de yazalım dedik. Kendi ifadesiyle Urfalı bir anne babanın çocuğu olarak Cizre'de doğmuş Armağan. Kendisinin Cizreli sanılmasından çekinmesini anladık da bir Urfalı olarak Andımız'dan rahatsız olmasını anlayamadık. Armağan yazısını “Urfa’da bir söz vardır; ‘Bilen bilir, bilmeyen bir demet maydanoz zanneder.’ Dr. Reşit Galip de o uzun hikâyenin bir perdesidir. Bir perde kapandı. Ya diğerleri?..." diye bitiriyor.
 
Biz de diyoruz ki maydanoz mideye iyi gelir, bunu bilen bilir. Paketle kendisine gün doğanlar Reşit Galip'in üzerine kapanan perdeyi şimdi kimin açtığını da bir zahmet söyleyiversinler. Işıklar kapanıp perde tekrar açıldığında varlıklarını hangi milletin varlığına armağan edecekler, onu söylesinler.
 
Faysal Toprak